Nixon yönetimi, W. Post'un yayın yönetmeni Ben Bradlee'nin deyimiyIe onların''gırtlağına basmıştı''. Sonunda kazanan Graham ve ABD'nin demokratik kamuoyu oldu. Nixon istifa etmek zorunda kaldı. Vietnam Savaşı'nın kaderi değişti. Graham'ın yaşadığı örnek, basının gerekirse nasıl bir rol oynayacağını da gözler önüne serdi. W. Post böylece dünyanın en saygın gazetelerinden birisi oldu.
Bütün bunları Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, köşesinde gündeme getirdiği bir tartışma nedeniyle anımsadım.
Özkök, ''Bu Köşeler Babamızın Malı mıdır?" başlıklı yazısında şöyle diyordu: ''Bir köşe yazan düşünün, Birini kafaya takmış durmadan hakaret ediyor. O kişi hakkında durmadan temelsiz yazılar yazıyor; iftiralar atıyor. Şimdi bir genel yayın yönetmeni bu yazara müdahale ederse, sansür mü uygulamış olur?" Ertuğrul Ozkök, belli ki bir tecrübenin sonucunda böyle bir yazıyı yazmaya gerek 'gôrmüştü. Ozkök, zaman zaman bazı yazarların, kimi insanlar hakkında onlarca yazı yazdıklarını ve suçladıkları kişilere bir gün bile başvurmadıklarını, onlara telefon edip bu konuyu sormadıklarını biliyordu. Bu nedenle bazı yazarların, o köşeleri birer darağacına dönüştürdüklerini görüyor ve bunun basın özgürlüğüyle ilgisi olmadığına dikkat çekiyordu.
Yazarların yazılarına müdahale edilebilir mi 'tartışması, bir yönüyle nazik bir tartışmaydı Türkiye gibi, basın özgürlüğünün bıçak sırtında olduğu bir ülkede, böy!e bir yönelim, başka sonuçlara da yol açabilir, yazarlar kendilerini baskı altında hissedebilirler, basın özgürlüğü onarılmaz yaralar alabilirdi.
Ancak Türkiye'de de tartışma konusu farklıydı. Üstelik basın özgürlüğü kavramı kişilere yönelik yargısız infaza varan bir özgürlüğü içermiyordu. Zaten, yazar güçlünün, operasyon yapanın, hapse atanın, işkence edenin yanında yer alıyorsa onun basın özgürlüğü ile bir derdi olmuyordu. Üstelik güç odaklarının desteğini arkalarına alan yazarların yazılarına 'dokunmak' da sanıldığı kadar kolay değildi.
Bu tür olayların son örneğini Nadire Mater için yazılan yazılarda yaşıyoruz . Nadire Mater için bazı köşe yazarları, geleneksel tutumlarının parçası olarak aleyhte bir kampanya başIattılar. Her yazının sonunu da 'Haydi cevap ver bakalım ' diyerek bitiriyorIar.
Nadire'ye neden böyle saldırdıklarını aslında herkes biliyor . Nadire'nin 'Mehmedin Kitabı' adlı çalışmasında ortaya koyduğu gerçekler bazı çevreleri rahatsız etmişti . Genelkurmay'ın şikayetiyle 'dava da açılmış ama beraatla sonuçlanmıştı.Beraat kararının ardından bir süre sonra başlayan saldırı dikkat çekici değil mi?
Nadire Mater örneğinde, yazılanları okurken bu yazılann arkasındaki mantığın da sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Ertuğrul Kürkçü'ye ''eli silahlı solcu eşkıya" denilmesi de bu yazıların solla bir ideolojik ve siyasi hesaplaşma amacı taşıdığını gösteriyor.
Eskiden bu tür sa!dırıları yalnızca İslamcı sağın ve ülkücülerin saldırgan kalemleri yapardı.
Köşe yazarlığında ve gazetecilikte sorun şudur: Türkiye demokratik gelenekleri olmayan bir ülke. Gazeteciler de. demokrasiyi ve eleştiriyi bu mesleğin bir gereği olarak kavrayamıyorlar. Bu nedenle, otoriter sistemin parçası olan siyasetleri eleştiren insanlar, yok edilmesi gereken ''düşmanlar'' olarak hedefe konuluyor.
Zaten polis, jandarma, savcılıklar mahkemeler asıl olarak ''muhalifleri'' susturacak bir yasal yapılanma bir ideolojik birlik içinde oldukları için kimi köşeler bu yapılanmanın parçası haline dönüşüyorlar.
Ertuğrul Özkök, önemli bir konuyu tartışmaya açtı. Ancak, onun bu tartışmayı açtığı günlerde bazı yazarlar hala ''babalarının" ya da ''güç odaklarının'' malı gördükleri köşelerinden yargısız infaza devam ediyorlardı.