Birleşik Metal İşçileri Sendikası'nın (Birleşik Metal-İş) MESS üyesi işletmelerde sürdürdüğü, 15 bin işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesi müzakerelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 21 işletmede grev uygulama kararı alınmıştı.
22 Mart günü Eskişehir'deki Doruk fabrikası işçilerinin grevi ile başlayan bu süreç, Arfesan'da müzakerelerde mutabakat sağlanması ve grevin kaldırılmasıyla 15 Nisan'da tamamlandı ve MESS ile anlaşmaya varıldı.
Birleşik Metal-İş tarafından "30 yıllık bir dönemin sonu" olarak görülen bu süreci ve 1 Mayıs'ın bu yılki gündemini sendikanın Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu bianet için değerlendirdi.
- Grevler sonrasında anlaşmaya varılmasının ardından 30 yıllık bir dönemin sona erdiğini söylediniz. 30 yıldır geçerli olan neydi, şu an değişen ne?
30 yıl dediğimiz 12 Eylül'den sonraki süreç. DİSK'in kapatılması, akabinde sarı sendikaların, işverenle yan yana duran, o günkü cuntaya bakan veren sendikaların, konfederasyonların uzun yıllar tek güç olarak kalmasından doğan yeni bir sistem yaratıldı. Bu sistem şuydu: Hükümetlerle, iktidarlarla, sermayeyle çok yakın ilişkileri bulunacak, uzlaşmacı bir sendikacılık anlayışı, yani ta geçmişteki korporatist sendikal anlayış yeniden canlandırılacak. 12 Eylül öncesinde Maden-İş sendikası, metal sektörü açısından ve genel olarak Türkiye'deki birçok şeyi belirleyen bir sendikaydı. Türk Metal gibi sendikaların o zaman esamesi bile okunmuyordu. Türk Metal, Maden-İş sendikasının mücadeleyle kazandığı şeyleri kısmen de olsa alma şansına sahip olabiliyordu sadece. Maden-İş'in kapatılmasıyla, özellikle Koç'a bağlı işyerlerinde büyük bir sevinç ortaya çıktı. Bu işyerlerinde zaten işyeri temsilcilerini, sendika kadrolarını işten çıkarmışlardı. Bir kısmını sıkıyönetim mahkemeleri tutuklamıştı, bir kısmı yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştı. Ortamın böylesine boş kaldığı koşullarda sermaye grupları işyerlerindeki işçileri Türk Metal'e yönlendirmeye çalıştılar. Hatta o günlerde özel bir yasa çıkardılar, Ek-6 dediğimiz. Noter şartını kısa bir süre için ortadan kaldırarak, notere gitmeden, işçilerin de bilgisi olmadan Türk Metal sendikasına geçişleri sağladılar. Yani sermaye kendisi kurmuş oldu Türk Metal'i, kendisi güçlendirmiş oldu. Bunun borazanlığını, öncülüğünü de Koç yaptı tabii. Bağımsız olan Otomobil-İş sendikasında kalan kesim, az da olsa kalan ve direnen kesim ise bu sendikada faaliyetlerini sürdürdü. Üye bakımından çok güçlendirilmiş, Türkiye'nin önemli sanayi işletmelerini elinde bulunduran Türk Metal sendikası, güçlü işveren sendikası MESS'le oturup bir plan ve uygulama süreci belirledi. Bu da şu: İşçileri abluka altına almak, kimliksizleştirmek, sesini çıkaranı işten atarak sessizleştirmek. Sonuçta MESS'le Türk Metal'in belirlemiş olduğu bir toplu sözleşme düzeni ortaya çıkartıldı. O günlerde Otomobil-İş'in bunu engelleyebilecek bir gücü yoktu.
- Birleşik Metal tam o dönemde kuruldu...
Maden-İş'le Otomobil-İş'in birleşmesiyle kurulan Birleşik Metal sendikası bu süreçte önemli katkılar sunmaya başladı. Bizim etkimiz daha çok grup dışı işyerlerinde, münferit işyerlerinde yaşandı. Türk Metal, asgari ücrete endeksli ve sirkülasyonu çok yaparak ücretlerin yükseltilmesini engelleyecek bir sistem hayata geçirmiş durumda. MESS'de bunu çok yapamıyor, çünkü orada biz çok düşük sözleşme imzalamasını, verdiğimiz mücadelelerle, fabrikalarda yarattığımız rahatsızlıklarla, eylemlerle, yürüyüşlerle engellemeye çalışıyoruz. Biraz daha yüksek bir toplu sözleşme yapmaya zorluyoruz. En son 98 yılında Bursa'da ve diğer yerlerde yaşanan, Türk Metal'den 40 bine yakın insanın istifasıyla bunlar biraz daha dikkatli davranmak zorunda kaldılar. Ama Türkiye'deki ana sanayiler, demir çelik, otomotiv gibi alt sektörler Türk Metal'in esareti altında olduğu için bugüne kadar çok fazla bir atılım yapma şansına sahip olamadık. Ancak en son toplu sözleşmede kabul edemeyeceğimiz bir yöntem ve rakam sundular. Bunun nedeni de şuydu: Bir kriz yaşandı, bu kriz sürecinde işverenler yeni alışkanlıklar edindiler. Daha ucuz, daha fazla sömürebilecekleri ortam yaratma, sosyal hakları aşağı çekme gibi, yüksek ücretli çalışanları çıkararak saat ücreti ortalamasını düşürmek gibi şeyler uyguladılar. Hatta bakanlıklara sahte belgelerle müracaatlar yaparak kısa dönemli çalışma ödeneklerinden yararlandılar. Fabrika çalıştığı halde, işçilere kısa dönemli çalışma ücretleri vererek maliyetleri daha da azalttılar. İşverenler sanayinin yavaş yavaş canlanmasına karşın, özellikle de ihracat açısından Türkiye için lokomotif bir sektör olan metal sektöründe, bu alışkanlıklarını ve kâr oranlarını yüksek tutan çalışma biçimlerini devam ettirmek istediler. Bu da toplu sözleşme müzakere süreçlerine yansıdı. Yani Türk Metal'e bağlı işyerlerinde, özellikle Ford, Renault, Tofaş, Bosch gibi fabrikalarda çok düşük maliyetli işçiler çalıştırılması, toplu iş sözleşmelerinde birdenbire ortaya çıkacak talepleri kesinlikle ret eden bir tavır da yarattı. Bunun üzerine MESS ve Türk Metal oturdu ve bu döneme ilişkin olarak fabrikalarda bir düzen kurmaya çalıştılar. Hiç grup sözleşme ruhuna uymayan, çok farklı bir sözleşme biçimi ortaya çıkardılar.
- Ne var sözleşmede, hangi açıdan farklı?
İşçi ne alacağını bilmiyor. Ne alacağını bilmemesi, işyeri saat ücreti ortalamasını bilmemesinden kaynaklanıyor. Her işyerinin saat ücreti ortalamasının üzerinden 5.35'in karşılığı olan seyyanen ücretin yansıması gibi garip bir formülasyonla bir ücret anlaşması yaptılar. Bunu da tam dokuz günlük bayram tatili öncesinde getirdiler. İşçi ne alacağını bilmiyor. 5.35'i biliyor ancak bunun karşısında bir sürü soru işaretleri var. Tabii ani bir refleks gösterme şansına da sahip olamadı. Biz saat ücretlerinin kaç kuruş olacağı üzerine bir bilgilendirme yapmaya çalıştık. Bu, kuruş olarak, 20 kuruşla 30 kuruş arası bir zam anlamına geliyor. Örneğin Türkiye'nin devi olan Ford fabrikasında 21 kuruş zam yapıldı saat ücretlerine. Bir de tabii, kamuoyunda tartışılan Torba Yasa konusu var. Bu yasa hem esnek çalışmayı yaygınlaştıracak, hem daha sonraki süreçte kıdem tazminatlarıyla ilgili tehlikeler ortaya çıkartabilecek. Bir belirsizlik doğurdu. İşyerlerinde kendi rızamız olmadan, yasayla değiştirilecek toplu sözleşme maddelerinin bizim açımızdan yaratabileceği çok büyük kayıplarla ilişkili bir belirsizliği ortaya çıkardı. Biz bunun karşılığında, toplu sözleşmede rakamsal ve süresel olarak net maddelerin konulması gerektiğini dayattık. Gerçi Torba Yasa içindeki o maddeler geri çekildi, ancak Türk Metal'in bulunduğu bütün işyerlerinde esnek çalışma uygulanıyor. Bize de bunu mutlaka kabul edin dayatması getirildi. Bunu kabul etmedik. Son dönemde ortaya çıkan kapasite kullanımı, üretim ve ihracat artışına paralel olarak kâr marjının yükselmesiyle birlikte, önerilen 20 kuruş 30 kuruş gibi zamların da kabul edilebilir olmadığını söyledik. Ve sözünü ettiğim 30 yıllık düzene karşı bir başkaldırı yarattık. Tabii riskli bir durumdu. Karşımızda çok güçlü bir işveren sendikası, çok üyeye sahip bir sarı sendika ve bunları tamamen koltuğunun altına almış bir hükümet var. Sermaye, hükümet ve sarı sendika işbirliğine karşı bir mücadele hattı ortaya çıkardık. Grev kararları alındı. Bu kararlarla birlikte işyerlerinde bireysel görüşmeler başladı. Birkaç yerde işverenler görüşmeye yanaşmadığı için greve çıktık, ama grevler çok da uzun sürmedi. Grevdeki işyerlerinde, greve çıkılmayan işyerlerinde, hatta MESS'den ayrılan iki işyerinde, daha özgür bir ortamda, işçilerin onay verdiği biçimde toplu sözleşmeler imzalandı. MESS'den ayrılan işletmelerde imzalanan toplu sözleşmeleri de biz diğer işletmeler için çerçeve sözleşme olarak değerlendirdik. Sonuç itibarıyla hem greve çıktığımız hem de grev yapmadan anlaşmaya vardığımız yerlerde çerçeve sözleşmeyi kabul ettirdik.
- Çerçeve sözleşmede sağlanan kazanımlar ne?
Türk Metal'le MESS'in imzalamış olduğu 5.35'lik grup sözleşmesinin ortalama yüzde 86 üzerinde ücret artışlarıyla anlaşmayı bitirdik. En önemlisi de esnek çalışmayı hiçbir işyerinde kabul etmedik. Bu bizim açımızdan, 30 yıllık işbirlikçi, dayatmacı düzenin yıkılması anlamına geliyor. Yeni bir düzenin de ilk adımı olarak değerlendiriyoruz. Bu açıdan "metal işçileri tarih yazdı" diyoruz. Bu, birçok farklı işkoluna da cesaret verdi. Korku gibi cesaret de bulaşıcı.
- Bu 1 Mayıs'ın Türkiye'deki emekçiler açısından gündemi ne?
Bir kere 1 Mayıs da mücadeleyle alınmış bir gündür. Hele Türkiye açısından çok büyük özelliği olan bir gündür. Hele hele 2004'den sonraki süreçte her 1 Mayıs'ta birçok olay yaşandı. Gazların yendiği, tazyikli suların yendi, dayakların yendiği bir süreç ortaya çıkartıldı. Sonuçta biz bu mücadeleyle hem 1 Mayıs'ı dayanışma günü olarak tatil ilan ettirdik, hem de bu günün Taksim alanında kutlanmasını sağladık. Bunların yanı sıra güncel taleplerimiz de mutlaka oluyor. Çalışma sürelerinden esnek çalışmaya, işsizlik sigortasından iş güvenliğine kadar, çalışma hayatını ilgilendiren taleplerimiz her 1 Mayıs'ta gündeme geliyordu. Bu dönem itibarıyla ise, taleplerimizin daha fazla demokrasi talebiyle örtüşmesi gerektiğini düşünüyorum. AKP hükümeti gerçekten demokrasiyi sindirebilen bir hükümet değil. Geçen gün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç şöyle diyor sendikalarla ilgili olarak; "Biz işçilere arkalarında iterek ille sendikalaşın diyemeyiz. Onlar dilediklerini yapabilirler. İşçilerin cesareti varsa gitsinler sendika üyesi olsunlar" diyor. Yani sen işverenle çatışmayı ve işten atılmayı göze alıyorsan git sendikaya üye ol. Kafasında sendika, demokrasi diye bir olgu yok. Güçlünün daha da güçlü olduğu, yoksulun daha da yoksullaştığı, yoksulun bir yerlere biat ederek yaşayabileceği bir düzen istiyorlar. Bu 1 Mayıs'ın teması, demokrasi isteme teması olmalı diye düşünüyorum.