Sokaklar her zamankinden daha kalabalık, herkes araç peşinde. Söylentiye göre elektrik kesintisi yüzünden metroyu boşaltmışlar. Koca Londra metrosunun jeneratörü yok mu?
Kısa bir süre sonra vardığım durakta öğreniyorum ki Upper Woburn'deki bir otobüste büyük bir patlama olmuş. Londra'da 7 Temmuz günü yaşanan saldırıların tek yerüstü simgesi olan o otobüsün çevresi bugün devasa beyaz panellerle çevrili.
Panellerin arka tarafında polis ekipleri taramalarına devam ederken halkın görebildiği tek şey bu beyaz duvarın eteklerindeki çiçekler. Londra halkının ve politikacıların terörist saldırılara karşı tepkisi gerçekten hayranlık verici.
Londra Olimpiyat Komitesiyle beraber Singapur'da bulunan Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone saldırıları öğrenir öğrenmez etkileyici bir konuşma yapıyor.
Histeriden uzak bir şekilde önlemleri hatırlatıyor. 11 Eylül'den sonra Londra'da bu tip bir saldırıya karşı bir dizi hazırlıkların yapıldığını, bu hazırlıkların özellikle acil servislerin toplu ulaşım araçlarına yapılacak bir saldırı karsında nasıl davranmaları gerektiği yönünde olduğunu söylüyor.
Livigstone, acil servis çalışanlarına gösterdikleri cesaretten ve Londra halkına sakin tutumlarından dolayı teşekkür ettikten sonra, terör olaylarının hiç bir dinle, hiç bir ideolojiyle ilgisi olmadığının altını defalarca çiziyor.
"Bu kitlesel bir cinayettir" diyor. Ertesi gün de Londra'da işine metroyla gideceğini açıklayarak, terörizmin hayati durduramayacağını gösterircesine, Londra halkına moral veriyor.
8 Temmuz günü bir çok insan tabi ki yine işine gidiyor. Ama Livingstone'u metroda gören olmuyor. Yine de biz, "Dikkatli olun ama hayatınıza devam edin" tavsiyesine uyuyoruz.
Tony Blair'i terör olaylarının hemen sonrasında sarsılmış bir başbakan olarak görüyoruz. Ama o sarsılmış haliyle bile, demagojiden mümkün oldukça uzak duruyor.
Olayları "barbarca" diye nitelendirdikten sonra, Büyük Britanya Müslüman Konseyine terör saldırısını kınayan konuşmaları için teşekkür ediyor. İngiltere birçok Müslümanın anavatanı. İşte bu açıdan da Müslümanların terörist saldırıların İslam'la bağdaşmasından ne kadar korku ve rahatsızlık duydukları açık.
Müslüman cemaatlerin yaptıkları açıklamalardan anlaşıldığı üzere, terör olayları sonrası Müslüman topluluklar ırkçı ve yabancı düşmanı saldırılardan çekiniyor. Nitekim bazı cami ve Müslüman Kültür Merkezlerine bu tur saldırılar yapıldı hemen...
Ama gazeteler ve politikacılar terör saldırılarını halkın gözünde Müslümanlıkla bağdaştırmamak için caba sarf ediyor. Örneğin, The Independent gazetesi 9 Temmuz tarihli sayısının birinci sayfasını, saldırılar sonrasında kaybolan Shahara Akhter İslam adli yirmi yaşındaki genç Müslüman kıza ayırıyor.
Bu genç kızın, hem Müslümanlığa, hem de Londra'ya ve Batılı yaşam tarzına ne kadar düşkün olduğu anlatılıyor. The Guardian gazetesi Müslüman Gençler Forumu kurarak Britanyalı Müslüman gençlerin görüşlerine yer veriyor.
Tabii ki Müslümanlara karşı tatsız davranışların tamamen bertaraf edilmesi mümkün değil. Bu arada Müslüman topluluklara da kendi içlerindeki olumsuz unsurları ayıklama görevi düşüyor. Ama simdi gerçek suçlular aranıyor, şamar oğlanları değil.
Yaklaşık 30 yıldır IRA etkinlikleri nedeniyle terörizm konusunda belirli bir deneyimi olan İngiliz halkı 7 Temmuz sonrası derin bir analiz içine girmiş vaziyette. Bir yandan olayın sokunu atlatmaya çalışırken, bir yandan da olayın politik sebeplerini araştırmaya yöneliyor.
Hükümetin eski danışmanlarından David Clark, The Guardian'daki yazısında saldırının "terörizme karşı savaş"ın ne kadar eksik kaldığının işareti hatta örneği olduğunu söylüyor.
Financial Times'da yazan David Gardner ise, Batı dunyasinin Arap dünyasına karşı olan tavrını özeleştiriye tabi tutması gerektiğini yazıyor. Gardner özellikle ABD'nin Arap dünyasındaki despotlara verdiği desteğin yarattığı kızgınlığa dikkat çekiyor.
Yine Financial Times'da yazan John Gapper, Londra'nın göçmenlere kapatılmasının Londra'nın karakterine ters düşecek bir hareket olacağını vurguluyor. Genel mesaj açık: Londra çok-kültürlü bir yer ve öyle kalacak.
Hatırlıyorum, 11 Eylül sonrası ABD'nin dört bir yani bayraklarla donatılmıştı. İnsanlar bayraklarını, arabalarında gezdirmeseler, Amerikan bayrağı olan t-shirtler giyiyorlardı.
Burada tek tük bayraklara rastlanıyor ama insanlar beraberliklerini yurtseverlik sembolleriyle göstermiyor. Sessiz düşünceler, derin analizler ve günlük hayata olduğu gibi devam etme teşebbüsleri, milliyetçi kimliği ya da İslamiyet düşmanlığını vurgulama çabalarından daha ağır basıyor.
Yolda yürürken iki kadının konuşmasına kulak misafiri oluyorum: "Ne büyük felaket değil mi" diyor... Terörden bahsediyorlar sanıyorum. Konuşmalarının devamından anlıyorum ki, bu iki kadın Londra Operası'nda temsil sırasında alt yazı geçilmesinin kültürel bir felaket olacağından bahsediyor.
10 Temmuz sabahı haberlerden öğrendiğimize göre bombacıların hemen hepsi büyük Britanya vatandaşı, büyük bir ihtimalle büyük Britanya doğumlu. Görevliler yeni saldırıların olabileceğini söylüyor.
Nitekim bir gece önce Birmingham şehir merkezi bomba korkusuyla boşaltılmıştı. Korku tabii ki var. Önemli olan korkunun yerini paranoyaya ve bu ülkenin çok-kültürlü liberal kimliğini zedeleyecek sosyal ve politik gelişmelere bırakmaması.
Şimdilik Londra herşeye rağmen çok-uluslu, çok-dinli, çok-ırklı ve çok-kimlikli yaşamını sürdürmeye devam ediyor. (AK/EÜ)
* Ayşe Kaya, London School of Economics, doktora öğrencisi.