Fotoğraf: AA
Düğün salonları, esnaf yazıhaneleri, imalathaneler, küçük semt derneklerinin başkanlarıyla, hocalarla kurulmaya çalışılan iyi ilişkiler... Bir belediye başkanı aday adayının bir günü nasıl geçer? "Bir numara"nın gözüne girebilmek, halkın desteğini alabilmek için neleri göze alır?
Ercan Kesal'ın, 2000'de Beyoğlu Belediye Başkanlığı aday adaylığı macerasını anlattığı aynı isimli romanından sinemaya uyarladığı ilk filmi "Nasipse Adayız", 39. İstanbul Film Festivali'nde hem Ulusal Yarışma hem de Seyfi Teoman İlk Film Ödülü için yarışıyor.
Hayal-gerçek bir sahneyle açılan film, müstakbel siyasetçi doktor Kemal Güner'in tek bir gününe odaklanırken "insanın fark etmediği ve karşılaştığında çok şaşırdığı kör noktası"yla yüzleştiriyor izleyeni.
Dünya prömiyerini 49. Rotterdam Film Festivali'nde yapan filmde Kesal'ın yanı sıra Selin Yeninci, İnanç Konukçu, Müttalip Müjdeci, Nazan Kesal rol alıyor.
Filmin yönetmeni, senaristi ve başrol oyuncusu Ercan Kesal, "Ben aday adaylığı yolculuğumda kendi kör noktamla karşılaştım. Bu yüzden en çok kendime şaşırdım ve kendime öfkelendim" diyor.
"Film için Okmeydanı dışında bir yer düşünmedim"
Salon Simge, Şark Kahvesi... Film, Okmeydanı'nı bilen biri için çok tanıdık mekânlarda, sokaklarda geçiyor. Sizin de iyi bildiğiniz bir ilçe sanırım. Mekân seçimi yaparken ya da senaryoyu yazarken hep burası mı vardı aklınızda?
Senaryoyu yazarken de, set öncesi hazırlıkları sürdürürken de çekim mekanı olarak başka hiçbir yeri düşünmedim. Filmdeki tüm mekanlar birebir hikayenin geçtiği gerçek mekanlardır. Bağcılar'da ya da Zeytinburnu'nda bir düğün salonunda da çekebilirdik. Hatta, Simge Düğün salonunun olduğu binada daha olanaklı başka salonlar da vardı. Onu bile tercih etmedim. 2000 yılında hangi salonda yaşadıysam o geceyi ve gün boyu nerelerde dolaştıysam oralarda çekmek istedim. Mekanların ruhu olduğuna ve orada yaşananların seyirciye mutlaka geçeceğine inanırım.
"'Ben' bir başkasıdır aslında"
Film, siyasetin nasıl döndüğüyle ilgili küçük bir bölüm sunsa da, evrensel bir meseleyi merkeze alıyor. İktidar mücadelesini, insanın karanlık noktalarını işaret ediyor. Sizin yaşadığınız bir dönem olduğu için de bir özeleştiri gibi de görebilir miyiz filmi?
''Ben'' bir başkasıdır aslında ve insanın kendiyle meselesi bitmez. Hesaplaşması da. İnsanın kendini fark etmediği ve karşılaştığında çok şaşırdığı bir noktası varmış meğer, kör noktası. Ama gerçek öznenin olduğu yer de tam orasıymış işin kötüsü. Ben aday adaylığı yolculuğumda kendi kör noktamla karşılaştım. Bu yüzden en çok kendime şaşırdım ve kendime öfkelendim.
"İnsanın bitmeyen erk talebi onun ezeli ve ebedi sorunu"
Kemal Güner aslında çevresine göre güçlü biri. Doktor, bir hastanenin ortağı, parası, şoförü var. Ancak böyle birinin belediye başkanlığına aday adaylığı kampanyası sırasında düştüğü durumlar çok acıklı. Çoğu sahnede Doktor Kemal'in "Burada işim ne, nereden düştüm?" hissi yaşadığını düşünüyor seyirci, onun için üzülüyor. Kalabalık düğün ortamları, sürekli bir ses karmaşası, trajikomik haller... Eski eşinin de sorduğu gibi; bu adaylığı gerçekten istiyor mu Doktor Kemal? Sizin de yaklaşık 20 yıl önce böyle bir dünyanın içine girdiğinizi biliyoruz. Siz neler hissetmiştiniz?
25 yıla yakın Okmeydanı'ndayım. Bu semtle beraber büyüdüm ben de. Onların doktoru, esnaf komşusu, abisi, kulüplerinin başkanı ya da gündelik dertlerinde yanlarında koşturan birisi oldum. 2000'li yıllarda ise sanki o zamana kadar yapıp ettiğim her şeyi belediye başkanlığı sepetine dolduracağımı zannetmiştim. Ama aday olarak çıktığım sokakları aslında hiç tanımadığımı, reel politik dinamiklerin hiç de öyle romantik hülyalarla örtüşmediğini, insanın bitmeyen erk talebinin onun ezeli ve ebedi sorunu olduğunu anladım.
"Yardımcı oyuncuların birçoğu semtteki yerel halk"
Çok kalabalık sahneler var. Özellikle üç sahne; destek yemeği, sünnet düğünü ve mevlit. Üçü de düğün salonunda geçiyor ve çok gürültülü, kalabalık sahneler. Burada hem oyuncu hem de yönetmen olarak nasıl bir yol, yöntem izlediniz? Figüranın da çok olduğu sahneler çünkü.
Çekimlerden önce en çok zorlanacağımı düşündüğüm sahnelerdi onlar. Bu yüzden set öncesinde görüntü yönetmenimiz Barbu'yla (Barbu Balasoiu) düğün salonunda epeyce çalıştık. Hareketli kamerayla Kemal Güner karakterini yakın plan hiç kopmadan takip edersek ve arkadaki dünyayı da olağan akışında sürdürebilirsek sahnenin üstesinden gelebileceğimizi anlamıştım. Sonunda beklediğimizden çok daha kolay hallettiğimiz sahneler oldu. Yardımcı yönetmenlerim oyuncu trafiği konusunda deneyimli isimlerdi. Yardımcı oyuncuların birçoğu semtteki yerel halktan kişilerdi. 25 yıl önce de belki o salonda beni alkışlamaya gelen bir kitleydi. Örneğin filmde sunucuyu oynayan Hasan Pek, 25 yıl önceki toplantılarımda sunuculuk yapan kişiydi. Ona ve diğerlerine sadece geçmişte nasıl davrandılarsa öyle yapmalarını, sadece biraz tekrarlarımız olacağını ve yorulup usanmamalarını söyledim, o kadar.
"İnsanı dinleme, anlama sanatı olan hekimlik hep işime yaradı"
Bu sahneleri yönetmekle günde onlarca insanın derdini dinleyen doktorluk mesleği arasında bağlantı kurmak ne kadar doğru?
Sinema tek başına yapılan bir iş değil ve iyi bir ekiple çalışmak çok önemli. ''Yönetmen setteki herkesin işine yardımcı olan kişidir'' der Kieslovski. Katılıyorum. Herkesi ve her şeyi takip etmek zorundasınız. Çocukluktan gelen bir esnaf çocuğu olmam, uzun yıllara dayanan hastane yöneticiliği ve insanı dinleme, anlama sanatı olan hekimlik pratiği hep işime yaradı.
Düğün salonları, esnafın öğle yemeği yediği yazıhaneler, imalathaneler, küçük semt derneklerinin başkanlarıyla, hocalarla iyi ilişkiler... Türkiye siyaseti çoğu zaman buralardan beslenip güç buluyor. Filme de bu yansıyor. Bugün için ayrıca araştırma da yaptığınızı düşünüyorum. 20 yılda neler değişmiş acaba?
Esasında değişim kaçınılmaz. Mekanlar, yollar, araçlar, siyasal ve sosyal iklim... Lakin insan değişmiyor galiba. Ya da değişebilmek için bunu gerçekten çok arzulaması lazım. İnsanın sıkıntıları, gündelik talepleri, çıkarları, kısa vadeli düşünme alışkanlığı, başkalarına hükmetme isteği, bencilliği, içindeki karanlık yanı... Bunlar aynı ve hiç değişmiyor!
Film ekibinin bir bölümü, festival gösterimi öncesi.
"İstanbul'un kenar semtleri küçük birer Sivas, Erzincan, Giresun"
Erkeklerin dünyası Nasipse Adayız. Türkiye siyaseti gibi. Üç kadın karakter var öne çıkan. Eski eş, kampanya yöneticisi Arzu ve garson kadın. Doktor Kemal'in kampanyanın devam ettiği bu tek günde, çeşitli nedenlerle ihtiyaç duyduğu üç kadın. Bu çok erkekli filmde kadın karakterlerin yeri nedir size göre?
2010 yılında senarist ve oyuncularından olduğum Bir Zamanlar Anadolu'da filmiyle ilgili eleştirilerden biri de filmde niye kadın karakter olmadığıydı. Onlara cevabım, ''Anadolu'nun ortasındaki bir kasabada gece yarısı bırakın bir ceset arama yolculuğunu, sokakta bile herhangi bir kadına rastlayamazsınız'' olmuştu.
1950'li yıllardan bu yana iç göçle büyüyen İstanbul'un kenar semtleri küçük birer Sivas, Erzincan ya da Giresun oldular. Anadolu'dan hiçbir farkı yok. İnsanlar buraya gelirken kültürlerini de taşıyorlar. Kentin korkutucu ve tekinsiz dünyasına karşı kendi alışkanlıklarının güven veren sıcaklığına sığınıyorlar. Bu yüzden buralardaki semtler kasaba ve köylerinin gelişmiş kopyaları ve bu yüzden burada da kadına yer yok ne yazık ki.(AÖ)