Müdahale hakkı aslında; temel hak ve özgürlüklerin kullanılma sınırlarının varlığından kaynaklanır.
Temel hak ve özgürlüklerin omurgası olan ifade özgürlüğünün kullanılması ile ilgili sınırlar bulunduğu doğrudur ama bu hakka müdahale etmenin de sınırları vardır.
Sınırlama ölçütleri de yasalarda tek tek gösterilmelidir. Bu sınırlandırma ölçütleri ne azaltılır, ne de çoğaltılabilir.
Ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü, kamu emniyeti, düzensizliğin ya da suçun önlenmesi, sağlığın korunması, ahlakın korunması, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgininin edinilerek açığa çıkmasının önlenmesi, yargılama organlarının otoritesinin korunması olarak sayılan dokuz sınırlandırma ölçütü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10/2 inci maddesinde sayılmıştır.
Kamu makamlarının ve mahkemelerin de ifade özgürlüğüne yapacağı "müdahale"ler eğer bu sınırlandırma ölçütlerine uygunsa; ancak o zaman haklı, yasal ve hukukidir. Bu sınırlandırma ölçütleri kullanılarak müdahale edilmiş ise meşrudur ve AİHS'ne uygundur.
Ancak herhangi bir hakka veya ifade özgürlüğünün kullanımına "müdahale" ediyorsanız; bu müdahale hukuken öngörülmüş olmalıdır. Yani müdahale "yasanın öngördüğü" bir müdahale olmalıdır. İfade özgürlüğünün kullanımını her engellemeniz bir "yasaya" dayanmalıdır.
Hukuk devleti, keyfilikten uzak durmalıdır. Yasallık, hem hukukun hem de demokrasinin temelidir. Yasalarınızla getireceğiniz her "sınırlama" veya "müdahale" mutlaka "demokratik bir toplumda gerekli" olmalıdır.
Sadece sınırlama ölçütlerine dayalı olarak ifade özgürlüğüne müdahale meşru sayılamaz.
Bu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olması, yasaya dayanması veya müdahaleye olanak sağlayan bu yasanın "meşru" olması, meşru bir amaca hizmet etmesi gerekir.
Aksi takdirde müdahale AİHS'ne aykırıdır. Sadece ifade özgürlüğü için değil; diğer temel haklara yapılacak tüm müdahalelerin veya cezalandırmaların "demokratik toplum gereklerine uygunluk" ölçütüne uygun olması gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; "Handyside v. Birleşik Krallık" kararında ifade özgürlüğüne "müdahale"de neyi denetlediğini, "demokratik toplum gereklerine uygunluk" ölçütünü neden aradığını şöyle açıklamıştır:
"(...)Sonuç olarak, Madde 10, paragraf 2, Sözleşmeci Devletlere bir takdir alanı bırakır. 'Yasa ile düzenlenmiş'/('Hukukun öngördüğü') bu alan, hem ulusal yasa koyucuya, hem de yürürlükteki hukuku yorumlamak ve uygulamakla görevlendirilmiş makamlardan olan yargılama makamına da bırakılmıştır", (parag.48) Bununla birlikte, Madde 10, paragraf 2, Sözleşmeci Devletlere sınırsız bir takdir yetkisi vermez. (...) Devletlerin yükümlülüklerini yerine getirmelerini (...) güvence altına almakla görevli olan Mahkeme, bir 'yasak' ya da 'ceza'nın, Madde 10 ile korunan ifade özgürlüğü ile uzlaştırılabilir olup olmadığına ilişkin son kararı vermekle yetkilidir. Ulusal takdir alanı, Avrupa denetimi ile el ele yürümektedir. Bu denetim, hem şikayet edilen önlemin amacıyla hem de bunun 'gerekliliği' ile ilgilidir; denetim, sadece temel mevzuatı değil, bağımsız bir mahkeme tarafından verilmiş olsa da, bu mevzuatı uygulayan mahkeme kararlarını da kapsar...Denetim görevi, Mahkemeyi, 'demokratik bir toplum' u niteleyen ilkelere azami dikkat göstermeye zorlamaktadır", (parag.49).
Öte yandan, AİHM, kamunun da bilgi edinme hakkı bulunduğunu kabul ettiği 08/07/1986 tarihli "Lingens v. Avusturya" kararında "muhalif, şok edici ve rahatsız edici türden bilgi ve düşüncenin, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereği olduğunu ve bunlar olmaksızın ise bir 'demokratik toplum'un söz konusu edilemeyeceğini" belirtmiştir. Kararda yer alan bir başka cümleye göre; "özgür siyasal tartışma, Sözleşmenin bütününe egemen olan 'demokratik toplum' kavramının tam özünü biçimlendirir." (Prof.Dr.Mehmet Semih Gemalmaz.Araş.Gör. Haydar Burak Gemalmaz Ulusalüstü İnsan Hakları Standartları Işığında Türkiye'de Bilgi Edinme Düşünce-İfade ve İletişim Mevuatı.Sayfa 195-196-199)
Bağımsız yargının verdiği kararlar tartışılmaz (mı)?.. Bal gibi tartışılır. Yaygın deyimiyle "yargıya intikal etmiş konu hakkında konuşamayacağını" söyleyenlerin lafları lafta kaldı.
İnsanlar "İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri:Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları" Konferansının yargı kararı ile durdurulmasına şaştı kaldı.
Herkes, bir kısım avukatları şok eden/edeceği beklenen Ermeni Konferansının İstanbul 4.İdare Mahkemesi kararıyla durdurulmasının ifade özgürlüğüne aykırı olduğu konusunda hem fikir.
Acaba yargısı süren bir dava hakkında "yargıyı etkilemek" suçu işlendi mi? Karara üzüldüğünü ve kabul etmediğini açıklayan Başbakan bağımsız yargıyı konuşmalarıyla etkiledi mi?
Dışişleri Bakanı yapılan Konferansa mesaj gönderdi. Savcılar, Başbakan veya Dışişleri Bakanı hakkında soruşturma açtı mı veya açacaklar mı? Yoksa sadece basın mı suçlu muamelesi görecek yine... Yargı etkilendi mi? Toplum infiale kapıldı mı?
İki yumurta atılmakla infial olayları gerçekleşmiş sayılır mı? Konferans yapıldığına göre; acaba verilen yargı kararının "otoritesi" hangi yönüyle sarsılmış oldu?
İzin verilen düşüncelerle çizilen çerçeve içinde verilen yargı kararlarının neden verildiği ve yargıç yansızlığı veya yargı güvencesi açık açık tartışılmadıkça; yargıdan demokratik toplum gereklerine uygun yargılama ve adalet beklenmemelidir.
Düzene uygun yetişmiş kafaların yerleştirildiği yargı sistemine şaşırmayın. Sorgulayın ve tartışın. Yargıyı korumak için sonuç çıkarın. Siyasallaşmasına göz yumulan ve bunu isteyen yargının demokratik toplum düzeni yaratmak için gösterilen çabalardan etkilenmesi hayaldir. (Fİ/BA)