Bulunduğu iklim kuşağı ve verimli topraklara sahip olmasının yanı sıra petrol, altın, gümüş, platin, kömür gibi yer altı zenginliklerine de ev sahipliği yapıyor. Doğal kaynaklar anlamında zengin olan ülkede bu zenginliğin nüfusun bütünü için insanca bir yaşam sağlamak için kullanılmadığım söylemek çok şaşırtıcı olmasa gerek.
Sömürü ve yoksulluk
Bölge ülkelerinin İspanyol sömürgeciliğinden kurtulmasına öncülük eden isimlerden Simon Bolivar "Ülkemizin adı Amerika'dır," demiş. Bunu söylerken kastettiği pek çok şey olabilir. Ancak bugün eğer Latin Amerika ülkelerinin pek çoğunun paylaştığı bir ortaklıktan bahsedeceksek o da sömürü ve yoksulluktur.
Kolombiya da bu ortaklıktan payına düşeni fazlasıyla almış ve almaya devam ediyor. İspanyol sömürgeciliği-ne karşı verilen mücadelenin ardından bu
sefer iç savaşlar, topraksızların ve yerlilerin mücadelesi, 1948-60 döneminde yine iç savaş, ardından Kolombiya Halk Kurtuluş Ordusu'nun (FARC) ortaya çıkışı...
Ancak ayraçları kalın bir parantez açarak bu çerçevenin çok daha kanlı olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bununla kastedilen sadece ölen, sakatlanan, yakınlarını kaybeden, yerinden yurdundan olan, ya da bir iç savaşın tüm vahşetiyle yüz yüze kalanların sayışı değil. Şiddetin Kolombiya için günlük, sıradan, olağan bir olgu haline gelmiş olması. Örneğin sadece 2002 yılının ilk altı ayında iç savaş nedeniyle yaşadığı yerden ayrılmak zorunda kalanların sayışı 200 bin kişiye yaklaşıyor.
Yine 2002 yılı içerisinde hükümet güçleri ve faşist milisler tarafından işlenen cinayetlerde 10 binden fazla insan öldürüldü. Varolan şiddet ortamının yakın gelecekte yerini başka bir şeye bırakması ise beklenmemeli. Özellikle ABD destekli faşist Alvaro Uribe'nin devlet başkanlığına seçilmesinden bu yana yaptığı açıklamalar ve şiddeti ve terörü tırmandıran tutumu ülkeyi her geçen gün daha fazla çıkmaza sürüklüyor.
İç savaşta 40 yıl...
Kolombiya'nın iç savaştan önceki tarihi de farklı gruplar arasındaki çatışmalara tanıklık ediyor. Ancak 1948 yılında devlet başkanı Jorge Eliecer Gaitan'ın öldürülmesinin ardından başlayan sürecin bugünkü ortamın temellerim attığını söylemek yanlış olmayacaktır. 1928 yılından başlayarak sosyal adalet ve demokrasi talepleriyle simgeleştirilebilecek bir harekete liderlik eden ve devlet başkanı seçilmesinin ardından başlattığı reformlarla "kimileri"ni çok rahatsız eden Gaitan 1948 yılında düzenlenen bir suikastle öldürülür. Bu suikasti Gaitan'ın partisine ve taraftarlarına dönük bir baskı ve sindirme dönemi takip eder: "La Violencia." Hem FARC'ın hem de Kolombiya Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun (ELN) kuruluşu ise bu dönemin hemen ardından 1960'ların ilk yarısında gündeme gelmiştir.
Neredeyse 40 yıldır devam eden iç savaşın tarafları arasında hükümete bağlı ordu bir yana bırakıldığında üç örgüt öne çıkıyor. Bunlardan en güçlüsü hiç kuşkusuz FARC-EP. Uribe'den önceki devlet başkanı Andres Pastrana döneminde başlatılan barış görüşmeleri sırasında ülkenin yaklaşık yüzde 40'ını kontrol altında tutuyordu.
Sovyetler Birliği'nin çözülüşünün ardından kimilerinin yaptığının aksine Marksizmi reddetmeyen FARC'ın ardından gelen bir diğer gerilla örgütü ise Kolombiya Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN - El Ejercito de Liberacion Nacional de Colombia). ELN özellikle ülkenin orta kesimlerinde etkin bir güç olarak faaliyet yürütüyor. Pastrana döneminde yapılan barış görüşmelerine FARC'Ia beraber ELN de katılmıştı.
Diğer yandan zaman içinde daha organize hale gelen faşist milislerin kurduğu Kolombiya Birleşik Özsavunma Güçleri (AUC- Autodefensas Unidas de Colombia) de özellikle ülkenin Venezüalla sınırları boyunca faaliyet gösteriyor. Her ne kadar 1989 yılında Kolombiya Anayasa Mahkemesi paramiliter güçleri anayasa dışı ilan etmiş olsa da bu yasağın sözde kaldığını düşünmemek için bir neden bulunmuyor. 1997 yılında kurulan AUC farklı paramiliter örgütleri çatışı altında toplayan bir şemsiye örgütü.
Paramiliter örgütler ve ABD bağlantısı
Paramiliterlerin örgütlenmesinin üç farklı temele dayandığını söylemek mümkün. Bunlardan birincisi hiç kuşkusuz ABD'nin neredeyse sömürge durumuna getirdiği tüm Latin Amerika ülkelerinde uyguladığı politikalar. Paramiliterler bizzat ABD'li eğitmenler ya da onlar tarafından eğitilmiş ilgili ülke yetkilileri tarafından belirli bir doktrin çerçevesinde eğitilip örgütlendi.
Özellikle 1962 yılında başlayan bu operasyon 1980'lerde doruğa ulaştı. Katiller Okulu olarak da adlandırılan Amerikalar Okulu (SOA) isimli kontrgerilla yetiştirme merkezinde eğitilenler arasında Kolombiyalılar başı çekiyor. Bunun da ötesinde Kolombiyalı subaylar ve paramiliterler eğitim almaları için düzenli olarak İsrail'e gönderiliyor.
Bu faşist çetelerin beslendiği ikinci kaynak olarak büyük toprak sahipleri ya da sığır sürüsü sahipleri gösterilebilir ki bu durumda Kolombiya'nın toplumsal yapısıyla yakından ilgili. Kolombiya'da ekilebilir toprakların büyük kısmı oldukça sınırlı bir kesimin elinde bulunuyor. Kolombiya genelinde yüzde 56 civarında olan yoksulluk oranı kırsal bölgelere gelindiğinde yüzde 86'ya yükseliyor. Toprak sahipleri kendilerini fidye istemek için kaçıran gerillalara ya da topraksız köylülere karşı savunmak için bu grupları desteklerken sığır sürüsü sahipleri köylüleri topraklarından kovup yeni otlaklar açmak için paramiliterleri besliyor.
Son olarak uyuşturucu şebekeleri bu çeteleri hem üretimlerim hem de ticaretlerim korumak amacıyla kullanıyor. Kolombiya'da üretilen kokadan elde edilen uyuşturucunun başlıca pazarı ABD. özellikle emperyalistler, sıklıkla FARC-EP'yi ve ELN'yi uyuşturucu ticaretinden gelir elde etmenin ötesinde bizzat uyuşturucu üretimi ve ticaretini örgütlemekle suçluyor. Ancak gerçek hiç de onların söylediği gibi değil. Her şeyden önce ABD Uyuşturucuyla Mücadele Ajansı'nın (DEA) raporlarında da görülebilen en yalın gerçek paramiliterlerin uyuşturucu üretimini kontrol altında tutarak ticaretini örgütledikleri.
Paramiliterlerin 1962 yılından beri faaliyette oldukları yukarıda belirtilmişti. Özellikle son dönemde FARC'ın yoğunlaşan saldırıları karşısında pek çok bölgede geri çekilmek durumunda kalan bu faşist çetelerin oldukça kanlı bir tarihi olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok.
1980'yer ve barış görüşmeleri süreci
1982-86 tarihleri arasında devlet başkanlığı yapan Belisario Betancor döneminde FARC'Ia yapılan görüşmeler sonucunda yasal bir partinin kurularak seçimlere katılması yolunda anlaşma sağlanmış ve bu barış çabaları açısından oldukça önemli bir adım olarak değerlendirilmişti. Büyük oranda Betancor'un kişisel iradesinin ürünü olan bu süreç sonucunda Yurtsever Birlik (UP - Union Patriotica) adlı bir parti kurarak seçimlere katılmaya hazırlanan sol ise karşısında, tabi ki ABD destekli, kontrgerillayı, orduyu ve paramiliterleri buldu. O dönemde başta Nikaragua olmak üzere bölgedeki pek çok ülkede sosyalistlere karşı mücadele yürüten ABD açısından böylesi bir durum kabul edilebilir değildi, Kolombiya örneğinde artık hiç kabul edilebilir değildir.
Bu süreçte UP'nin 3 binden fazla üyesi öldürüldü ya da kaybedildi. Bunlara partinin yerel ve genel seçimlerde aday gösterdiği isimler de dahildi. Bu durum fiilen partinin işleyişini imkansız hale getirdi ve barış umutları da böylelikle sona ermiş oldu.
Pastrana ve yeniden barış umudu
Pastrana döneminde başlatılan barış görüşmeleriyle beraber hem bu kadar güçlü bir gerilla harekelinin küreselleşen yeni dünyaya entegre edilmesi hedefleniyor hem de bölgeye istikrar getirecek bir adım atılmaya çalışılıyordu.
FARC ve ELN ise bu sürecin bu şekilde işletilmesine izin vermeyeceklerim kısa sürede gösterdiler. Neticede ordu ve paramiliterlerin gerilla örgütlerinin taraftarlarına ve farklı muhalefet örgütlerinin üye ve yandaşlarına dönük saldırılarım yoğunlaştırmaları ve hükümetin uzlaşmaz tavırları gerillaların görüşmelerden çekilmesiyle sonuçlandı.
Şubat 2002'de sona eren görüşmelerin ardından ilk önce Mart ayında parlamento seçimleri daha sonra Mayıs ayında da devlet başkanlığı seçimleri yapıldı. Katılım oranının oldukça düşük olduğu seçimlerin ardından ortaya çıkan sonuç ise Kolombiya için hiç de olumlu bir döneme işaret etmiyordu. 26 Mayıs 2002 günü yapılan başkanlık seçimlerine seçmenlerin yüzde 46,8 katıldı ve bunların yüzde 53'ü oyunu Alvaro Uribe Velez için kullandı.
FARC'ın aday olduğu günden itibaren başkan seçilmesine karşı çıkacağını açıkladığı Uribe, seçim kampanyası boyunca gerillalarla yürütülen barış görüşmelerine karşı çıkarak orduyu daha da güçlendirerek mevcudu 120 bine çıkaracağını ve bir milyon kişiden oluşacak bir paramiliter güvenlik örgütü oluşturacağım ilan etmişti.
FARC'ın faşist olarak nitelendirdiği Uribe Velez geçmişte Medellin karteliyle olan ilişkileri nedeniyle iki kez görevden alınmış bir isim. Aynı zamanda AUC'un kuruluşuna giden yolda da önemli katkıları var. senatörlük yaptığı dönemde ise İş Yasası Reformu ve Sosyal Güvenlik Reformu başlıklı yasaların çıkartılması için yaptığı yoğun çalışmalarla tanınıyor. Bu yasalar ise bütün dünyada emeğin kazanımlarına dönük saldırılar bağlamında işçilerin ve diğer çalışanların kazanılmış haklarım buduyor, sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesine olanak sağlıyor.
Barış görüşmelerinin sona ermesinin ardından yeniden yoğunlaşan çatışmalar Uribe'nin başkan seçilmesiyle beraber yeni bir ivme kazandı. FARC sadece Uribe'nin başkanlık yemini törenine havan topu saldırışı düzenlemekle kalmadı. Ülkenin pek çok bölgesinde hem paramiliterlere hem de resmi güçlere ciddi kayıplar veren saldırılar düzenledi.
Bu saldırılar sonucunda Uribe şimdiden sıkışmış durumda ve hem FARC'ın
hem de ELN'nin saldırılarına karşılık veremeyen paramiliterler ve ordu her zaman olduğu gibi köylüleri, Kızılderilileri, sendika aktivistlerini, Katolik misyonerleri, yasal örgütlerin üyelerim hedef alan eylemlere girişiyor. Öte yandan geçtiğimiz ay Uribe orduyu etkisiz kalmakla suçlayarak pek çok kez komutanların istifa etmesi gerektiğini söyledi.
Komutanların buna nasıl tepki vereceği bilinmiyor ancak Uribe'nin çağrısının ardından FARC-EP'nin komutanı Manuel Marulanda Velez tarafından yazılan ve komutanlara hitap eden açık mektupta halka karşı eylemlere girişilmemesi ve görüşmelere yeniden başlanması çağrısında bulunuluyordu.(NK)