Ozan Gündoğdu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Maliye ikinci sınıf öğrencisi. Soner Torlak ise SBF'de doktora yapıyor. Metin Lokumcu'nun öldürülüşünü protesto etmek için yürüyüşe katıldılar ve gözaltına alındılar. Çevik Kuvvet otobüsünde dört saat işkence gördüler. Ardından tutuklanarak cezaevine gönderildiler.
Altı aylık tutukluluğun ardından ilk duruşmada tahliye edildiler. Haklarında THKP-C, Devrimci Yol, Devrimci Genç gibi artık var olmayan üç örgütün birleşimi hayali bir terör örgütü adına faaliyet yürütmekten hapis cezası isteniyor.
Ozan ve Soner'le SBF'nin arka bahçesinde buluşarak, otobüste yaşadıkları işkenceden, cezaevi günlerine, davanın gidişatından, toplumsal muhalefetin geleceğine ilişkin konuştuk.
Çevik Kuvvet otobüsünden başlayalım isterseniz. Gözaltına alındığınızda Terörle Mücadele Şubesine götürülmeden önce otobüste saatlerce işkence gördüğünüzü söylediniz savunmalarda. Neler yaşandı orada?
Soner Torlak: Gözaltına alınır alınmaz, çevik kuvvet otobüsüne bindirildik, etrafımız polis doluydu. Otobüsteyken tek gözaltına alınan biziz sanıyorduk fakat sonrasında göz altıların çoğaldığını öğrendik, gözaltılar arttıkça otobüs doldu ve otobüsün dolmasından itibaren hemen dayak başladı. Ellerimiz ters kelepçelendi ve çok sıkı bağlandı. Hatta aylarca kelepçe izini bileklerimizde taşıdık. Cezaevinde arkadaşlarımıza gösteriyorduk izleri daha geçmedi diye.
Küfür ederek, taciz ederek sürekli dövüyorlardı. Arada bir "Adamı böyle yaparız, şöyle yaparız" diyerek, gözdağı vererek dövdüler. Kadın arkadaşlara doğrudan sözle ve elle ağır tacizlerde bulunuldu. Hepimizin eli bağlıydı, müdahale edemedik.
Kadın arkadaşlardan biri "Kelepçeyi biraz gevşet" diyor, polis de ona gevşetmekle alakalı sözlü tacizde bulunuyordu. Herhangi bir bahaneyle vuruyorlardı. Hacı Özkan isminde Danıştay memuru bir abi vardı. Danıştay memuru olduğunu öğrendiklerinde resmen gözümüzün önünde linç ettiler. Bir şey de yapamadık, bir yandan bizi de dövüyorlardı. Ozan'ın kaşı zaten yarıktı, hastanede dikiş atılmıştı, vura vura patlattılar dikişlerini
Ozan Gündoğdu: Ben gözaltına alınırken doktor da söyledi bir gün müşahade altında tutulmam gerektiğini. Beni gözaltına alan güvenlik şube amiri Zekeriya, "Biz ona bakarız, gözaltında bir şey olmaz" diyerek otobüse götürdü. Kaşımda on iki dikiş vardı onların üçünü otobüste patlattılar. Bir de yırtılma olmuş kaşımda. Adli tıptaki doktor bile "Utanmadan dövüp dövüp buraya mı getiriyorlar" diye şaşırıyordu.
Adli tıptaki doktorun görevi işkenceyi göstermemek, o bile "Madem işkence yaptılar, niye buraya gönderiyorlar" diyordu. Daha önce de üç dört gözaltı dayak tecrübem oldu, amirin izni olmadan yapılan işkence, amir otobüse geldiği anda sona erer ya da amir durdurur, ufak çaplı azar çeker. Ama burada amir izniyle yapıldı.
Savunmanda işkence emrini verdiğini söylediğin Ankara İl Emniyet Müdür Yardımcısı, Kenan Kabak otobüse geldi mi?
O.G.: Hayır ama şunu söylüyorlardı sürekli; "Kenan amirin elini öpmek lazım, bu köpekleri elimize verdi, dövmemize izin verdi". Kenan komiser, Kenan amir diyorlardı ama Kenan'ın kim olduğunu biliyoruz. Kenan Kabak. Hiçbir şekilde kendi isimlerini söylemediler. Çevik kuvvetin birinin adı Ayşe'ymiş. Bir kez onu uyarırken isimle hitap ettiler, onda da "Ayşe ne salak karısın" diyerek seslendiler, kendi aralarında bile bu şekilde konuşuyorlar.
Kenan Kabak şimdi Samsun'da görev yapıyor. Gittiğinin ikinci haftası hastane bastı. Hastane grevini dağıttı. Bu adam kadrolu işkenceci.
S.T.: Onun dışında TEM girişine kırk dakikada geldik, yaklaşık 6-7 otobüs. TEM'in girişine geldiğimizden itibaren girişimiz dört saat sürdü. On beş dakikalık mesafeye, ayağımızı attığımızda varacağımız yere girmemiz dört saati buldu. O saatler içerisinde, TEM'in kapısında hepimizin ağzını burnunu kırdılar. Kamera vs. korkusuna içeride bir şey yapamayacaklarını biliyorlardı.
Tutuklu geçirdiğimiz 6,5 ay içinde her yerde şikayetçi olmama rağmen, işkenceciler hakkında hala açılmış bir soruşturma yok. Alenen işkence yapılıyor ancak soruşturma açılmıyor, bu konuda da hiçbir sıkıntıları yok.
O.G.: Televizyonda çıkmayan görüntüler izledim. Kenan Kabak almış eline mikrofonu, "Polise tepki gösterenleri de alın" diyor. Polise "N'apıyorsunuz çocuklar, böyle davranılır mı?" diyen 55 yaşındaki teyzeyi sokaktan otobüse alıp on dakika dövüp salıyorlardı. Akli dengesi yerinde olmayan vatandaşı dövdüler. Ve bu görüntüler internette var ama televizyonda yayınlanmıyor.
S.T.: Dilşat Aktaş'ın durumu da malum. Alenen linç ediliyor. Öldü diye bırakılıyor. Kızılay'ın ortasında olmasına rağmen hiçbir görüntüsü yok.
Size otobüste işkence yapılırken, avukatlar nerede?
O.G.: Bu sırada onlar da bizi bulmaya çalışıyorlarmış. Kenan Kabak "Adli Tıp'a götürdük" diyor. Adli Tıp için bile dört saat uzun bir süre. Bu kadar uzun sürünce avukatlar otobüslere girmek istiyorlar. Bu sefer avukatları da darp ediyorlar. Dört avukat şuan davalık. "Sen avukatsan biz de polisiz" diyerek silah çekmişler.
S.T.: Biz de bu sırada içeride haberleri alıyorduk. "Sizinkiler kapıda, ama biz onları göndermesini de biliriz" diyorlar bize. Avukatların kapıda olduğunu söyleyip dövüyorlardı. Dört saat sonunda Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu nasıl yaptı etti tam da bizim otobüse girerek bize "Kaç saattir buradasınız " dedi, dört saattir otobüste tutulduğumuzu, işkence gördüğümüzü söyledik. Bunun üzerine polisler, hemen plastik kelepçelerimizi kesmeye çalıştılar. Ancak böyle girebildik TEM'e, yakalandılar da ancak öyle kurtulduk.
Peki cezaevinde size karşı bir şiddet söz konusu oldu mu? Gardiyanlar veya diğer mahkumlar tarafından?
S.T.: Gardiyanlardan beni taciz edenler oldu. Onun dışında sakalım zorla kesildi. Bunu çok yansıtamadık, iddianame vesaire başka şeylere odaklanmıştık. Bir gün beni yirmi gardiyan yaka paça aldılar, kavga dövüş sakalımı kestiler. Gerekçe, idarenin talimatı. Ancak içeride herkes sakallı dolaşıyor. Böyle bir talimat yok, bana karşı yapılmış bir şeydi yalnızca. "Herkes kestirirse ben de kestiririm, ya da beni bırakın kendi jiletimle keserim" dedim. Keyfi bir uygulama olduğunu söyledim ama üzerime çullanmaya çalıştılar yaka paça berbere götürdüler.
O.G.: Biz L Tipinde adli suçlularla kalıyorduk. Bizim koğuşa gönderilen tiplere gardiyanlar "Sizin koğuşta terörist var" diyerek uyarıyorlardı. Adlilerle kalmamız da ayrı bir hikaye zaten. Bizim koğuşa gelen 3-4 gün bizimle konuşmuyor, uzak duruyordu. Koğuşun içinde tecrit edilmeye çalışıldık. Keza aynı şey Ömür Çağdaş Ersoy'un başına da geldi Çocuk Cezaevinde. Önceden koğuşa söylüyorlar "Terörist geliyor buraya kavga etmeyin" diye ama yol veriyorlardı aslında.
İçerideyken ne hissettiniz peki, bu iddianameyle, bu delillerle suçlanıyor olmak ne düşündürdü?
S.T.: Açıkçası ben çok korktum. Bütün bir muhalefeti kriminalleştiren ağır bir şekilde her şeyi terörle yaftalayan, hiçbir delile de gerek duymadan, kılıfını bile hazırlamadan minare çalma hali bu. Bu kadar pervasız iddianame hazırlanıyorsa, yargının zeminin buna uygun hale geldiğini düşündüm. Genel toplumsal muhalefet adına korktum. Ozan'la da arada mektuplaşıyorduk ve şunu söyledik, buradan bir ceza çıkarsa CHP bile illegal hale gelir. Bundan sonra hiçbir şekilde yasal bir sol siyaset yürütmek mümkün olmayacak diye düşündük.
O.G.: İddianameyi tartışıyorduk aramızda. Dört buçuk ayda iddianame çıkmış, bekliyorsun ki iddianamede elle tutulur bir şey olsun. Bir telefon kaydı olur oradan komplo yaratılır diye bekliyorduk. Böyle şeyler de yok. İddianameye dair kurguyu oluşturamıyorduk. Çıkar mıyız ? Bu iddianameye göre çıkmamız lazım diyorduk. Bir yandan da iddianameyi görünce hukuka güvenimiz o kadar azaldı ki, tahliye çıkmaz diye düşünmeye başladık.
Siz beklemiyordunuz yani tahliyeyi?
O.G.: Beklemiyorduk, çünkü vatandaşlar bizi içeride tutmayı kafalarına koymuşlar diye düşünüyorduk artık. İçeri girişimiz o kadar komik ki. Nöbetçi mahkeme 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ydi. Terör örgütü adına faaliyet yürütmekten suçlanıyoruz ve hiçbir delil yok. Bizi tutuklayan nöbetçi hakim de delil olmadan suçlanmamıza güldü ve terör örgütü adına faaliyet yürütme şüphesini düşürdü. Bu defa da "2911 Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ve kamu malına zarar vermekten tutukluyorum sizi" dedi, e o da görev alanında değil. Özel yetkili mahkemenin alanına sokabilmek için "Bu, şüphelerin ortadan kalktığı anlamına gelmez, içeride yattığınız süre boyunca terör örgütü ile aranızdaki bağlantıyı araştıracağım" dedi böylece tutuklanmamızı yine kendi görev alanına sokmuş oldu. Özel yetkili mahkemeye çıkıp, terörden düşüp, 2911 ve kamu malına zarar vermekten tutuklanan ilk insanlar bizleriz.
İçerideyken dışarıya dair en çok neyi özlediniz?
S.T.: Nilüfer ve nargile. (gülüyor) Kız arkadaşımı özledim.
O.G.: Yaralama ve cinayet koğuşunda kaldık. Muhabbet etmeyi özlemiştim ben. "Ayaklarımızı uzatalım da şöyle bir film izleyelim, napıyon ne ediyon, bizim okulda vizeler, finaller şöyle" diye konuşmayı, o rahatlığı özledim.
Siz içerideyken medyanın ve kamuoyunun size karşı olan ilgisini nasıl karşıladınız? Gazetecilerle mektuplaştınız, size kartlar yollandı. Ne düşünüyorsunuz bu alakaya ilişkin?
O.G.: Bu ilginin tek sebebi gazetecilerin konuyu çok kritik olarak algılamasıyla alakalı değil. Dışarıda bu işe kamuoyu oluşturmak adına koşturan çok büyük bir ekip var, bu ekip aslında bunu yapmaya zorladı. İstanbul'da bizim için ayrı bir basın ekibi oluşturulmuş, demokratik kitle örgütleri gezilmiş ve desteğe zorlanmış.
S.T.: Televizyonda veya yazılı basında görünmek, meşruluğumuzu da arttırdı aslında. Adlilerle yattığımız için onların tepkilerinden de bunu anlayabiliyorduk. "Medya da sizi tutuyor siz çıkarsınız" diyorlardı bize. Onların üzerinde olumlu etki yaratıyordu.
Samanyolu TV falan bizi terörist ilan etmiş. Çıkınca öğrendim, o basın gruplarının basın politikası zaten belli ama bu kadar alenen hedef gösteren yayınlar da içeride etki yaratıyordu tabi.
O.G.: Bu tutuklu öğrenci, gazeteci mevzusu belli bir birikme yarattı Türkiye'de. Bizim olay Berna ve Ferhat skandalının hemen üstüne geldi. Onlar salınıyor, bizim iddianame geliyor. Diğer yandan, Cihan Kırmızıgül'ün davası geliyor. Bu belli bir birikim yarattı, bu yüzden basında daha fazla yer buldu denilebilir. Biz ilk defa tutuklanan öğrenciler olsaydık, ilgi daha az olurdu diye düşünüyorum.
Bir sonraki duruşmadan ne bekliyorsunuz?
S.T.: Bu dava uzun sürer. Bir sonraki duruşmada sanırım kitapları suç delilinden çıkaracaklar artık. Hakim utandı çünkü.
O.G.: Bizim duruşma uzadı biliyorsun, hakim "Dava uzadı artık, kitap alıntılarını geçelim" diyordu.
S.T.: Hakim kendine yakıştıramadı bu kadar kof bir iddianameyle karar vermeye. Kendi kariyerine yakıştıramadığını düşünüyorum. Az buçuk hukuk etiği olan bir insanın o iddianame üzerinden hakimlik yapabilmesi zaten mümkün değil. Buradan yine ceza çıkarmaya çalışacaklar, ortada örgüt olmadığının herkes farkında, bizim aramızda espri konusu oldu. Yoktan bir örgüt yarattılar ondan suçlamaya çalışıyorlar ama örgüt olmasa da kamu malına zarardan, yaralamadan, gösteri yürüyüşlerinden oradan buradan bir ceza çıkaracaklardır diye tahmin ediyorum.
O.G.: THKP-C, Devrimci Yol, Devrimci Gençlik. Üçünü birleştirip bir örgüt yaratmaya çalışmak sol içinde bir geyik konusu oldu. Sadece birinin üyesi olmak anlaşılabilir ama üçünün birden üyesi olmak gerçekten komik.
Dün de Baran ve Ali Deniz'in duruşması vardı, tahliye edilmediler örneğin. Bir sürü öğrenci, gazeteci içeride. Ne olacak böyle sizce?
O.G.: Yeni bir terör konsepti yaratmaya çalışıyorlar, tutarsa yandık, tutmazsa onlar yandı.
Yanarlar mı sence?
O.G.: Kriz kapıda, hak talepleri daha militan hale gelecek. Sokak değişecek. Bunun farkındalar ve bu yüzden yeni bir terör konsepti yaratmak zorunda hissediyorlar. Ulaşım zamlarının geri alınması ve parasız eğitim talebi gibi basit hak talepleri iddianameye girmiş. En meşru talepler terör konseptine oturtulmaya çalışılıyor. Oturtamazlarsa, sokak başka bir canlılık içine girer. Ya en ufak miting eyleme katılanlar iki üç ay yatacak ve bu Türkiye'de sindirilecek, ya da sokak bambaşka bir hale gelecek.
S.T.: Sokağı bir de yalnızca öğrenci hareketi olarak görmemek lazım. Erzurum Tortum'da başörtülü teyzeler jandarmaya taş attılar. Bu hükümet açısından korkunç bir şey, halkın militanlaşması bu adamların en büyük korkusu.
Tüm bunlar Bush Doktrin'inin doğal uzantısı, terörist kavramını iyice muğlaklaştırıp, terörist her yerde olabilir, taşın altından da çıkabilir diyerek yeni bir konsept yaratıyorlar. Uyurken bile terör örgütü adına faaliyet yürütebilirsin o zaman. İşi buraya kadar getirmek istiyorlar.
Bizim yapacağımız şey Hopa Davası'ndaki birlikteliği, toplumsal muhalefeti yaygınlaştırmak. Kol kola giremiyorsak da omuz omuza duralım. Hepimize vuruyorlar ve omuz omuza durarak vurmayın durun diyelim. Birimiz yalnız kaldığımızda onun üstüne çullanıyorlar. Adliyenin önünde o gün kimse olmasaydı, basın da takip etmeseydi, biz daha uzun süre yatabilirdik. (MAF/HK)