Ancak onlardan önce hemen girişte "çok satanlar" ın bir araya getirildiği, sergilendiği bir bölüm daha vardır. Dış görünümleriyle diğerlerinden daha albenili, renkli ve cilvelidirler.
Satış ihtimalleri yüksek bu kitapların sayfalarını karıştırmaktan, kokularını duymaktan, onlara dokunmaktan haz almaktan çok daha başka bir şey, ilk izlenimdir. Yani ilk gördüğünüz andaki etkilenme.
Çok cüretkar ve belki de haksız bir genelleme sayılabilir ama bu kitapların büyük bir kısmının kapaklarında yazarlarının fotoğrafları bulunur. Belirli bir poza hapsedilmiş duruşlar. Ama en çok yüzler.
Bir objektife bakan sevimli, kibirli, uzak yada yakın, neşeli, hüzünlü bakan gözler. Farklı mimiklerle kasılmış, mütemadiyen yukarı doğru kıvrılmış yüzler.
Okuru çeken, onu kitabın içine çağıran, davetkar beden dili. Merakı kışkırtan bir dil. Bu dili kullanan yazarın kendisiyse eğer, kitap kapaklarından yalnızca objektife bakıyor demektir. Birbiri ardına dizilmiş satırların arasından okuru izleyen yazarın tedirgin edici ruhani gözleri değildir. Nesneleşmiştir çünkü.
Ancak burada "nesne kitaptan" dan farklı bir şeyden bahsediyorum. Yani bir süre önce çıkan "Beşpeşe"nin eskiye dair olanları çağrıştıran plastik kapaklı deneyselliğinden değil mesela.
Yazarlarını tanıyor olmamıza rağmen (üstelik bir yazarı görüntü vermekten veya fotoğraflanmaktan kaçınmıştı) kitap kapağında görselliklerine yer verilmemişti.
Ece Temelkuran'ın gazetedeki köşesinde yeniden ve her gün üretilen yüzü yakın zamanda çıkan kitaplarının kapaklarında kullanılmıştı. Somut olanın dışında eleştirel göndermeler içeren böyle bir yöntem de ayrı bir örnek teşkil eder bu konuda.
Ama diyelim ki, ölen yazarların kitaplarının kapaklarında kullanılan fotoğrafları kendi bilinçleri ve denetimleri dışında olduğundan ancak kişisel bir tarihsellikle açıklanabilir, ki bu tutarlı bir şeydir.
Mesela Nazım Hikmet'i, sonradan yayınlanan kitaplarının kapaklarında yeterince görebiliyoruz. Ama bunlar prova edilmiş pozlar değildir. Kendi hayatındaki "an"lardan alıntılardır.
Başka bir örnek; felsefeci ve yazar L. Althusser, "Gelecek uzun sürer" adlı kitabının kapağında görünür bizlere. Ama o bir fotoğraf değildir artık. Geçmişte "kısa süreli bir kendini kaybetme" anında karısını boğarak öldüren bir adamın hastalıklı ama meydan okuyan halidir, açıklayıcıdır.
İşte okurla kavga eden, denetimi elinden hiç bırakmayan baskın yazarın gözleri objektife değil, bize bakıyordur çünkü.
Kitap kapaklarındaki yüzler, yalnızca "çok satanlar" için geçerli değildir elbette. Diğer kitaplarda da yazarları görürüz, onları merak etmekten kurtuluruz.
Yüzlerinde taşıdıkları manaya bakarız, sonra belli yargılara varırız. Böylece tahayyül ettiğimiz görsel ayrıntıların somutlaşmasıyla, yazılı metinlerin sessizliğini okuyarak değil, "bakarak" kırarız.
Bu da bir bakıma yazar ile okur arasındaki iletişimin o kendine has esrarını zedeler. Trevanian yazdığı romanlardan başka hakkında doğru düzgün bilgi edinilemeyen bir yazar. En çok bildiğimiz romanlarında adı sıkça geçen Bask bölgesi.
İnternette "Trevanian nihayet fotoğraflandı" gibi bir haber okuyup o sayfayı açmaya çalışırken buldum kendimi geçen gün. Merak içimizde...
Ama tüm bunların ötesinde günümüzde yaşayan bir yazarın kitabı ister çok satsın yada başka bir yazarın kitabını okuyabilmek için çok uğraşmamız gereksin, bu yazarları görebilmenin hayati bir önemi yok.
Çünkü okuduğumuz her ne ise, o sayfaların yazılma sürecindeki huzursuz, zorlu ve zevkli anların, almak istersek bize ulaşan tüm bilginin, düşüncenin, hayal gücünün yazarın bedeninden çıktığı gibi bir gerçek vardır.
Ve yazar onu uyutarak, sevdiği şeyleri yaptırarak dinlendirebilir, yatıştırabilir. Ancak tüm bunları gerçekleştiren bu bedendeki ruh ve akıldır. Denetlenmeye ise hiç gelmezler.
Son olarak, kitapçılara girdiğinizde size kitap kapaklarından bakan yazarları biraz da görmezlikten gelin, belki o zaman tüm bu ticari döngünün içinde kaybolup gidenlerin gerçek değerlerini anlayabilirsiniz.(TBÖ/EÜ)