Televizyon ekranında "Hoş geldin 2004" cümlesi havai fişek görüntüleri arasında yanıp sönerken, ben "tombalaaa!" diye bağırıyordum.
2005'e girmek kimsenin umurunda değilmiş gibi tombala oynamaya devam ettik. Numaralar çekildikçe, "1. çinko!", "2. çinko!", "tombala!" diyen hep ben oldum. Sonunda kiminin parası bitti, kiminin uykusu geldi, bazıları kaybettiği için, bazıları hep ben kazandığım için kızdı. Oyun bitti. Dağıldık.
Kabataş'a çay içmeye giderken, yeni yılın ilk sabahı olmak üzereydi. Ve her zaman yaptığım gibi düşünüyordum araba kullanırken: Neden yeni yılın ilk saniyelerinde tombala yapmak, eski yılın son saniyelerinde tombala yapmaktan farklı bir şeydi?
Bu yıl çok güzel geçecek, diye düşündüm.
Çok güzel geçti.
Kabataş'ta garsonlarla tavla oynadım; hep ben kazandım. Yeni yılın ilk çaylarını tavladan kazanmış oldum.
Şans diye bir şey varsa eğer, tombalayla başlayan şansım, tavlayla devam etti.
Kitabım çıktı.
Kimsenin beklemediği kadar ilgi gördü. Ayrımcılık bu kadar çokken, gördüğü ilgi beni de şaşırttı.
En çok konuşulanlardan biri oldu.
Kimi "Yılın şampiyonu" ilan etti.
Kimi de, "Güneşin altında yeni bir şey yok," diyenlere, "Evet, belki güneşin altında yeni bir şey yok, ama gün ışığında olmasına rağmen görmediğimiz/göremediğimiz/görmezden geldiğimiz şeylerin de var olduğunu, her zaman 'yeni' bir şeyler yapılabileceğini gösteren yazara sonsuz teşekkürler." dedi.
Radikal Kitap'ta Necmiye Alpay, "Dünyanın her yerinde okunacak bence bu kitap," diye yazdı.
Çok mutlu oldum.
Her yıl olduğu gibi, 2004'te de çok düştüm. Çok ağladım. Her düşüşümde Samuel Beckett'i hatırladım.
"Hep denedin,
Hep yenildin.
Olsun...
Yine dene,
Yine yenil.
Daha iyi yenil."
Onun dediklerini kendimce tercüme ettiğim için belki de, artık daha az acı verici hale geldi düşmelerim.
"Hep düştün,
Hep kalktın.
Korkma...
Yine düş,
Yine kalk.
Daha iyi düş."
Beckett'ten çok şey öğrendim.
Kitabım çıktıktan sonra ilk hatırladığım, onun "Mutsuzluktan daha hoş bir şey olamaz," lafı oldu.
Üniversiteye başlayana kadar Zeytinburnu dışına çıkmadığım için, ben hayatı kitaplardan öğrendim, derdim.
Çok gezip, çok yaşadığımı düşünürken, hayatın öğrenilen bir şey olmadığını, öğrendiklerimin öğrenemediklerime kıyasla lafı edilmeye değmeyecek şeyler olduğunu da kitaplar sayesinde öğrendim.
Yeni yıl hediyesi telaşına düşenleri görünce, hediye edeceğim kitapları düşünmeye başladım.
Kitap güzel bir hediyedir.
"En iyi hediye kitaptır," demiyorum. Lütfen aradaki farkı gözden kaçırmayın.
Hediye olarak seçtiğim kitapları, meraklılarına tavsiye ederim.
Ancak, şiddetle tavsiye etmiyorum. Çünkü şiddetsiz bir dünya istiyorum.
Karikatürleriyle beni hala güldürdüğü için, Feyhan Güver'in "Bayır Gülü", Leman Basın Yayın.
Annem Çorlulu, babam Muratlılı olduğu için, oraların geçmişini öğrenmeme yardım ettiği ve sevdiğim yemeklerin tariflerini yazdığı, yeni lezzetlerle tanıştırdığı, hem ağlatıp hem güldürdüğü için, "Sofranız Şen Olsun", Takuhi Tovmasyan Zaman, Aras Yayıncılık.
Kendimi kötü hissettiğimde okuduğum her zaman, şaşmaz bir şekilde iyi hissetmemi sağlayan William Saroyan'ın, "Yetmiş bin Süryani", Aras Yayıncılık.
Sorgulamaya, sadeleşmeye, değiştirmeye, kendime dair yeni sorular sordurduğu için, "Finistire'de Suyun Fiyatı", Bodil Malmsten, Nokta Kitap.
"Koleksiyoncu" ve "Fransız Teğmenin Kadını", John Fowles, Ayrıntı Yayınları.
Bilge Karasu ve Murathan Mungan aralıklarla okuyup, her zaman yeni şeyler bulduğum ve çok şey öğrendiğim iki yazar olduğu için ikisinin de tüm kitapları, Metis Yayıncılık.
Yine Metis Yayıncılık, Fethiye Çetin'in "Anneannem".
Aslında Metis ve Aras Yayıncılık için, tüm kitapları güzel birer hediyedir diyebilirim. Yaşadığımız dünyaya ve insana dair çok şey öğrenebileceğimiz kitaplar yayımladıkları için.
İçeriğin yanı sıra, kitaplara ve okura gösterdikleri özen nedeniyle de her zaman hediyelik eşya dükkanı gibi gidilebilir yerler oldukları için.
Hoş gelsin 2005. Kitaplar getirsin bize...
(NG/YS)