Kışladağ, Uşak ilinin Eşme ve Ulubey ilçeleri arasında kalan, Eldoradogold-Tüprag şirketi tarafından altın çıkarılan dağın adı. Burada 2006 yılından bu yana 450 metre derinlikte ve 1000 metre çapında bir alanda 70 bin ton siyanür kullanılarak altın çıkartılıyor.
Bianet'e konuşan "Kışladağ'dan Mektup Var" kitabının yazarı Muammer Sakaryalı, Kışladağ'ın artık viran bir halde olduğunu, mücadelelerinin de gücünü bu viran halden alması gerektiği görüşünde
* Kışladağ'da altın arama süreci nasıl ve ne zaman başladı?
Esasında şu an Türkiye'de altın, gümüş, nikel gibi madenlerin olduğu her yeri Maden Tetkik Arama (MTA) biliyordu; onun kayıtlarında var. MTA bu çalışmaları genelde yapmış. Hangi dağda hangi maden var ve tenoru ne kadar biliniyor. Kışladağ'da da biliniyor. Ama çok düşük tenorlu olduğu (ortalama bir tonda 1.23 gram altın) için madenden sayılmıyor, ekonomik bulunmuyor. Rezerv büyük olduğu için ve şimdi ekonomik maliyeti çok düşük olduğu için altıncılar çok büyük kârlar sağlıyor.
Kışladağ'da 2003 yılında ÇED raporu, 2004 yılında inşaat ruhsatı aldılar ve 2006 yılının ilkbaharında deneme üretimine geçildi.
* Kitapta 12 Eylül darbesinin psikolojik etkilerinin Kışladağ'da da devam ettiğinden bahsediyorsunuz. Ne gibi psikolojik tehdit ve baskı altındasınız?
Önce bir saptama yapayım: 12 Eylül 1980 darbesinin en yoğun baskı uyguladığı illerden biri de Uşak'tı. Çünkü 1980 öncesinde Uşak'ta anti-faşist direniş mücadelesi çok yaygındı. Kışladağ bölgesi civarındaki köylerin birçoğunda devrimci çalışmalar yürütülüyordu. O nedenle 12 Eylül'ün baskısı, şiddeti çok yoğun oldu. Kışladağ civarındaki köylerin hemen hepsinde o dönemde işkenceli sorgulardan geçen, yargılanan, yıllarca hapis yatan insanlar vardır.
Şimdi de ikinci saptama: 12 Eylül rejiminin toplumda yarattığı korku 1990'ların sonuna dek kendini bir biçimde hissettiriyordu. Köylerde gece gündüz jandarma dolaşıyordu, kahve basıyordu; 12 Eylül döneminde yaşananlar hatırlatılıyordu, düzeni-yetkiliyi eleştiren "terörist" damgası yiyordu. Hatta 2003-2004 yıllarında muhtarlara görev verilip 12 Eylül döneminde bir biçimde sorgudan geçmiş her insandan ikişer adet fotoğraf istenmişti.
Altın madenine karşı çıkan, "bu maden toprağımızı havamızı zehirler mi?" diyenler bizzat dönemin valisi tarafından "vatan haini", "terörist" yani düşman ilan ediliyordu. Hatta Uşak Barosunun bu tutumu eleştiren basın açıklaması olmuştu.
Madene karşı çıkanlar terörist ilan edildi
* Kışladağ'da Bergama gibi bir direniş olmaması için devlet ne gibi baskı politikası uyguladı?
Bergama köylü direnişi birçok bakımdan ilkleri içerir ve 12 Eylül sonrasında görülen en kitlesel direniştir. Bu direniş, ülkeye Özal'ın Enerji Bakanı Faralyalı tarafından çağrılan uluslararası altın şirketlerini ve devleti çok rahatsız etmiştir. Öylesine rahatsız etmiştir ki, konu MGK gündeminde görüşülmüştür. Bu görüşmenin sonucunda uygulanan psikolojik savaş yöntemleriyle, bu köylü hareketi hakkında kuşku halesi yaratılmış, "dış güçler tarafından kullanıldıkları" iması etkili olmuştur. Hala daha o etki kırılabilmiş değildir.
İşte bu olaydan ders çıkaran devletimiz ve Tüprag şirketi, daha baştan itibaren "halkı ikna etmek için" birlikte çalışmaya başlamıştır. Çalışmaların başında kaymakamları ve diğer bürokratlarıyla beraber zamanın Uşak valisi vardır. Gazetelere demeçler vererek, köy köy dolaşarak "Madene karşı çıkanların vatan hainleri, teröristler" olduğunu söylemiştir. "Karşı çıkanların ezilip geçileceğini" söylemiştir. Özellikle madene yakın olan ve ilk karşı çıkan Bekişli Köyü'nde, jandarma terörü estirilmiş, köye çağrılan bir doçent, bir avukat, bir gazeteci ve onlarca köylü gece köy kahvesinden alınıp sorgulanmış ve yargılanmışlardır. Yerel mahkeme tarafından hapis cezası almışlardır.
Daha sonra İnay köylülerine birçok dava açılmıştır. O güne kadar yapılmayan tecrit uygulamaları başlamıştır.
* Kitabınızda, bu süreçte sendikanın tutumunda da şikâyet ediyorsunuz...
Altın madenlerinde şimdi başka bir sendikacılık türemiştir. Bu sendika patronun yanında davalara müdahil olur, Dikili'de panel basar, ÇED toplantılarında patronun hazır kıta görevini görür.
Bu sendika Kışladağ'da da örgütlüdür. İşverenin kamuoyu oluşturma çabalarının hazır gücüdür. Kışladağ'da maden Danıştay kararıyla kapalıyken, Uşak'ta Valilik önünde miting yaparak madenin açılmasını istemişlerdir. İşçilerin düzene karşı atmaları gereken "Ekmek yoksa barış da yok" sloganını bize karşı atmaktadırlar. Sanki onların ekmeğini çevreciler engelliyor! Sanki memlekette işsizliğin sorumlusu yaşam savunucuları!
"Kadınlar en önde olmak üzere, tüm İnaylılar direnişe geçti"
* Yöre halkının tepkisi nasıl gelişti?
Altın madeninin çalışabilmesi için suya ihtiyacı var. Madene 13 km uzaklıktaki bir akiferden su getiriyorlar. Yeraltı suyumuz kıt bizim. O suyu kullanıyorlar. Ve o su İnay'dan geçmek zorunda. İşte orada dananın kuyruğu koptu. İnaylılar, su yolunu kendi arazilerinden geçirtmek istemediler. Hiç kimse özel arazisini satmadı.
Meradan geçirmek istediler. Köylüler ona da razı olmadı. Devlet hazine arazisini verdi, mera vasfındaki kimi yerleri mera vasfından çıkardı. Orman alanlarına devlet izin vermiş zaten. Fiili engelleme gündeme geldi. Kadınlar en önde olmak üzere tüm İnaylılar direnişe geçti. Üç gün iş makineleri çalışamadı. Sonunda jandarma bizi ezerek şirkete yol açtı. Tutuklanalar oldu. Mahkemeye verildik. Hala süren mahkemelerimiz var.
Madenin açılması kitlesel olarak protesto edildi. 2006 Haziranında başlayan deneme üretimi sırasında Eşme'de yüzlerce insan zehirlenmişti. O zehirlenmeleri hatırlatan dövizlerle madene giden yol tutuldu. Ama madeni açılışını yapan bakan Hilmi Güler, helikopterle indi. Sonra duyduk ki, açılış konuşmasında "Bir avuç çapulcuya pabuç bırakmayız, zengin madenlerimizin fakir bekçisi olmayız" gibi şeyler söylemiş.
* Madenler çevreye ve sağlığa zarar verdiği için bir kesimin tepkisini çekerken, bir kesim de "ekmek kapısı" olarak görüyor. Kışladağ'da böyle bir bölünme yaşandı mı?
Gerçekten bizim oralarda tarımla ve hayvancılıkla geçinmek zorlaşmıştı. İnsanların çoğu şehirlere çalışmaya gitmişti. Evine ekmek, tuz götürememe kadar onur kırıcı bir şey yoktur. Çaresizlik, yoksulluk nedeniyle bazı köyler "ekmek kapısı" açıldı diye sevinmiştir de. Hasılı madende çalışanlar/isteyenler, istemeyenler olarak bölündü köyler. Hatta o kadar bölündü ki birbirlerinin düğününe, cenazesine gitmeyecek kadar kırıldılar.
Her yerde aynı yalan: "Memleket kalkınıyor"
* Kışladağ ile Bergama süreçlerini karşılaştıracak olursak, ne gibi tespitler yapabiliriz?
Bergama'daki rezerv azdı ve direniş sayesinde tankların içinde altını siyanürle ayrıştırdılar. Kışladağ, Bergama'nın on katı büyüklüğünde bir alan ve açık ocakta ayrıştırma yapıyorlar; 70 bin ton siyanür kullanılıyor. Gerçi Bergama'yı da Kışladağ'ı da terk etmeyecekler. Şimdi Bergama'ya dışarıdan cevher geliyor. Kışladağ'a da İzmir-Efemçukuru'ndan cevher gelecek. Oralarda da yaşam bitiyor.
Biz Bergama gibi, "pek çok köy" olamadık. Bir köy topyekûn direndi, bir de diğer köylerden kısmen katılımlar oldu.
Bergama'da da Kışladağ'da da hukuken kazanılmış davanın arkasından dolandılar. Her yerde aynı tekerlemeleri söylüyorlar: "Memleket kalkınıyor" filan diyorlar. Kalkınan da büyüyen de altıncılar. Bize de kirli toprak, zehirlenmiş yaşam alanı, yıllarca kusacak zehir yığınları armağan ediliyor.
* Altın madeni halkın sağlığını nasıl etkiledi?
Halkın önce ruh sağlığını etkiledi. Bilim adamlarının bir bir zararını anlattığı madene "devlet nasıl izin verir?", "Bu devlet kimin devleti" gibi yararlı sorular aynı zamanda ciddi travma yarattı. Arkasından sürekli bir endişe hali içinde yaşadık. Bu zulümlerin en büyüğü değil mi? Önce Eşme'de yaşanan zehirlenme ve devletin bu olayı örtmeye çalışması, ardından İnay'da ve başka köylerde yaşanan anomalili ve ölü doğan ve hala da devam eden koyun kuzu ölümleri endişeyi iyice arttırdı.
"Yalnız değiliz; doğa ve tarih bizimle"
* Altın madenin kapatılması için yürüttüğünüz mücadeleden kısaca bahseder misiniz?
Bir yandan hukuki mücadele sürdürürken, diğer yandan kamuoyu duyarlılığını arttırıcı eylemler, etkinlikler sürdürdük ve devam ediyoruz. Basın açıklamaları, mitingler, yürüyüşler... Bu süreçte biz de çok şey öğrendik. Bizim köyde altın madenine dünyalı bir gözle bakılır oldu. Benim kaleme aldığım kitap beş yıllık sürede yüzlerce etkinliğin özetinin özeti gibidir. Birçok belgeyi, fotoğrafı vb kullanamadık bile.
Tutanak tutmayı, belge oluşturmayı, kamuoyunda haber olmayı öğrendik. Çünkü medyada yazılmazsanız duyulmuyorsunuz, bilinmiyorsunuz. Yalnızca köyde, maden civarında, Uşak'ta değil, İzmir'de Ankara'da İstanbul'da da etkinlikler yaptık, etkinliklere katıldık. Deneyim paylaştık. Daima da öğrendik. Madeni altı ay kapattırdığımızda yürütülen mücadelenin işe yaradığı fikri pekişti. Mücadelenin boşa gitmediği düşüncesi mayalandı.
* Bugün gelinen aşamadan söz eder misiniz?
Kışladağ viran olmuştur. Kesilen binlerce ağaç, bozulan ekosistem, 450 metre derinlikte ve 1000 metre çapında oluşmaya başlayan içi ağır metalli açık ocak, onlarca pasa dağı ve o pasa dağlarından süzülen ağır metallerin yaşam döngüsüne karışması, binlerce dönümlük içi kimyasal dolu alan, atmosfere karışan hidrojen siyanür...
Dava Danıştay'ın önündedir. Sonuç nasıl olursa olsun hukuk işe yaramaz hale gelmiştir. Artık mücadele meşruiyetini, fiili "viran" durumdan almak zorundadır.
Yaşam alanımızın mahvedilmesine karşı mücadele etmek için haysiyetli ve vicdanlı olmak yeter. Kaldı ki artık ülkenin hatta dünyanın dereleri, kültürel varlıkları, ormanları, suları çığlık çığlığadır kapitalist saldırganlığa karşı. Yani yalnız değiliz; doğa ve tarih bizimle...(EKN/EÖ)