"Muhterem üstad Refik Halid Beyefendiye,
... Mezkur idarenin eksi bir mensubu ve PTT mesleğinin fahri müdafii ve daimi gönüllüsü sıfatıyla Mütareke devresinde bu idarede şahit olduğum bir hadiseyi zatı alinize hatırlatmayı arzu ediyorum.
Malumunuz olduğu üzere, Mondros Mütarekesi'ni müteakip itilaf devletleri orduları muhtelif istikametlerden topraklarımıza girmek suretiyle yurdumuzu yer yer işgale başlamışlardı. Bu işgal sıralarında PTT merkezlerindeki muhaberata ve mevcut evraka da vaziyet edileceği düşünülerek devlet muhabere evrakının düşman eline geçmesini önlemek maksadıyla, Mehmet Emin Bey tarafından bütün merkezlere, makam adına telgrafla tebligat yapılarak mevcut resmi evrakın, telgraf kopya ve asıllarının kamilen imhası lüzumu bildirilmişti." (Refik Halid Karay, Minelbab İlelmihrab, Mütareke Devri Anıları, İkinci Baskı, İnkilab Kitabevi, İstanbul, Sayfa 271-2)
Sadık Durukan bey, daha sonra, bu telgrafın bir suretinin İstanbul'daki Divan-ı Harbi Örfi'nin eline geçtiğini aktarıyor: Daha sonra, Mahkeme, imha edilen telgrafların "tehcir ve taktil" işiyle de ilgili olduğu şüphesi ile dava açmak istiyor ve fakat Refik Halid Bey buna engel oluyor.
Daha önce bu doğrultuda açılmış başka davalar hakkında bilgi aktarmıştım ve ayrıca Dahiliye Nezareti'nden de bölgelere, "belgeleri imha edin" diye bir tamimin gittiğini ve bunun İngilizler tarafından ele geçirildiğini söylemiştim.
Bütün bu bilgileri hangi nedenle aktardığıma gelince; savaş dönemine ilişkin belge ve bilgiler, sadece ve sadece İstanbul'da imha edilmemiş, tüm vilayetlerde benzeri imha işi yapılmıştır, bunu göstermek istedim. İş bunun da ötesinde. Bu dönemde çeşitli görevlerde bulunmuş insanlar da ellerindeki belge ve bilgileri imha etmişlerdir. Üstelik daha ileriki yıllarda, anılarını yazdıklarında ellerindeki bilgi ve belgeleri imha ettiklerini söylemekten çekinmemişler, açık açık yazmışlardır, iki örnek vermek istiyorum.
Birinci isim, Ali Münif Bey'dir. Önemli bir ittihatçı lider olan Ali Münif Bey, kaymakamlık, valilik gibi çeşitli idari görevler yanı sıra, son ittihat ve Terakki kabinesinde Nafia (Bayındırlık) Bakanı olarak da görev yapmıştır. Adana tehcir olaylarına katıldığı için tutuklanmış, daha sonra Malta'ya sürülmüştür.
Bakan olduğu sırada evine, Madam Çeçeyan isminde tanıdık bir Ermeni bayanı çocuklarına dadılık yapması için alır. Madam Çeçeyan, kocasını ve oğlunu tehcirde kaybetmiştir. Ali Münif Bey, hakkındaki soruşturma dosyası hakkında bilgi sahibi olduğu zaman, evindeki bazı belgelerin bu bayan tarafından çalınıp, dönemin idarecilerine verildiğini öğreniyor.
Kadının, evinde belge bulmuş olmasına Ali Münif Bey çok şaşırıyor. Çünkü, "evinin aranacağı haberini" almış önceden ve elinde ne var ne yoksa imha etmiş. "Mühim birşey bırakmadığı(n)ı" zannediyor. Ama imha etmeyi unuttuğu evrak da varmış. Şöyle diyor "Esasen, daha mühim evrakı zamanında imha ettiğim halde, bunu bavulun küçük cebinde unutmuşum.... imhasını unuttuğum bu vesika aleyhimde suç delili olarak kullanılıyordu." (TahaToros, Ali Münif Bey'in Hatıraları, İSİS yayınları, istanbul 1996, s. 96-7)
Ali Münif in sözünü ettiği belge ise, Adana'dan sürülecek Ermenilere ilişkin hazırlamış olduğu bir listedir.
İkinci isim, Ahmet Rifat Çalıka'dır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Adalet Bakanı olarak da görev yapmıştır. Anıları büyük oğlu Hurşit Çalıka tarafından yayınlanmıştır.
Babasının önemli bir huyundan bahsediyor Hurşit Bey: "Onu, aynı devri yaşamış olan Türk aydınlarının çoğundan ayıran tarafı, tanık olduğu çeşitli olayları ... günü gününe not etmiş, değerlendirmiş olmasıdır. Eline geçen bazı belgeleri de, kendisinden sonra gelecek kuşakların faydalanabilmesi için saklamayı ihmal etmemiştir."
Bunları yazıyor Hurşit Bey ama çok önemli bir not da eklemeyi unutmuyor "Ne yazık ki, bu not ve belgelerin çoğunu, bundan sonra gelecek anılara önsözünde anlatacağı nedenlerle, zaman zaman ortadan kaldırmak, yakmak zorunda kalmıştır."
Sözü edilen neden basittir. Rifat Bey de İstanbul Divan-ı Harbi Örfi tarafından aranmaya başlamıştır. Ali Münif örneğinde olduğu gibi bu kendisine önceden haber veriliyor. Aynca, soruşturmayı yapan savcı, hakim ve tutuklamayı yapacak olan Jandarma Alay komutanı tarafından özel korumaya alınıyor.
Rifat Bey şunu söylüyor "Savcı bir gün Vilayete şifreli bir telgraf geldiğini, Kayseri'ye karma bir komisyon gelerek tehcir işini inceleyeceğini, şüpheli görülenler hakkında soruşturma ve kovuşturma yapacağını, evleri arayacağını ... bana bildirdi. Okul arkadaşımla birlikte eve geldik, belge ve anılarımı yaktım... Sakladığım belgeleri de 1934 Şubatında yok etmek zorunluluğunda kaldım." (Ahmet Rifat Çalika'nın Anılan, istanbul 1992, s. 7, 15-6)
Rifat Bey'i ikinci kez belge imha etmeye iten olay, Kazım Karabekir'in Erenköy'deki yalısının aranmış olmasıdır.
İşin özeti şu: Sadece İstanbul'da bakanlıklarda değil, bölgelerde de belgeler imha edilmiştir. Sadece devlet daireleri değil, bireyler de kendi ellerindeki belgeleri imha etmişlerdir.
Görüldüğü gibi, ulusça karanlığa mahkum edilmişiz. Tıpkı bir suçlunun, suç aletini ve delillerini imha etmesi gibi... Ondan sonra da, birileri, herşeyin imha edilmiş olduğu rahatlığı ile "Ermenilere hiçbirşey olmamıştır, tüm belgeler kayıtlı ve yerindedirler" diye nutuklar atabiliyorlar. Ne diyeyim, belki benim kuşağın insanları, büyüklerine ait bir takım belgeleri bir yerlerde bulur çıkartırlar da, birilerini Ali Münif gibi şaşırtır ve utandırırlar. (TA/BB)