* Film olay örgüsüne dair bilgiler içerir.
Gang-Do: "Para nedir?"
Anne: "Para?Her şeyin başı ve sonu... Sevgi, onur, şiddet, öfke, nefret, kıskançlık, intikam, ölüm..."
Gong-Do: "İntikam mı?"
Anne: "Evet, intikam."
(Kim Ki-duk’un “Acı” filminden)
Acı... Neden ve nasıl bir acıdır ki, acı yaşarken acı da yaşatabilir insan... Nasıl bir acı ki, acımadan ve acı duymadan, bir insana acı çektirebilir bir başka insan... Nasıl, nasıl bir acı ki onu bir parçası gibi sevebilecek kadar, onun için kendisini adayabilecek kadar hem acı çekip hem de acı çektirebilir.
Bir insanın acısı kaç kilo ki?... Bir insanın yaşadığı ve çektiği acısı bir başkasının acısından kaç kilo, kaç gram fazla gelebilir ki?... Peki, iki insanın acısını, kimsenin acısını kimseninkinden üstün görmeden, "eşit" olarak ölçen/tartan bir acı terazisi var mıdır ki şu hayatta?
İşte Kim Ki-duk'un sineması da acının, şiddetin, nefretin, kıskançlığın, intikamın, ölümün çığlığıdır.
Ülkesinde pek tanınmaz... Tanınsa da sevilmez... Tanınmayan, pek de sevilmeyen ve bir "sapık", bir "psikopat" olarak görülen Kim Ki-duk 1960 yılının aralık ayında Güney Kore'de yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir... Ailesinin yoksulluğu erken yaşta birçok işte çalışmasını getirir... Askerlik sonrası Fransa'ya gider... Paris'te çok kötü koşullarda yoksulluk ve acı içinde yaşar... Geçimini çizdiği resimleri satarak sağlar... Ömrünün yarısında sinema ile tanışır...
O yaşına kadar sinema nedir, ne değildir, bilmez biridir... Hatta sinema salonunda film de seyretmemiştir... 1991 yılında Paris'te bir film seyreder ve sinema yapmaya karar verir... İzlediği film Leos Carax'ın "Köprüüstü Aşıkları" filmidir... Sinema eğitimi almadan, kimsenin yanında çalışmadan, sinemada tek bir film izleyerek sinemanın bir tutku olduğunu hissedercesine 1996′da ilk filmi olan “Timsah”ı çeker... Timsah'tan bugüne aralarında "İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar", "Boş Ev", "Yay", "Zaman" "Nefes", "Rüya" gibi on sekiz film armağan eder dünya sinema tarihine.
Onun sinemasında her şey iki uçlu gibidir. Yaşam gibi... Doğa gibi... Bu iki uçlu şey amansız bir savaşın mücadelesini verir. Bir uçta ölüm varsa diğer uçta yaşam vardır... Bir uçta karamsarlık varsa diğer uçta iyimserlik vardır... Bir uçta umutsuzluk varsa diğer uçta umut vardır... Bir uçta şiddet, öfke, intikam varsa diğer uçta azap çeken bir vicdan, sevgi vardır... Bir uçta içi sevgi dolu, merhametli ve acı çekip çığlık atan kadınlar varsa diğer uçta her an şiddete hazır, tüm sorunlarını güçle, şiddetle, ki sevgilerinde bile içi dolu şiddet vardır, çözmeye yatkın erkekler vardır.
Bu iki olgu/kutup/uç hayatın içinde bir çatışma halindedir. Onun gösterdiği, belki de görün dediği yaşadıklarıdır... Yaşayan insanın içindekilerdir... İnsan acısının yansıdığı suretidir.
Bu bitmek bilmeyen savaşın kaybedeni kim? Kim bilir, belki de modern zamanlar kimi yıpratmışsa/tüketmişse en büyük kaybedeni de o olmuştur. Yıpranmayan, yıpratılmayan, hırpalanmayan, modern zamanların acısını çekmeyen var mı ki? (Aslında acı, o bir başı ve sonu olmayan "insanlık öyküsü"nün bütün zamanlarında vardır... Olacaktır da...)
Michelangelo’nun İsa'nın çarmıha gerilmiş ölü bedenini sağ eliyle kavrayıp sol eliyle onu izleyenlere sunan Meryem Ana figüründen ismini alan Güney Koreli dünyaca ünlü yönetmen Kim Ki-duk’un son filmi "Pieta/Acı", jeneriğinde de on sekizinci filmi olarak geçer, tefeciler adına çalışan Gang-Do'nun hikayesini anlatır. Anlatılanlar Gang-Do'nun olsa da bir bütün olarak yaşayan insanın o bitmeyen, dinmeyen acısını, paranın her şeyin ölçütü olduğu modern zamanlarda anlatır.
Geçen yıl Venedik Film Festivali’nde "Altın Aslan Ödülü"nü alan Acı'nın senaryosunu da Kim Ki-duk'un yazdığı filmde Jo Min-soo (Anne), Lee Jung-jin (Gang-Do), Woo Gi-hong, Kang Eun-jin, Jo Jae-ryong gibi oyuncular oynar.
Tefeciler adına çalışan acı nedir bilmeyen biridir Gang-Do... Patronlarının alacaklarını alma konusunda ne korkusu ne de acıması vardır... Kimi zaman alacaklılardan birinin elini keser, kimi zaman birinin bacağını sakat bırakır, kimi zaman yüksek bir binadan atlamasına yol açar... Bunları yaparken de hiçbir acı duymaz. Çünkü onun düşüneceği ne bir ailesi ne de dert edeceği bir sevdiği vardır. Onun hiçbir şeyi değil bir şeyi bile yoktu... O bir şey neydi?
Bir gün bir kadın gelir. "Ben senin annenim" diyerek onu terk ettiği için özür diler... Gang-Do inanmaz. Çünkü annesine dair bir anı yoktur. Kadın annesi olduğunu söyledikçe Gang-Do ona acılar yaşatır. Hem de dayanılmaz acılar yaşatır. Ama kadın dayanır, bu sahne karşısında izleyenler dayanmasa da... Peki neden kadın bu acılara inat "ben senin annenim" der.
Filmin bundan sonrasında bir şeyi olmayan, içi şiddet, içi sevgisiz olan Gang-Do'nun hayatının nasıl da değiştiğini görürüz.
Bir şeyi olmayan Gang-Do'nun her şeyi olur. O her şey; sevgidir... Bir süre sonra Gang-Do kadına bağlanır. Her şeyi olur onun. Gang-Do'nun içi sevgiye bürünür. Sevgiye büründükçe içinde de intikam korkusu belirir. Hiçbir korkusu, acıması olmayan Gang-Do'nun sevgi dolu yüreğinin içine korku düşer. Düşen korku, acının intikamıdır... Düşen korku, sevginin yitirilmesidir. Ve yitirilecektir o sevgi.
O sevgiye büründükçe annenin gerçekliği de belirir.
Kadının annesi olmadığını, Gang-Do’nun sakat bıraktığı ve daha sonra dayanamayıp intihar eden birinin annesi olduğunu anlarız. Kadın, kendisini annesinin yerine koyup, Gang-Do'nun içindeki şiddetin yerine yoksunluğunu hissettiği sevgiyi koyarak intikam alma fikrini gerçekleştirmek ister. Onu Gang-Do'nun kapısından götürmeyeni bitmeyen, dinmeyen, içi dolu intikam acısıdır. Nasıl ki Gang-Do'nun sevgi dolu yüreğinin içine korku düştüyse, intikam acısı içindeki kadının yüreğine de sevgi korkusu düşer. Düşen korku, sevginin yitirilmesidir. Ve yitirilecektir o sevgi... Hem de ikinci kez.
Film ilerledikçe belirenin sadece kadının gerçekliği değil, para için kesilen ellerin, sakat bırakılan insanların, yitirilmiş çocuğunu gömmeyen annenin "eksik" hayatlarını da görürüz. Her şey yitirilmiş, bir şey kalmamıştır... Geride kalan bir şey varsa o da yaşadıkları acıların intikamıdır. Ancak onun gerçekleşmesi de imkansız. Çünkü yitirilmiştir insan.
Kapitalist modernitenin modern zamanlarında her şey çabuk tüketilir/yitirilir. İktidar, güç, para her şey ama her şeyi eskitir. Her şeyin başı ve sonu para olmuştur artık. Paradır Paran kadar varsın, sevilirsin, görülürsün, yaşarsın… Paranın modern zamanlarında asıl tüketilen ise insanın kendisidir, sevgisidir.
Kim Ki-duk'un yüz dört dakikalık Acı'sı kameranın kullanımı, kurgusu, acının, şiddetin ve intikamın verilişi, görsellikler, diyalogların azlığı ve özlülüğü, anne ve Gang-Do'nun sınırları zorlayan etkileyici oyunculukları, çoğu zaman şiddet, acı ve cinsellik konusunda izleyeni "rahatsız" edecek sahneleri olsa da izlenmeli... Çünkü görünenler söylenenlere/yazılanlara/bilinenlere sığmaz...
* Yazının başlığı Metin Altıok'un "Kiracıyım Bir Acıya" adlı şiirinden alınmıştır...