* Fotoğraf: Flickr
İstanbul, Beyoğlu’ndaki Taksim Gezi Parkı’nın mülkiyetinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) alınarak Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na devredilmesini avukatlar Can Atalay ve Sebu Aslangil bianet’e değerlendirdi.
TIKLAYIN- Gezi Parkı İBB'den Vakıflar'a devredildi
Vakıflar Kanunu’nun “Vakıf yoluyla meydana gelmiş kültür varlıkları mazbut vakfına devrolunur” içerikli 30. Maddesine dayandırılarak yapılan işleme ilişkin son açıklama Vakıflar Genel Müdürü Burhan Ersoy’dan gelmişti.
Ersoy, arsanın vakfa ait olduğunu ve zamanında 3’üncü Selim tarafından kiralanarak üzerine Topçu Kışlası yapıldığını, onun da zamanla işlevini kaybettiğini söyledi. Ersoy’un açıklamalarının kendilerini doğruladığını söyleyen İBB, 30. Maddedeki gibi, Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı tarafından "meydana getirilmiş, inşa edilmiş" bir kültür varlığı söz konusu olmadığını, dolayısıyla devir işleminin hukuksuz olduğunu savundu.
Öte yandan, bir zamanlar Beyoğlu’nda AKM'nin bulunduğu alan Gümüşsuyu'nun aşağısına kadar Müslüman mezarlığı, Taksim'den Talimhane boyunca Harbiye'ye uzanan kısım Surp Agop Mezarlığı, Gümüşsuyu'ndan inişte sağda kalan bir bölüm de Katolik mezarlığıydı.
Bu durumun cemaat vakıfları ve dolayısıyla azınlıklar açısından bir hak iddia etme durumunu doğurup doğuramayacağını sorduğumuz avukat Sebu Aslangil, “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün el koyduğu Katolik mezarlığıydı. Sonra 1936-1940 yılları arasında cemaat vakfı mülkiyet davası açtı etti ve kazandı, yani kendi mülkü olduğunu ispat etti. Fakat daha sonra bilinmeyen bir nedenle malı vakıflara devretmeyi iradi olarak kabul etti ve hakkından feragat etti. Sonuç itibariyle mülkiyet hakkı söz konusu olduğunda zaman aşımı söz konusu değildir. Geçmişe ilişkin hak iddia etmek her zaman mümkün ve her zaman da dava açılabilir. Yeter ki dayanağı elde edilebilsin” dedi.
TIKLAYIN - Karakaşlı: Taksim ülkedeki pek çok şey gibi yaralı
Kararı bianet’e değerlendiren avukat Can Atalay ise, “Öngörülebilirlik bitmiş oluyor. İstanbul’da başta Beyoğlu, Fatih, Bakırköy ve Kadıköy’ün bir kısmı başta olmak üzere hiç kimsenin evinin güvenliği yok” diye konuştu.
Atalay: Anayasal düzenin tahribi
Bu kararla birlikte bir gün birinin çıkıp, "burası zamanında şu vakfındı" denilerek insanların elinden evlerini alma ihtimalinin doğduğunu söyleyen Atalay, Tarlabaşı, Sulukule, Emek Sineması yıkımlarının önünü açan 5366 sayılı kanunu hatırlattı, “Kaygı duymamız haklı ve zorunludur” ifadelerini kullandı:
“Bu karar Türkiye’de anayasal düzenin bir kere daha derinden tahribi anlamına gelir. Sadece cumhuriyet dönemine ilişkin anayasal demokratik kazanımların tahribinden bahsetmiyorum, Islahat Fermanından bu yana bu topraklarda hukuk devletine ilişkin kazanımların tahribi ve ortadan kaldırılması niteliğindedir.
Ayasofya örneği
“Vakıflar hukukunun, bütün modern hukuk geçilerek üste konulmasının yıkıcı sonuçları olacaktır. Bir vatandaş bugün idari bir işleme karşı dava açmak istediğinde 60 gün süresi oluyor. 61. günde açarsa davası süre aşımı nedeniyle reddediliyor.
“Fakat örneğin Ayasofya’da vakıf hukuku gerekçe gösterilerek, daha önceden Danıştay defalarca davanın reddine karar vermiş olmasına ve bu kararlar kesinleşmiş olmasına rağmen, 90 yıla yakın bir süre sonra idari işlem iptal edildi. Bu durumda hiç kimsenin evinin, iş yerinin güvenliği yok."
TIKLAYIN - Temyiz edilmeyerek kesinleştirilen Ayasofya kararı
“Gezi’nin yapılaşmasına ilk adım”
Gezi Parkı’na özel olarak değinen Atalay, devir sonrası yaşanabilecek hukuki durumları da şöyle anlattı:
“Gezi bütün çevrilen dolaplara rağmen hala park. Dolayısıyla Gezi’nin yapılaşmasına ilişkin bir ilk adım olan bu tapunun devri işlemi sonrasında İBB’nin buranın kamulaştırılması yönünde adım atması, karar vermesi gerekir. Eğer böyle bir karar olmazsa bu yöneticilerinin kim olduğunu bilmediğimiz vakıf, 5 yıl geçtikten sonra İBB’ye, kendi mülküne kamulaştırması hususunda el atıldığı iddiasıyla çok ciddi oranda tazminat talebi yöneltebilir.
“Türkiye hukukunda bu tazminatların çok yüksek bedeller ödenmesi sonucunu doğurduğunu biliyoruz. Bu da İstanbul halkının, tüm Türkiye’nin mevcut ekonomik koşullarda üstüne bir yük daha demektir.”
Aslangil’den Türkiye’de vakıflar tarihi
Vakıflar meselesini iki aşamalı düşünmek gerektiğini kaydeden Sebu Aslangil ise, Cumhuriyet dönemi ve Osmanlı dönemine ilişkin bilgileri paylaştı:
“Osmanlı döneminde her şey padişahın mülkü olduğu için bireysel mülk edinmekten ziyade, vakıflar yoluyla ya da padişah fermanıyla insanlar mülk sahibi olabildiler. Dolayısıyla Osmanlı döneminde çok sayıda vakıf örgütlenmesi vardı. Bunlardan Cumhuriyet’e devredilenlerin sayısı da 42 bin civarında oldu.
“Cumhuriyet döneminde 1935’te vakıflar için 2762 sayılı özel bir yasa kabul edildi. Bu yasayla Osmanlı dönemindeki vakıflar ifade edildi. Bunların çoğu Osmanlı hanedanına mensup ya da Osmanlı’ya hizmet etmiş kişilerin kurduğu vakıflardı. Bir kısmı vakfiyelerinde kendi çocuklarını yönetici kılmışlardı, bir kısmı ise ölümle birlikte sahipliği sona eren vakıflardı.
“Vakıflar İdaresi bunları mazbut vakıf altında topladı ve bu mazbut vakıfların mallarını dünyada pek eşi olmayan bir biçimde Vakıflar Genel Müdürlüğü şeklinde bir müdürlük oluşturarak onlara verdi. Dolayısıyla 1935’ten sonra bütün vakıflar bu yasayla idare edildi.
“Osmanlı’da gayrimüslimlerin vakıf kurma hakkı yoktu ama 1800’lü yıllarda her bir gayrimüslim grubu için anayasa benzeri bir nizamname çıkartıldı ve kendi içlerinde bu nizamnameye uygun ortak mülk edinme hakkı verilmişti. Cumhuriyet döneminde buna çözüm olmak üzere bu vakıflar bir grubun içerisine dahil edildiler ve bu şekilde yine Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetiminde vakıf olmadan vakıf, yani kanunla vakıf ilan edildiler.
36 beyannamesi
“1935’te yasa çıkınca her azınlık topluluğundan sahip olduğu mülklere ilişkin bir beyanname vermesi istendi. 36 beyannamesi bu mülkleri gösterir bir liste oldu. Fakat bu liste verilirken beyan esasına dayalı bir liste olduğu için o zamanki vakıf yöneticileri, ellerinde bulunan mülklerin birçoğunu çeşitli sebeplerle bu beyannameye dahil etmediler. Dolayısıyla bu beyannameler eksikti.
“1974’te Yargıtay kararıyla bu beyannamedeki mülkler de vakfiye yerine sayıldı. Ancak Yargıtay bu vakfiyelere ait olmayan yani bağışlanmış malların kullanımlarından çıkartılmasına, tapularının verilmişse iptaline hükmetti ve 1936’dan sonra bir şekilde bu vakıflara bağışlanmış malların tapularının iptali yoluna gidildi.
"Oldukça fazla sayıda gayrimenkul azınlık vakıflarının elinden alındı. 2002’de çıkartılan bir yasayla bu uygulamaya da son verildi ve azınlık vakıflarına da mal edinme hakkı tanındı. Ama Müslüman vakıfları açısından bir 36 beyannamesi sorunu yaşanmadı.”
Gezi Parkı meselesi
Aslangil, Gezi Parkı’nın devrine ilişkin ise şunları söyledi:
“Gezi Parkı’nın hukuki durumuna hakim değilim ancak büyük bir çoğunluğu temelinde Osmanlı’dan vakıfların olduğu mülkler. Uzunca bir süre 2762 sayılı yasa aracılığıyla inşaat yapıldığında vs. Osmanlı vakfiyesidir denilerek Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bedel alındı, gayrimüslim vakıfları için de cumhuriyet sonrası böyle bir bedel ödeme zorunluluğu getirildi.
“Yani Gezi Parkı’nın yaşamayan mazbut bir hale gelmiş Osmanlı mülkü olma ihtimali var. Fakat İBB’nin ifadesi 130 yıldır mülkün kendilerine ait olduğu yönünde. Eğer bu doğruysa İstanbul Belediyesi, Osmanlı zamanında örgütlediğinde o zaman bir şekilde burası kendilerine bağışlanmış ya da kullanımının belediyeye verilmiş olması demektir.
“Öte yandan bu tür malların mülkiyetinin birisinden alınıp diğerine verilmesine ilişkin yasada yazılı bir açıklama yok. Ama mazbut vakıflar için maalesef Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün verdiği bir karar dayanak kullanılarak bu şekilde başka mülkiyet değişiklikleri de var. Ancak cumhurbaşkanı kararının böyle bir dayanağı olup olmadığını da bilemiyoruz.”
Ne olmuştu?
Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü, 19 Mart’ta yaptığı açıklamada Gezi Parkı'nın mülkiyetinin Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı'na geçtiğini açıkladı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamada, "2008'de yapılan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 30. Maddesi gereğince İnönü Meydanı 751 ada 1, 2 ve 3 parsel, Cumhuriyet mevkii 751 ada 4 parselin mülkiyeti, 'Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı'na geçti" denildi.
Vakıflar Kanunu 30. maddesine dayandırılan devir işleminin 12 Mart 2021 tarihi ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nden Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne tescil edildiği ifade edildi.
- NOT: Vakıflar Kanunu 30. Madde: Vakıf yoluyla meydana gelip de her ne suretle olursa olsun Hazine, belediye, özel idarelerin veya köy tüzel kişiliğinin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları mazbut vakfına devrolunur.
Öte yandan İBB, geçtiğimiz yıl Taksim Meydanı'na dair bir proje yarışması düzenlemiş, finale kalan adaylar için de internet üzerinden oylama yapılmıştı.
İBB karara ilişkin açıklamasında, "Yüzbinlerce İstanbullunun oy vererek yapılmasını istediği yeni Taksim Meydanı projesinin çalışmalarına başlamak üzereyken alınan bu kararın zamanlaması manidardır" dedi ve kararı “gasp girişimi” olarak nitelendirdi.
21 Mart’ta gazeteci Cüneyt Özdemir'in YouTube yayınında konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, karara karşı mülkiyet davası açacaklarını duyurdu.
Tepkiler üzerine 22 Mart’ta yazılı bir açıklama yapan Vakıflar Genel Müdürlüğü, sadece Gezi Parkı’nın değil Türkiye genelinde toplam 1014 tarihi taşınmazın daha vakıflara devredildiğini söyledi:
“Kule-i Zemin Vakfına ait Galata Kulesi, 3. Selim döneminde inşa edilen Selimiye Kışlası, Sultan 1. Mahmud Vakfı adına Adile Sultan Sarayı, Beyazıt Hanı Veli Vakfından Pera Palas Otel, Vefa Lisesi, Şişli Etfal Hastanesi, Sait Halim Paşa Yalısı gibi İstanbul’da ve Türkiye genelinde 1014 taşınmaz Vakıflar adına tescil edilmiştir.”
(TP)