Define arayıcılarıyla ve bulanlarla ilgili haberleri zaman zaman okuyor, işitiyoruz. Birbirlerinin benzeri bu hikayelerde, işaretlenmiş, çizilmiş yer isimli, haritalar, krokiler vardır.
Bahçedeki ağacın, tarladaki taşın bilmem kaç adım dere/ yol/ dağ tarafı vardır. Yine bunlarda, delik deşik edilmiş kiliseler, evler vardır. Eski evin yerine yenisi yapılırken, temel kazısında kırılan küpten toprağa karışan çil çil altın liralar vardır. Tarla sürerken sapana takılan vardır. Ve tabii, Anadolu'nun birçok yerinde hazine bulduğu için birden zengin oluveren "eşraf" vardır.
Bunların ne kadarı gerçektir? Bilinmez, ancak, ülkemizde bu işin peşinde koşanların ve detektör satışlarının çokluğuna, bizlerden yardım talep edenlere, işittiklerimize, okuduklarımıza bakarsak bu sayının az olmadığını söyleyebiliriz.
Bir küp altın
İşte bir haber, Milliyet Gazetesinden okuyalım. Başlık "İlk sermaye bir küp altın" devam edelim: "...Toprak Ailesi, Diyarbakır'da eskiden Ermenilere ait bir evde otururdu. Söylentilere göre manifaturacılık yapan baba Toprak, evde gömülü altın dolu bir küp bulunca zengin oldu."
Haberin devamında, Diyarbakır'da bir zamanlar Ermenilerin yaşadığı Hasırcılar mahallesindeki evlerin önemli bir özelliğinin ise Ermenilerin Altın olarak tuttukları servetlerini evlerinin altına küpler içinde gömmeleriymiş.
Haberin devamında, Ermenilere ait eski eve minare ilave edilerek camiye dönüştürüldüğünü öğreniyoruz. Bu konuda da söyle deniyormuş. "... Camiyi, Ermenilere ait altınlarla elde ettiği servetin günahı üzerinde kalmasın diye yaptırdı..."
İş yerime iki kişi gelmişti. Ellerindeki kağıtta Sivas bölgesinde bir yer tarifi ile bir Ermeni'ye ait isim, soy isim vardı, O Ermeni Aileyi ve orayı bilen, birini arıyorlardı. Sürgüne giderken altınlarını gömen, bu Ermeni Aileye ait eski evin tam yerini öğrenmek istiyorlardı.
Onlara yardım edememiştim. Ama sordum, hazine bulan var mıydı? " Ohoo çok var " dediler. Onlar bulmuş muydu? " Yeni başladık ama, elimize geçen bir haritadan yerini bulup kazdığımızda kırık küp parçaları çıktı, birileri hazineyi bizden önce bulmuştu dediler."
Gömülen birikim
Cumhuriyet öncesinde tedavüldeki para, son Osmanlı sultanlarının isimleriyle anılan, altın (hamit, reşat, aziz, gibi) liralardı. İnsanlar birikimlerini, takılarını, kasaba-şehir esnafı, zanaatkarı sermayesini, köylü sattığı ürünün bedelini, cemaat yöneticileri fakirin, yetimin, din kurumlarının emanetlerini kendi bildiği yere gerektiğinde almak için gömerek saklardı. Kavimler kapısı Anadolu'da adet böyleydi.
Müslim için de böyleydi, Gayrimüslim içinde böyleydi. İşte o Anadolu'nun eski kavimlerinden olan Ermeniler, günün birinde yerlerinden, yurtlarından koparılırken az / çok birikimlerini, kilise emanetlerini saklandıkları yerlerde bırakarak ayrıldılar.
Çünkü onlara, ortalık düzelince geri dönecekleri söylenmişti. Kaldı ki, O günün koşullarında altınlarını, kıymetli eşyalarını yanlarına almaları kendileri için de güvenli değildi. Ve, gittiler, gidiş o gidiş. Gidenlerin mülklerini* sahiplenenler, bulabildiklerince onların servetlerinin de sahibi oldular. "Kime niyet kime kısmet" diye işte buna derler.
Diyarbakır ve Sivas yöreleri Ermenilerin binlerce yıl yaşadıkları topraklardandı. Sonları nasıl mı oldu?
Devlet arşivlerinden
"Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Belgelerinde Ermeniler 1915-1920" sayfa 96 ve sayfa 102'den birlikte okuyalım.
Diyarbekir Valisi Reşid'den, Dahiliye Nâzırı Talat'a 18.Eylül.1915 tarihli, şifreli cevabi telgraf da şu bilgi veriliyor. "... vilayette der-dest-i sevk Ermeni kalmadığı, hariçten gelenler de derhal sevk edilmiş olduğu,.. vilayetten sevk olunanların mikdârı takriben yüz yirmi bin nüfusa bâliğ olduğu ma'rûzdur (sunulur).
Sivas Valisi Mu'ammer'in Nâzır Talat'a çektiği cevabi telgrafta ise şu bilgiler veriliyor." Merkez mülhakâtdan (merkeze bağlı yerlerden) şimdiye kadar Cizre'ye yüz otuz altı bin seksen dört nüfûs Ermeni sevk edilmiştir. ..El-yevm der-dest-i sevk( Sevke hazır) altı bin elli beş nüfus mevcuttur.
İki vilayetten iki yüz altmış iki bin Ermeni. Geride bıraktıkları on binlerce mal mülk, sakladıkları paralar, altınlar, yüzlerce kilise, okul ... Sahi, bunlara ne oldu dersiniz? (YÖ/NM)
* Osmanlı'da tapu tahrir defterlerindeki vergiye tabi hane sayısından nüfusu bulmak için, her hane, kentlerde 5 kişi olarak varsayılmış, kırsal kesimlerde bölgenin özelliğine göre yüzde 10-20 ilave edilmiştir. Kaynak, "T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Tarihi İstatistikler Dizisi cilt 2"
Sürülen Ermenilerin sayısı, değişik kaynaklara göre çok farklılık gösterir. Bu sayı 1 milyon 500 bin den, 2 milyon 400 bin e kadar değişiyor. Mesela, Türk dostu McCarthy'ye göre bu sayı 1 milyon 500 bin.
En az sayıdan hesap edelim. 1 milyon 500 bini 6 ya bölersek bu 250 bin hane demektir. Bir o kadar dükkan, tarla, bağ, bahçe demektir. Ve binlerle ifade edilen kilise/okul demektir.
Bir de Hamidiye Alayları süreci, 1894-1896 yılları ve sonrası var ki, bu dönemdeki kayıpların ve göçenlerin de sayısı değişik kaynaklara göre 200 bin den 500 bin e kadar değişiyor.
Anadolu'nun Müslüman olmayan unsurlardan arındırılmasının bir ayağı Ermeniler diğer ayağı da Rumlardı. Nüfus değişiminde gidenlerin sayısı 1 milyon 250-350 bin, - öncesi de var - Yunanistan'dan gelenlerin 400 bindi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kayıtlarına göre Rumlardan kalan 100 binden fazla terkedilmiş ev bulunduğunu, mesela yalnız Aydın Vilayeti içinde bırakmış oldukları toprak miktarının 2,7 milyon dönüm kadar olduğunu "Tarih Vakfı Yurt Yayınları' Büyük mübadele'"den öğreniyoruz.
Gidenlerin geride bıraktıkları taşınır mallar için "Emval-i Metruke" komisyonları, Taşınmazlar için "Emlak-ı Metruke komisyonları" oluşturulur.
Bu komisyonlar terkedilmiş ve sahipsiz sayılan emlaki ve eşyaları sözde gerçek değerlerimden satıp sözde sahiplerine verecekti. (O insanların hangi amaçla gönderildikleri belliyken bu uygulamanın hiç sansı olabilir miydi? Nitekim, bırakın gidip de gelmeyeni, çok çok az sayıdaki geri gelenler bile hiç bir şey alamadılar, hak iddia edemediler.)