"İyi de yayalar, yaya hakları" diyecek oldum. Şehir içinde 90 kilometre hızla gittiğimizi fark ettim. Karşıdan karşıya geçmek isteyen yayalar önümüzde kaçışıyor, cambazlık yapıyorlardı. Arkadaşımın eşi, "Biraz yavaş gider misin" diye uyardı.
Ben de şehir içinde hız sınırının 50 mi, yoksa 60 mı olduğunu sorup, tecahül-ü arif yaptım. Yanıtı, on yıllık şoför olan diğer arkadaşım verdi: 70 kilometre. Hay Allah dedim. Siz ehliyeti bakkaldan mı aldınız? Bildiğim kadarıyla dünyanın hiç bir yerinde 70 değil. Bir zamanlar 60 km idi, sonra 50 ye düştü. Hadi on kilometre de tolerans olsun.
Simdi şehir içinde 90 kilometre hızla giden arkadaşımla, on yıllık şoför olduğu halde sürat haddini bilmeyen diğer arkadaşımı eğitimsiz diye suçlamam olanaksız. Biri mektepli, diğeri hem mektepli, hem alaylı. İkisinin de kültürel düzeyi yüksek.
Yayaları suçlayamam, çünkü Memlekette yaya geçidi yok denecek kadar az. Bir çoğunun izleri silinmiş. Kaldırımlar da, bu kentin çözülmeyi bekleyen ciddi sorunlarından biri. Bir sokakta, kaldırımdan caddeye inmeden iki yüz metre yürümek olanaksız.
Kaldırımlar sık sık yok oluyor. Ya bir ağaç, bir elektrik direği, bir magandanın kaldırıma park edilmiş arabası, ya da bir çöp bidonu kaldırımdan caddeye inmemizi zorunlu kılıyor. Altında bir araba olduğu için kendini kral veya kraliçe sanan magandalar da yayalara hoş görü göstermiyor.
Peki maganda kim? Yayaların üzerine arabayı süren ve yayaların kaçışmasını bekleyenler mi ? Kırmızı ışıkta, bilerek geçenler mi? Ellerini kornanın üzerinden çekmeyenler mi? Hepsi mi ?
Havai fişekler ve magandalar
Bir grup arkadaş bir perşembe akşamı birlikte yemek yiyor, söyleşiyoruz. Kalabalık olduğumuz için apartman sakinleri rahatsız olabilir, ertesi gün saat beşte kalkıp işe gidecek insanlar var diye, saat 22 den sonra daha sessiz konuşmaya özen gösteriyoruz.
Saat 23 sularında birden mahalle silah sesleriyle inlemeye başlıyor. Hayır hayır silah sesleri değil, havai fişekler. Tamam görüntü güzel ama kamu düzeni, gürültü kirliliği, yasalar, hafta içi yasak değil mi, ertesi günü iş günü falan diyecek oluyoruz. Konuyu bilen bir arkadaşımız açıklıyor: Karşı otelin bahçesinde düğün var.
İyi de, köy düğünlerinde bile silah sıkılmasın diye önlemler alınmıyor mu artık. Kent içinde sonradan görme bir zengin istedi diye otel sahibi nasıl izin veriyor. Hadi otel sahipleri rıza gösterdi ya kamu düzenini sağlamakla görevli polisler nerede, ne yapıyor. Savcılara suç duyurusunda bulunacak duyarlı vatandaş yok mu.
Kim maganda? Düğün sahipleri mi? Bu durumu kanıksayanlar, tepki göstermeyenler mı? Her iki grup birden mi?
Senli sizli hitaplar
Bir süper marketten alışveriş yapıyoruz. Kasada bizim önümüzdeki vatandaş kasiyer kızla azarlar gibi senli benli konuşuyor. Konu önemli değil. Kızcağız ona beyefendi diye hitap ediyor. Adam teşekküre, iyi günlere yanıt vermeden gidiyor. Bir başka gün şık giyimli bir hanım önümde, kasiyere "sen" diye sesleniyor, aldığı eşyaları poşetlere dolduruyor, selamsız sabahsız gidiyor.
Aynı insanlar, örneğin otobanda para öderken küçücük kulübede yaz sıcağında, kış soğuğunda, araba gürültüleri arasında, egzoz dumanının en yoğun olduğu alanda çalışan insanlara para öderken bir "kolay gelsin", "günaydın" veya "iyi akşamları" esirgiyorlar. Lokantada tanımadıkları garsonu yemek gecikti diye, "şişşt gel buraya" diye çağırıp, azarlıyorlar.
Oysa yine aynı insanlar amirlerine, müdürlerine "siz" diye hitap edebiliyor; yani sizli konuşmayı biliyor ve benimsiyorlar. "Siz" hitabını kaldıralım, herkese "sen" diyelim sloganıyla kampanya açan anti - konformistlerden değiller.
Büyük olasılıkla bu akımdan haberleri yok. O halde çalışan insanlara da -kariyerleri, rütbeleri ne olursa olsun- saygı gereği "siz" demeleri gerekmez mi? (Tabi yaşlı bir insanın, torunu olabilecek bir gençle "senli benli konuşmasını" sempatik buluyorum. Böyle istisnalar olabilir)
Örnekler çoğaltılabilir. Şimdi kim maganda sizce? Günaydını esirgeyen mi? Karşısındaki işçi - memur diye, arkadaşı, akrabası, tanışı olmadığı halde küçümsercesine "sen" diyen mi? İkisi de mi?
Gürültü kirliliği ve cep telefonları
Türkiye'de yeni yaygınlaşan bir deyim var: gürültü kirliliği. Futbol maçından çıkan fanatiklerin sloganları, havaya ateş etmeleri ve klaksonlar... Karısını, çocuğunu döven despotların naraları... Barlardan yayılan, kulakları sağır eden sözde müzik sesleri v.b. gürültü kirliliği için ilk başta sayabileceklerim.
Tabii şimdi buna son yıllarda cep telefonu gürültüleri eklendi. Teknoloji dedik benimsedik ama dejenerasyon ve teknoloji iç içe girince yeni bir "gürültü kirliliği" ucubesi çıktı ortaya.
Toprak ağalığından burjuvalığa hızlı geçiş yapmaya çalışan feodal ağalar... Mafya bozuntuları... Entel geçinen gösteriş meraklıları... Bütün bunları görüp, eleştirip, "ama benim nedenlerim var'' diyen "uygar" insanlar...
Bir de, haklarını yemeyeyim, rutin telaşlar içinde koşturmaktan zarafetlerini yitirmeye başlayan, nerede yaşadığını, o an nerede olduğunu unutan, genel olarak kibar insanlar var. Hepsi bir noktada birleşiyor: cep telefonu hastalığı.
Trende, uçakta, otobüste, sinemada, tiyatroda, lokantada zır, zırr, zırrrr... Çekici olduğu sanılan, kimi zaman telefon sahiplerinin karakteriyle özdeşleşen melodiler...
Gerekçe hazır hepsinde: "Her an önemli bir telefon gelebilir efendim". Yani kendisi önemli bir insan, "ölüm döşeğindeki yakınlarını kurtarmaya koşacak", "atom bombasının kırmızı düğmesi ona bağlı", "telefonunu kapatırsa maazallah 3. Dünya Savaşı çıkabilir", "çocuklarını evde yalnız bırakmış, annesi veya babası hasta" ya da kıskanç karısına veya kocasına hesap verecek.
İyi anladık önemli adamsın, kadınsın da, telefonunun sesini kıs bari böyle durumlarda. Saat başı çık dışarı, telefonunu et, mesajlarını dinle. Hiç bir çözüm bulamazsan da -ki vardır- halka açık mekanlarda oturma.
Bir de bu cep telefonu hastaları zorla köylerinden sürülmüş, ya da açlık nedeniyle göç etmek zorunda kalmış varoşlardaki insanları ve onların çocuklarının kentlere doğal uyumsuzluğunu, "magandalar" diyerek eleştirmezler mi...
Bu insanların gürültülü konuştuklarından, yerlere tükürdüklerinden, çöp attıklarından, çocuklarının dilencilik, hırsızlık yaptıklarından, görüntü ve gürültü kirliliğini çoğalttıklarından söz etmezler mi? Pes doğrusu. Dinime sövenin, imanı olsa bari.
Kim maganda? Cep telefonuyla bizi rahatsız edenler mi? Sarhoş olup nara atanlar mı? Umuma açık yerlerde gürültülü konuşanlar mı? Hepsi mi?
Amacım nedir?
Şimdi siz bu soruların yanıtlarını düşünürken, ben yeni magandalık örnekleri toplayacağım. Yani bu konu, "magandalık testi" devam edecek. İşin gücün yok mu, bu lokal sorunlar üzerine kafa yoruyorsun diyenler, ya da "hak, hukuk, demokrasi, bu konularda yazsana kardeşim" diye eleştirenler, "burası Avrupa değil, Türkiye'nin gerçekleri" gibi sözde bilimsel, özünde teslimiyetçi yaklaşımlar olacaktır.
Türkiye'nin, dünyanın gerçeklerini bilmek yetmiyor. Amacımız bu gerçekleri iyiye, güzele doğru dönüştürmek olmalı, değil mi? (AO/EÜ)