Son üç yılını Kıbrıs'ın her iki tarafında araştırma yaparak geçiren Cockburn'un "Kıbrıs'ta Kadınlar, Bölünme ve Toplumsal Cinsiyet Düzeni" başlıklı kitabı, geçtiğimiz günlerde İngiltere'de ZED Books tarafından yayımlandı.
Kıbrıs'ın kuzeyinden ve güneyinden 142 kadınla kapsamlı röportajlar yapan Cockburn'un kitabı, geçtiğimiz hafta sonu Intercollege'de Muflon Kitabevi tarafından tanıtılarak Kıbrıs'ta da satışa sunuldu.
Cockburn, sorularımızı yanıtladı:
Kitabın yayımlandı. Neler hissediyorsun?
Kıbrıs'a her gelişimde kendimi çok mutlu hissediyorum. Bir anlaşma için, her zamanki gibi var gücünüzle çalışıyorsunuz. Buradaki atmosfer de bu nedenle gergin ve çok ilginç.
Buraya geldim, çünkü bir araştırmanın son bölümü, kapanışı bu. Uzun bir proje ve projenin sonunu görmek, kitabı elinizde tutmak son derece doyurucu. O anda, içinde yazanlardan ötürü paniğe kapılsanız da!
Kitaba, "The Line" adını verdin; yani "Bölünmüşlük Çizgisi". Neden böyle bir isim seçtin?
Akla ilk gelen, elbette Kıbrıs'ı ikiye bölen çizgi. "Yeşil Hat". Ancak benim düşündüğüm yalnızca Kıbrıslıtürklerle Kıbrıslırumlar arasından fiziksel olarak geçen, dikenli tellerin bulunduğu çizgi değil; aynı zamanda kafalarımızda bizi "ötekiler"den ayıran çizgiler.
Bu, kendilerini düşsel olarak Kıbrıslırumlardan ayrı gören Kıbrıslıtürkler de olabilir; kendilerini kavramsal olarak kadınlardan ayrı tutan erkekler de... Kafamıza çizdiğimiz bu çizgiler gereksiz; ama bu süreç derinliği olan, insani bir şey.
Bunun neden insani bir süreç olduğunu söylüyorsun?
Kim olduğumuzu tanımlamaya kalkıştığımızda, şöyle doğal bir sürece gireriz:
"Ben benim, ben o değilim" veya "biz onlar değiliz" demeye başlarız. Kendimizi tanımlarken, bu süreçten kaçınmanın yolu yoktur; ancak, bunu nasıl yaşadığımızı düşünmeliyiz.
Bunu işbirliğine dayalı, "tümümüz çok farklı biçimlerde, birbirimizden farklıyız" diye düşündüğümüz bir sürece dönüştürebilir miyiz?
"Ben özgün bir insanım ama, bütün insanlarla mutlaka ortak bir yön bulacağım" diyebilir miyiz? Ortak bir şey, her şey değil. Yoksa, "Ben ötekilerden çok farklı olduğum için ben oluyorum. Ötekilerle alıp vereceğim olsun istemem" mi diyoruz?
Bunlar, aslında hepimizin yaptığı seçimler. Kimi zaman dış koşulları bizleri bulunduğumuz noktaya zorlarlar ve seçim yapmak neredeyse imkansız olur. Yine de, birazcık seçme olanağı vardır.
Sanırım "Bölünmüşlüğü Aşan Eller" örgütü, bu seçimi pozitif biçimde yapıyor. O nedenle, onlarla çalışırken çok mutlu oldum ve onlardan çok şey öğrendim.
İrlanda'da, Bosna'da, Hırvatistan'da, İsrail ve Filistin'de kadın gruplarıyla çalıştın. Kıbrıs'taki çalışma sana neler kattı? Diğer çatışma bölgelerinden edindiğin deneyimle, buradaki deneyimini kıyaslar mısın?
Kendime hep "Kıbrıs'ta ilginç deneyimler olmalı, bunları öğrenmeliyiz" diyordum. Ancak, yeterli bilgim yoktu. Sen ve Katie Economidou benimle konuşmaya başladığınızda çok heyecanlanmıştım.
Sanıyorum ki, fark şudur: Öteki çatışma bölgelerinde, temasta olduğum kadınlar gerçek şiddetin içindeydiler ya da bu şiddet sona ereli pek kısa bir zaman geçmişti.
Bosna'da, İsrail ve Filistin'de, Kuzey İrlanda'da insanlar ölüyordu. Taraflarda büyük korkular vardı ve kadınların "düşman olan öteki"yle konuşmak için yaşadıkları süreç, her üç bölge için de benzerdi.
Kıbrıs'ta grup henüz oluşmamıştı. Çatışma koşulları farklıydı. Depresyon ve baskılarla bazı yerel korkular olsa da, özellikle kuzeyde kan yoktu. Aradan 26-27 yıl geçmişti ve iki toplum arasında pek az iletişim vardı.
Bu "durağanlık" döneminin sonucunda, Kıbrıslıların psikolojisi diğer bölgelerdekilerden çok farklıydı. Bu farklılığı öğrenmek, zamanımı aldı.
İlk hatam, hâlâ kan dökülen bölgelere kıyasla Kıbrıs'ta kadınların daha kolay iletişim kurabileceğini düşünmekti. İlişkilerin önceden zarar gördüğünü ve zamanın bunu daha da güçlendirdiğini anlamam vakit aldı. İki kuşak, nefret ve kuşkuyla yetiştirilmişti. Grubun birlikte çalışması, düşündüğümüzden daha zor olacaktı.
Diğer çatışma bölgeleriyle benzerlikler gördün mü?
Benzer zorluklar gördüm. Tarihi ele alış biçimi, örneğin... Diğer çatışma bölgelerinde, kadınların konuşmaya başlayabilmesi için kendilerinin ve ötekilerin tarihini yeniden düşünmeye başlaması gerekiyordu. Kendi taraflarının işlediği suçları itiraf etmek, mesela. Kadınların burada da bununla baş etmeye çalıştıklarını gördüm.
Örneğin, Kıbrıslırumlar 1960'lı yıllarda Kıbrıslıtürklere yönelik saldırılardan söz etmekte ve hatta bu saldırıları hatırlamakta bile zorlanıyor. İnsanların "1974'ün yaşanmasının nedenleri vardı" diyebilmesi için bir kenara itilen bu sürecin yeniden gündeme çekilmesi gerekiyor.
İnanıyorum ki, Kıbrıslıtürkler de 28 yıl boyunca kendi güvenliklerine sığındılar. Ada bölünmüştü ve bunu kendi sığınakları yapıyorlardı.
Deneyimlerin, pek çok Kıbrıslıtürk'ün güneyde yaşananlara gözlerini kapattığını gösteriyor. Şimdi geçmişe geri dönmek, "Barış Harekatı"nı gözden geçirmek, "öteki"nin gözleriyle de bu olaylara bakmak zorunda kalıyorlar.
Okullarda kendilerine öğretilenleri yeniden biçimlendirmek ve yeniden biçimlendirdikleri bu tarihe kendi adlarına sahip çıkmak zor bir şey.
Kitabını bitirdiğin günlerde, Kıbrıs'taki "sınırlar" kısmi olarak açıldı. O günlerde, sen de buradaydın...
"Sınır"ın açılacağı, 21 Nisan'da anons edilmişti. Ben kuzeydeydim. Ertesi gün, "Hadi şimdi geçelim" diyip barikata gitmiştik. Barikattaki adam "Yarın gelseniz daha iyi olur, çünkü ne yapacağımızı bilmiyoruz" demişti. Ertesi gün, yani 23 Nisan'da oraya gittik, herkes geçiş yapıyordu. Çük heyecanlıydı!
Kıbrıslıtürklerin yakın geçmişinde özgün bir dönemi, kitlesel gösterileri de yaşadın...
Kıbrıs'a Mart 2001'de gelmiştim. O zaman, sokaklarda kitlesel gösteriler olacağı, düşünülemezdi bile. "Bölünmüşlüğü Aşan Eller", bir avuç kadından oluşuyordu ve sokaklarda gösteri yapma kararı aldılar.
Sabahın sekizinde sokağa çıkıp trafiğin yoğun olduğu saatlerde pankartlarla sokaklarda duruyorlardı. Ben oradaydım. Gelip geçenlerin yüzündeki hayret ifadesini görüyordum. Taşınan pankartlarda, "Artık yeter!" yazıyordu; "Ya imzala, ya istifa et!" deniyordu. Ve o zamanlar, binlerce insanın sokağa döküleceğini düşünmek mümkün değildi.
"Kıbrıs'ta Kadınlar, Bölünme ve Cinsiyet Düzeni" Türkiye'de ne zaman yayımlanacak?
Sanırım üç ay filan gerekiyor. Bir önceki kitabım olan "Mesafeyi Aşmak"la gurur duyuyorum, çünkü bu kitap, çeviri ve yayım için para bulan enerjik kadınlar sayesinde Rusça'ya, Gürcüce'ye, Bulgarca'ya, Hırvatça'ya, Sırpça'ya, Türkçe'ye ve Japonca'ya çevrildi.
Bir konferansta, hiç tanımadığım bir kadın yanıma gelip bana bir fotoğraf verdi. Sudan'da birlikte çalıştığı bir kadının grubunun etkinliğinde çekilmişti. Hıristiyan ve Müslüman Sudanlı kadınlar, korkunç bir savaşın ortasında buluşmuştu ve bir atölye çalışmasında "Mesafeyi Aşmak"ı okuyorlardı.
Kadınlardan birisi başörtülüydü, yanında Hıristiyan bir Sudanlı vardı. İkisi birlikte benim kitabımı tutuyorlardı. Çünkü İrlanda, Bosna ve İsrail ile Filistin'de kadınların yaşadıklarıyla kendi yaşadıkları arasındaki benzerlikleri fark etmişlerdi.
"Kıbrıs'ta Kadınlar, Bölünme ve Toplumsal Cinsiyet Düzeni" de bölünmüşlüğün ve çatışmaların yaşandığı ülkelere girebilirse, insanlara diyalog, yeniden yakınlaşma ve barış konusunda risk almaları için ilham verebilirse, önemli olan budur.
Aynı zamanda bir aktivist olduğunu biliyorum. Londra'da "Siyahlı Kadınlar" (Women in Black) grubunuz var, her Çarşamba sokak gösterileri düzenliyorsunuz.
Ben Kıbrıs'ta da yalnızca akademisyen değil, aynı zamanda aktivist kimliğimle bulundum. İngiltere'de de savaş karşıtı hareketin aktivistiyim. Bu harekette içinde bulunmayı en çok sevdiğim grup da, "Savaşa Karşı Siyahlı Kadınlar" grubu.
Bu grup, iletişim köprüleri kuruyor. İsrail'de, Filistin'de, Sırbistan ve Bosna-Hersek'te, Hırvatistan'da "Siyahlı Kadınlar" var ve savaş boyunca aralarındaki sınırlara rağmen sürekli konuşuyorlardı.
İtalyan kadınlar İsrailli, Filistinli, Yugoslav kadınlar için dünya çapında bağlar kurdu. Ben de Kıbrıs'ta İngiliz kadınlar, uluslar arası feminist hareket ve Kıbrıslı kadınlar arasında bağlar kuruyorum.
Uluslar arası Siyahlı Kadınlar hareketinin yönetim kurulundayım ve hangi ülkelerde, hangi şehirlerde siyahlı kadınlar bulunduğuna, hareketin nereye ilerlediğine dair bir harita çıkarmak istiyorum.
Başka neler söylemek istersin?
Kıbrıslı bir grup kadınla aramdaki verimli ilişkiden söz etmek isterim. Üç yılın sonunda, bir kitabımız var. Ancak, kitap ortaya çıkan ürünlerden yalnızca biri.
Şimdi "Bu süreçte ilişkimizde neler oldu?", "Üretken olan neydi?" diye sormamız gerekiyor.
Bir araştırmacı, hakkında araştırma yaptığı insanlara karşı her zaman sorumlu olmalıdır. Herhangi bir an patlak verebilecek şiddet tehlikesi vardır, kadınların "hain" diye damgalanıp kendi toplumlarından dışlanması tehdidi vardır. Oysa bir araştırmacı her zaman evine dönüp yeni bir projeye başlayabilir.
Bu nedenle, başlangıçta birbirimizle sorumluluklarımıza dair çok dikkatli konuştuk. Benim için grubun hayatta kalıp büyümesi, araştırmanın başarısından daha önemliydi. Buraya yalnızca sorularımla gelmedim, aynı zamanda yardımcı olmak da istedim. Bu ilişki sonunda, "Bölünmüşlüğü Aşan Eller"den çok şey öğrendim.
"Bölünmüşlüğü Aşan Eller", üç yılda pek çok zorluk yaşadı. Bir grup kuzeyde, diğeri güneyde "iki toplumlu bir grup" olmak yerine birleşik, ortak, tek bir örgütlenme hedefledi.
Bir örgüt kurmayı başardık; bunu kuzeyde ya da güneyde tescil edemeyeceğimiz için yurtdışında tescil etmek zorunda kaldık. Bu bir ilkti.
Kıbrıs'taki yeniden yakınlaşma geleneğinde, yabancı arabulucuların varlığı, köklü bir geleneğe sahip. Ancak ben bu geleneğin bir parçası değilim. Ben buraya bir aktivist, bir akademisyen ve grubun bir üyesi olarak geldim.
Örgütün bir başka önemli yönü, etnik kimliğe dayalı bir örgütlenme olmaması. Coğrafyaya bile dayalı değil. Yani, bu örgüte üye olmak için Kıbrıs'ta yaşıyor ya da Kıbrıslı olmanız gerekmez.
* Bu röportaj, Yenidüzen gazetesinde 8-9 Mart'ta yayımlandı. hamamböcüleri.org'dan özetlenerek alıntılandı.