Ayşegül Sandıkçıoğlu, Çanakkale’de Sosyal Güvenlik Kurumu’nda (SGK) memur olarak çalışıyordu. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyesiydi. 6 Ocak 2017’de yayınlanan 679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi.
İhraç edildikten sonra iş bulma çabaları karşılıksız kaldı, evde tütün sardı, tütün dükkanı açtı, ardından Çanakkale’deki kadınlarla “Sokak Cadıları” isimli bir kafe açtı.
İhraç edilmesinin ardından yaşadığı sorunlar arasında çocuğu ve eşinin de pasaportlarının iptal edilmesini “6 Ocak'tan bu yana gülüp geçemediğim tek engel bu oldu” diye anlattı.
İhraç edilenlerin uzun sürede de olsa işe döneceğini düşündüğünü söylerken ekledi “Ama asıl konu bundan sonraki süreçte biz ne yapacağız? Bir daha bu deneyimler yaşandığında yine bu kadar hazırlıksız mı olacağız?”
“8 bin 300 kişi içinde ismim vardı”
Ne zamandır çalışıyordunuz? İhraçtan önce soruşturma gibi süreçler yaşanmış mıydı?
İhraç edildiğim güne kadar altı buçuk yıl Sosyal Güvenlik Kurumu'nda çalıştım. Çalışma dönemim içerisinde herhangi bir yargılama, soruşturma ya da disiplin kovuşturması geçirmedim.
Daha sonraki yıllarda değişti ancak ben memur olarak atandığımda bir yıllık aday memurluk süresi dolmadan sendikaya üye olunamıyordu. Ben de adaylığımın bittiği gün KESK'e bağlı Büro Emekçileri Sendikası'na üye oldum. Üyeliğimin hemen akabinde de zaten İstanbul SGK İl Müdürlüğü’nde iş yeri temsilcisi oldum. Şu anda memur olmasam da halen sendikada Denetleme Kurulu üyesiyim.
Ne zaman ihraç edildiniz?
6 Ocak 2017 tarihinde yayınlanan 679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edildim. Kanun hükmünde - benim için yok hükmünde bir excel tablosu diyelim aslına bakarsanız. 8 bin 300 kişilik listenin içinde ismim vardı.
“Hukuki adım atmak bile zul geliyor”
İhraçların ardından hangi hukuki adımları izlediniz?
Açıkçası bireysel hiçbir yol izlemedim. Sendikanın gönderdiği itiraz dilekçelerini hazırlayıp yine sendikanın yönlendirdiği kurumlara ilettim. İhraç edildiğimiz kurumlara ve bulunduğumuz il valiliklerine sendika avukatlarımızın bizler için hazırladığı "Biz terörist değiliz" içerikli itiraz dilekçelerini bıraktık. Ardından sendika avukatlarımıza vekalet verdik. Zaten OHAL nedeniyle KHK'lar hakkında hiçbir yasal işlem yürütülemediği için biz ve avukatlarımız da beklemekten başka bir şey yapmıyoruz.
En azından kendi adıma söylemek gerekirse bu muamele karşısında hukuki bir adım atmak bile bana zul geliyor. Sanırım sabırlı insanların işi hukuk. Çünkü zaten hukuksuz olan bir şeye karşı neresinden hukuk mücadelesi yürütülebilir ki? Tabi bu konuda yanlış anlaşılmak istemem. Elbette çok önemli ve değerli bu mücadelenin verilmesi. Fakat hukuk çok politik bir durum. Güçlü taban muhalefetlerinin ya da güçlü konjonktürel kırılmaların olmadığı bir yerde sadece bir tiyatro alanı mahkeme salonları. Biz de o salonlarda kumla oynayan çocuklar. İzlediğim hukuki adımları daha çok KESK avukatları biliyor.
“SGK tüm belgelere ‘ihraç edildi’ girişi yapmış”
İhraçların ardından iş başvurusu yaptınız mı? Nasıl tepkiler aldınız?
Evet iş aradım tabi ki. Memurluktan önce uzun yıllar dershane öğretmenliği yaptığım için dershanelere baktım ilk etapta. Ama dönem çok kötüydü. Çünkü dershaneler Ocak ayında zaten kadrosunu tamamlamış ve eğitim dönemini neredeyse tamamlamış durumda olurlar. Dolayısıyla dershane işine dönemedim.
Görüştüğüm dershanelerden birisi bir açık olursa ya da yeni sezonda çalışmak isteyebileceğini söyledi. Ama ayrıntısı şu ki, Ayşegül olarak değil öğrencinin karşısına başka bir isimle çıkmamı önerdi. Kendince haklıydı. Kamudan ihraç edilen bir öğretmen kamu sınavlarına öğrenci hazırlayacak, tabi ki dershane beni istihdam etmekten tedirgin olduğu kadar durumun kendisi de kulağa saçma geliyor zaten.
Dershaneciliğe geri dönemeyince akla gelen tüm alternatifleri düşündüm. Hiç sevmediğim halde Mali müşavirlik sınavlarına girip belgemi alıp bir büro açmak mesela. Ancak Çanakkale'de beni stajyer olarak istihdam edecek bir mali müşavir bulunamadı. SGK tüm ihraçların hizmet döküm belgelerine kamu görevinden ihraç edilmiştir diye giriş yapmış. Zaten bunu gören hiçbir işveren sizi istihdam etmek istemiyor.
“20 makaron kutusu = elektrik faturası”
Sokak Cadıları'na giden yol nasıl oldu?
Hiçbir yerde iş bulamayınca bir süre evde tütün sardım. Çok zor bir iş. Zaten çok da yavaştım ve bir türlü o 13-15 yaşındaki sarıcı çocukların hızına yetişemedim. “Olsun abla zamanla olur” diyorlardı gülüyorduk. Makaron kutuları var. İçinde 200 adet boş makaron bulunan. Onları tek tek doldurup karşılığında 5 TL alıyorsun. 20 makaron kutusu = elektrik faturası falan gibi hesaplar yapıyorsun.
Ama çok iyi geldi o iş bana. Tütün sarma diye bir iş olduğunu öğrendim. Tütüncülerle tanıştım. Düşündüm. Terapi gibi bile oldu diyebilirim. Parmakla, elle yapılan üretim bence çok iyi hissettiriyor bir süre. Yorgunluğu bile değişik. Ekranda göz yormaya benzemiyor.
Sonra iki arkadaşımızla birlikte küçük bir tütün dükkanı açtık. Daha doğrusu onlar zaten açacaklardı beni de dahil ettiler. Tütün sektörü dostane çıktı yani.
Dükkan merkezi bir yerde olmasına rağmen Çanakkalelilerin bile farketmediği küçük şirin bir sokaktaydı. Ben burada Çanakkale Kadın Dayanışması'nda yer alıyorum aynı zamanda. Dolayısıyla sokağın çehresi değişmeye başladı zamanla. Bol kadın nüfuslu, geleni gideni bitmeyen güzel bir hal aldı. Gelen giden, neredesin diyene "Ayşegül'ün sokaktayım" demeye başladı.
Tam o dönemlerde Sokak Cadıları'nın ikincisi de iş yerini kapatmak zorunda kaldı. Ve biz kadınların da bize verdiği cesaretle tütün dükkanının yanındaki dükkanı tutup cafe yapmaya karar verdik. Verdik ama dükkanı tutacak para da yoktu. Örgü yapıp satıyordum ben aynı zamanda. Yüzlerce anahtarlık yaptık. Özellikle İstanbul'daki sendikadan arkadaşlarım onları iş yerlerinde sattılar ya da anahtarlık istemeden bize 200-300 TL gönderen dostlarımızdan toplanan paralarla ilk kirayı ödedik ve cafeyi tuttuk. Ardından inanılmaz bir imece doğdu. Bir dostumuz buzdolabı verdi, bir diğeri ocak. Eğitim Sen'li arkadaşlarımız fırın aldı. Masalar sandalyeler derken bir baktık ki cafe çıktı ortaya.
“Birilerinin bizden ölesiye nefret ettiğini anladık”
İhraç edilmiş olmak hayatınızda hangi alanlarda engellemelere yol açıyor?
Birincisi paran yok. Her ayın 15'inde para yatan maaş kartın artık anlamsız bir nesne. Bu başlı başına bir engel zaten hayata dair.
Kafanı toparlayamıyorsun. Bir an iyisin gülüyorsun bir an şimdi ne olacak diyorsun. Dengesiz bir ruh hali. Kitap bile okuyamıyorsun en basitinden.
Seni ayakta tutan tek şey meşruiyetinin bilincinde olmak. Aslında 6 Ocak'tan bu yana kendi adıma çok çok baş edilemeyecek duygulara kapılmadım. Ancak her geçen gün bir kez daha gördüğümüz şeyler var. Gerçekten yetinmiyorlar.
Birilerinin bizden ölesiye nefret ettiğini anladık. İşsiz bırakıldık, iş bulmamız engellendi, bulunduğumuz yerlerde ellerinden geldiğince itibarsızlaştırmaya çalıştılar ve bizim üzerimizden hala çalışan arkadaşlarımızı inanılmaz bir korku çemberinin içine soktular. Tüm bunlara direndik aslında. Ki özel bir şey yaptığımızı iddia etmiyorum.
“Yasağın yakınlarımızı bağlaması en sarsan şey oldu”
Aldığımız maaşları zaten kendi emeğimizle kazandığımızı biliyorduk, kazandığımız maaşın kulu kölesi değildik. Onların itibarıyla bizim kendimize dair öz saygımız arasında uçurumlar vardı dolayısıyla asla itibarsızlaştıramadılar. İş bulmamız engellendi evet ama biz beyaz yakalı takıntısı insanlar değildik ona da güldük geçtik.
Bu dönemin bana en ağır gelen bedeli neydi derseniz kızımın ve eşimin de benimle birlikte pasaportlarına el konulması. Bizim yurt dışına çıkış yasağımız var. Ama bu yasağın birinci derece yakınlarımızı bağlaması 6 Ocak'tan bu yana beni sarsan tek şey oldu diyebilirim. Eşimin doktora tezi ve bir kongre için yurt dışına çıkması gerekiyordu ve şu an bu benim durumumdan dolayı engellenmiş durumda. İnsan kendine dair engelleri daha kolay göğüsleyebiliyor. 6 Ocak'tan bu yana gülüp geçemediğim tek engel bu oldu.
“Bir dahaki sefere daha hazırlıklı olmayı istiyorum”
Bundan sonraki süreçte neler bekliyorsunuz?
Hukuki mücadelenin yazılı kurallarla işlediğine inanan birisi değilim. Dolayısıyla süreçten beklentim mahkemeler kurulacak ve "suçsuzluğumuz" ortaya çıkacak şeklinde değil. Yazılı kuralların bile işletilmediği bir ihraç serüveni yaşatıldı hepimize.
Bir OHAL komisyonu kuruldu. Birçoğumuzu komisyon kanalıyla geri alacaklarını düşünüyorum. Bir saçmalıktı geçti gitti diyenlerimiz olacak. Ama geçip gitmiş olacak mı? Bu süreçle baş edemeyip intihar eden arkadaşlarımız oldu. İşe iadelerle birlikte neler yaşanacak? Geri dönenler nasıl dönecek? Bir kez atıldım tekrar atılmamalıyım korkusuyla çalışacak on binlerce insan olacak.
Süreçten ne bekliyorum? Komisyonun uzun bir zamana yayarak büyük bir çoğunluğu geri alacağını bekliyorum.
Peki süreçten ne istiyorum? Bir dahaki sefere daha hazırlıklı olmayı istiyorum. Birebir sendikaların öncülüğünde bu tarz durumlar karşısında üyelerinin geçimlerini sağlayabilmek için alternatif iş sahaları oluşturmasını hatta. Bunu duyanlar “Sendikaların işi mi bu?” diyebilir muhtemelen. İhraç edilen sendikalılar gözüyle bakabilirlerse eğer göreceklerdir ki evet tam da sendikaların işi aslında. Dayanışma ağlarının genişletilmesi ve rasyonelleştirilmesi gerekiyor. Bundan sonraki süreçte devlet ne yaparsa ona göre bir tavır ya da mücadele geliştirilir illaki. Ama asıl konu gördük ki bundan sonraki süreçte biz ne yapacağız? Bir daha bu deneyimler yaşandığında yine bu kadar hazırlıksız mı olacağız? (BK)