Gerilla bahçecilik, yani guerilla gardening, bazen bir avuç tohumun bile bir kente nasıl dokunabileceğini hatırlatıyor. Boş arsaların, duvar diplerinin ya da çatılardaki küçük saksıların içinde filizlenen bu hareket, hem doğayla hem de kamusal alanla kurduğumuz ilişkiyi yeniden düşünmemizi sağlıyor. Peyzaj Mimarı Bilal Emre Arslan, bu eylemle ilk kez 15 yıl önce, Viyana’da tanışmış.
“Teorik olarak biliyordum ama ilk defa orada deneyimledim” diyor. “Peyzaj mimarı olmam sebebiyle dahil edildim; hem tarihçesi hem de iletmek istediği mesaj beni çok etkilemişti.”
Gerilla bahçeciliğin kökleri, 1600’lerin İngiltere’sinde toprakları ortaklaştırmayı savunan Kazıcılar (Diggers) hareketine kadar uzanıyor. Bugün ise kent yaşamının giderek ticarileştiği, insanların yalnızca ücret ödeyerek vakit geçirebildiği bir çağda, bu eylem sessiz bir direniş biçimine dönüşüyor.
“İnsanlar peyzajın, yeşil alanların aslında bir ihtiyaç olduğunun farkında değil” diyor Arslan. “Ben bu farkındalığı sadece konuşarak değil, bir adım atarak göstermek istedim. Çünkü insan emek verdiği şeyi benimser, kendine ait hisseder.”
Bu düşünce onu, tıpkı Amerika’daki topluluk bahçeleri gibi, başkalarıyla birlikte hareket etmeye yönlendirmiş:
“Komünite bahçeleri özellikle dezavantajlı bölgelerde çok şey değiştiriyor. İnsanlar bakımını üstlendikçe orası gerçekten onların bahçesi oluyor. Vandalizm azalıyor, suç oranı düşüyor. Aslında bu küçük bir bahçeden çok daha fazlası.”
Arslan için gerilla bahçecilik, yalnızca doğayla uğraşmak değil; aidiyet duygusunu geri kazanmanın bir yolu:
“Ben sadece yaşadığım yere ait hissetmek istiyorum. Atıl alanlara sırt çevirmeyelim. Kuşla, kelebekle, arıyla birlikte, gerçekten uzlaşı içinde var olalım. Ayaklarıma, soğuk duvarlara değil; rengarenk çiçeklere, yeşil bitkilere bakarak yürümek istiyorum.”

Ona göre kentteki hiçbir alan gerçekten “bizim olmayan” bir yer değil.
“Bir şehir, tüm bileşenleriyle şehirdir: insanıyla, kedisiyle, kuşuyla, bahçesiyle. Biz sadece bize tanımlı alanlarda gezmeye alıştık. Oysa kamusal alanları birlikte oluşturursak, her yer hepimizin olur.”
Çocukluğunu hatırlıyor: “90’larda mahalle bizimdi. Boş arsalar futbol sahamız, sokaklar oyun alanımızdı. Komşunun elma ağacı da, yol kenarındaki erik de hepimizindi. Bireyselleştikçe bunları kaybettik.”
Peki bir şehri “bahçeleştirmek” sembolik olarak ne ifade ediyor?
“Bahçe genelde bireysel bir alanı temsil eder. Ama şehri hepimizin evi olarak düşünürsek, bu bahçe hepimizin olur. İnsan kendi bahçesine özen gösterir, bakar. Bizim yaşadığımız yerlere de böyle bakabilmemiz için önce onların ‘bizim’ olduğunu hatırlamamız gerekiyor.”
(NNN/EMK)







