Kent dediğimiz yerleşim olgusu sadece yapılı bir çevre değil, aynı zamanda sosyal olarak inşa edilmiş bir mekânsal ölçek olduğundan, mekâna yapılan her türlü müdahale, aynı zamanda sosyal olarak yerleşmiş ve kendi içinde bütünlüğü olan bir yapıya müdahale anlamındadır.
O halde bu sosyo-mekansal yapının oluşumu ve varlığının arkasındaki gerçeklik düzlemi ile, dönüşüm projelerinin arkasındaki beklentiler düzlemi arasındaki tutarlılık ve çelişkilerin, iyi tanımlanması gerekmektedir.
Bu çerçevede "kentsel dönüşüm" konusuna bakmak, konuya yeni bir bakış açısı geliştirebilmek için bazı ipuçlarını yakalamamıza olanak verebilir.
Konunun boyutları:
1.Neo Libearizmin Kentsel mekânda yarattığı radikal dönüşümleri doğru kavramak:
Türkiye'de 1980'lerin ikinci yarısından itibaren kendini göstermeye başlayan dönüşüm süreci, "kendiliğinden kentleşme" olarak adlandırabileceğimiz bir kentleşme biçiminden, "büyük sermaye yatırımları ile genişleyen emlak pazarının yönlendirdiği" yeni bir kentleşme biçimini öngörmektedir.
Bu dönemde kentsel mekân, ülkenin yeni kapitalist sınıfı için ciddi birikim potansiyeli taşıyan bir alan olarak kavranmaktadır. Bu kavrayışta neo liberal siyasi otoritenin etkin rolü vardır.
Kentsel mekândaki dönüşümlerin önünü açacak yerel ve merkezi politik kararlar, yasa ve yönetmeliklerde yapılan düzenlemeler ve "dünyaya açılma" söylemi ile meşrulaştırılmıştır.
Bu dönemde gerek dönüşüm projelerini fonlayacak finanssal kaynakların, gerekse kentin çöküntü alanlarının ıslah edileceği projelerin geliştirilmesi için kamu kaynakları devreye sokulmaktadır. Bunların arasında kuşkusuz en önemli yeri kamu bankaları, Toplu Konut idaresi ve belediyelerden sağlanan kaynaklar oluşturmaktadır.
1980'lerin ortalarından itibaren kentsel mekânın oluşum dinamikleri radikal biçimde değişmeye başlayacaktır. Bu değişmeyi başlatan temel etmen, kapitalizmin geçirdiği dönüşüme bağlı olarak bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sermaye ile devlet arasında kentsel toprakların kullanımı konusunda değişen ilişkilerdir.
Neo liberal ekonomi politikalarının kutuplaştırdığı zenginlik kentsel topraktaki mülkiyet haklarını genişletirken, yaygınlaştırdığı yoksulluk kentsel topraklardaki kullanım ve mülkiyet haklarını kaybetmektedir.
"Kentsel dönüşüm" olarak kentsel politikalara ve literatüre damgasını vuracak olan mekânsal dönüşüm sürecine bu bakış açısından bakıldığında mekândaki "operasyonları" kavramak belli ölçüde kolaylaşmaktadır.
Neo liberal siyasi otorite kentsel topraklarını sermaye kesimine sadece altın tepside sunmakla kalmayıp onlara "yol" göstermektedir. Bu dönemin büyük kentsel yatırımlarını gerçekleştiren sermaye kesimi ile merkezi/yerel siyasi otorite arasındaki kayırmacılık ilişkileri ise bu sürecin temel belirleyicilerinden biridir.
Bu ilişki Bahçeşehir, Beykoz Konakları, Karanfilköy gibi örnek çalışmalarda açıkça ortaya çıkmaktadır
Diğer durumda küresel sermaye için bu denli karmaşık mülkiyet hakları ve yasal sorunlar içeren bir kentsel alan yatırım için güvenli olmamaktadır. Kentsel yatırımları güvenli hale getirecek operasyonların taşeronu ise bu süreçten ciddi birikim sağlayacak olan yerli burjuvazi olmaktadır.
2.Kentsel Dönüşüm Neden Gerekiyor?
Kentsel dönüşümün neden gerektiği konusunda çok temel iki yaklaşım ortaya atılmaktadır:
Birincisi kentlerin bazı bölgelerinin çöküntü alanı haline gelmesi ve bu bölgelerdeki sağlıksız çevre ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi gerekliliğidir. Bu argüman, modern kent ideolojisinden (ya da mitinden) kaynaklandığı kadar artan kentsel suçlarla baş edebilme ihtiyacına bağlı olarak ortaya atılmaktadır.
Mekânsal olarak çökmüş alanlar, barındırdıkları yoksullarla kentsel şiddetin yuvaları olarak görülmekte ve bu nedenle bu alanlarda çeşitli kentsel dönüşüm projeleri ile gerçekleşecek "temizliğin" aynı zamanda şiddeti de azaltacağı varsayılmaktadır.
Diğer yandan bu alanlarda yaşayan yoksullara daha yaşanabilir bir çevre ve yaşam koşulları yaratılabilirse sınıfsal çatışmanın da göreceli azalacağı iddia edilmektedir.
ikinci yaklaşımda ise, kentlerin kapitalizmin sahnesi olmanın ötesinde bizatihi aktörlerinden biri olduğu ortaya çıktığından kentsel mekâna bir birikim aracı, bir gelişme sektörü olarak bakılmasıdır. Ve bunun gereği olan kentsel dönüşüm projeleriyle bu birikim olanağının realize edilmesi savunulmaktadır.
Bu iki yaklaşımı bir arada düşünmek ise birbiriyle çeliştiği için pek mümkün görünmemektedir.Bir mekânsal yenileme ya da iyileştirmenin orada yaşayan yoksullar lehine kamu ya da özel finanssal kaynak aktarımı ile gerçekleşmesi neo liberal dönemin piyasa mantığına aykırı olduğu kadar, kentsel mekânı bir gelişme sektörü olarak ele alan kentleşme politikalarına da aykırıdır.
3.Mekân Farklılaştırır!
Kent Sosyolojisinde Chicago Ekolü'nün temel sloganlarından olan "Toplumsal dönüşme kendini mekânda yansıtır" önermesine tersinden bakıldığında, mekânda meydana gelen dönüşüm de toplumsal yapıda farklılaşma yaratacaktır.
Massey'in deyişiyle "mekân farklılaştırır". Bu farklılaşma şüphesiz o mekânda sosyal olarak kurulmuş, belirli bir ölçek ve bütünlüğe sahip toplumsal oluşum üzerinde gerçekleşecektir.
Yenileşme ya da ıslah projelerinde, (uluslararası literatürde regeneration, renewal ve revitalization gibi terimlerle betimlenen) projenin daha uygulamaya başlamadan yükselen rantlar, mülkiyetin el değiştirmesine neden olmakta ve mekânın halihazırdaki sosyal "durumu"nu değiştirtmektedir.
Uygulama başladıktan sonra bu sürecin hızlanması ise, kentsel rantların önemli bir birikim aracı olduğu bir ekonomide kaçınılmaz hale gelmektedir. Mekânda yenileşme belirli bir müdahale aracı ile (proje) başlar başlamaz, mekânın sosyal olarak kurulmuş olan ölçeğinde, (mülkiyet ve kullanım hakları, mahallelilik ilişkileri ve nüfusun niteliği gibi) yapısal bir dönüşüm gerçekleşmeye başlamaktadır.
Bu süreç belirli bir sosyal ölçeğin yıkılıp yeniden yeni bir sosyal ölçek inşası anlamına gelmektedir. Post modern yazında toplumsalın yeniden inşası için kullanılan yapı sokumu (deconstruction) kavramı, burada fiziki mekânın yenilenmesi/iyileştirilmesi sürecinde kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bir çeşit yerleşimsel yapı sokumudur ki, orada yeni ve farklı bir toplumsal ölçeğin oluşacağı anlamına gelmektedir.
Bu sökülüp yeniden inşa olma sürecinde toplumsal sınıfların kent denilen sosyo-mekansal ölçekte sahip oldukları yerleşimsel haklar ve özgürlükler göz ardı edilerek olguya bakıldığında, bu dönüşüm sürecinin pek çok olumlu yanı ön plana çıkabilir.
Bunlar daha hijyenik, yaşanabilir bir yaşam çevresi oluşturulması, modern estetiğin mekana yansıtılması ve daha da önemlisi kentsel çöküntü alanlarının temizlenerek, hem toplumsal suçun azaltılacağı hem de kentin tarihine yeniden kavuşacağı varsayımıdır. Mekânsal dönüşümden kaynaklı olarak ortaya çıkan rant ise, ekonomik gelişmenin temel kaynaklarından biri olarak ele alınmaktadır.
4-"Kentsel Dönüşüm" ve Modern Kent Mitinin Çöküşü
Aristoteles Politika adlı yapıtında, kentin farklı insanların bir arada yaşadığı bir yer olduğundan, birbiriyle aynı insanların yaşadığı yerin bir kent olamayacağından söz etmektedir.
Modernitenin temelinde ise, sosyal bir sözleşme ile bir arada durabilen farklı insanların (sınıfların) bütünleşmiş bir toplumsal düzen oluşturdukları varsayımı yatmaktadır.
Halk, kamu gibi terimler de, birbirleriyle belirli bir bütünleşme içindeki farklı sınıfların oluşturduğu, insan topluluğunu betimlemek için ortaya atılmış kavramlardır.
Halk ya da kamu, bütün toplumsal sınıf ve tabakaları içeren, kamusal alanda ve mekânda sınıfsal çatışmalarla sürekli yeniden düzenlenen bir "sivil" durumu ifade etmektedir.
Bu durum sınıfların mekânda yerleşmeleri ile bir gerçeklik düzlemi oluştururken, ideolojik yanı ile mitsel bir içerik taşımaktadır. Bu, toplumsal bütünleşmeyi esas almış "modern kent" mitidir.
Son 25 yıldır modern kentte meydana gelen mekânsal dönüşümler, modern kenti modern kent yapan gerçeklik düzleminden kopararak, tamamen bir mite dönüştürmekte ve doğal olarak bu mitin de çökmesine yol açmaktadır.
Kentsel dönüşüm projeleri yarattıkları yeni kutuplaşmalarla sınıfları mekânda radikal olarak ayrıştırmakta ve "ortak" olan kamusal alan ve mekân çökmektedir.
Diğer yandan meşruiyetini kentsel mekânı kamu yararı ilkesi doğrultusunda düzenlenmesinden alan ve modern kentin temellerinden biri olan kent planlaması, "bütünlük"ten kopmakta ve yukarıda sözü edilen ayrışmayı mekânda düzenleyen bir araca dönüşmektedir.
Kent planlamasının yerini kentsel dönüşüm projeleri almakta ve kent bütününün dışlandığı parçalar halinde bir yeniden yapılanma ortaya çıkmaktadır. Bu sürecin en dramatik sonucu, kentin farklı sınıflarının birbirleriyle temasını yok eden "toplumsal dışlama" ve "toplumsal yok sayma "dır.
*Evrensel Kültür'ün Ağustos 2005 sayısından, özetlenerek alıntılanmıştır.