Fotoğraf: AA arşiv
Yazı ilk olarak, Çağdaş Hukukçular Derneği’nin yayınladığı Çağımızda Hukuk ve Toplum Dergisi’nin “Asrın Felaketi Değil Kapitalizmin Krizi” başlıklı 2. sayısında Avukat Aycan Çiçek imzasıyla, “Kâr için değil halk için kentsel dönüşüm” başlığıyla yayınlandı.
Kentsel dönüşüm, pratikte, gecekonduların ya da dayanıksız konutlarının yıkılıp yerine yenisinin yapılması olarak algılanır ancak öyle değil...
Kentsel dönüşüm, bir bölgenin önceki hali dikkate alınmadan, o bölgenin yeniden düzenlenmesidir.
Kavramsal olarak bakacak olursak; dönüşüm kentin toplumsal, ekonomik ve mekansal açıdan yeniden ele alınarak kentteki sorunlu (!) olduğu tespit edilen alanların yıkılıp yeniden yapılması, yapılandırılması için proje üretilmesi ve uygulanmaya başlanmasıdır.
Afet Yasası
Kentsel dönüşüme uygun hukuki düzenlemeler var. Belediye Kanunu’nun dönüşümü düzenleyen ilgili maddesinin yetersiz olduğunu gören iktidar bir yasa daha çıkardı. Afet Yasası olarak bilinen bu yasa dönüşümü hızlandırmak ve uygulamada ortaya çıkan sıkıntıların kaldırılması için yapılmıştı. Bu yasa gündeme geldiğinde ÇHD olarak pek çok çalışma yaptık. Panellerde, sempozyumlarda bu yasanın getirdiklerini, götürdüklerini anlattık. Pek çok Anayasa’ya aykırılık tespit ettik. Bu aykırılıklara karşı Anayasa Mahkemesine gidilmişse de pek çoğu aynen varlığını koruyor.
Bu yasayla amaçlanan, hızlı dönüşüm ve dönüşümün önünde hiç engel kalmamasıydı. Savaş zamanında bile halka reva görülmeyen, savaş hukukuna dahi aykırı hükümler içeren bu yasa ile dönüşüm yapılıyor, yapılacak.
Kentsel dönüşüm denilince sadece gecekonduların, kaçak yapıların ve depreme dayanıksız konutların yıkılıp yenilerinin, depreme dayanıklı konutların yapılacağı akla geliyor. Ancak yasal düzenlemeye ve bugüne kadar yapılanlara baktığımızda bunun böyle olmadığı görülecektir. Kentsel dönüşüm uygulamalarının hız kazandığı 2005-2008 arasındaki 3 yıllık süreçte merkezi iktidarın ve işbirlikçisi belediyelerin pratiklerinde tanık olduğumuz bu dönüşümlerin, kentsel müdahalelerin amacının kar elde etmek olduğunu görüyoruz. Daha sonra getirilen Afet Yasasıyla yapılanlar da daha fazla kar elde edilme amacını ortaya koyuyor. Dönüşümün halkın yararına olmadığı açık.
Levent-Maslak-Beşiktaş bölgesi
Son yıllarda yaşanan kentsel dönüşüm örneklerinde daha iyi ve daha sağlıklı konutlardan ziyade dönüşüm yapılacak alanın ne kadar kar getirip getirmediği, o alanın ne için planlandığı önem kazanıyor.
Örneğin Levent-Maslak-Beşiktaş bölgesi ticaret ve iş merkezi olarak düşünüldü ve dönüşüm de buna göre yapıldı. Bugün o bölge büyük oranda dönüşmüş, bankaların, finans kuruluşlarının merkezleri, iş kuleleri ile dolmuş durumda. O bölge içinde kalan konut alanlarının da değişeceği açıktır.
Bu durumda imar mevzuatıyla hiçbir çelişkisi olmayan ya da riskli olmayan binlerce konut yıkım gerçeğiyle karşı karşıya. Afet Yasası ile bu dönüşüme hız kazandırılması hedeflense de uygulamada halkın gösterdiği kimi tepkiler istedikleri hızda dönüşüm yapmalarını engelledi. Halk da deprem ve afet riski ile korkutulup evlerinden edilmek isteniyor.
Gelinen noktada tek katlı, iki katlı konutların yıkılıp yerlerine gökdelenler, rezidanslar, iş kuleleri yapıldığını gördük. Dolayısıyla bu yasanın inandırıcılığı kalmadı.
Sulukule, Fikirtepe, Başıbüyük, Ayazma
Kentsel dönüşüm projesi ilan edilen alandaki her türlü yapı yıkıldı, yıkılacak. Ancak ülkemizin deprem gerçeği düşünüldüğünde depreme ve diğer afetlere dayanıklı konutlar yapılması gerekirken pratikte bu gerçekleşmiyor. Gördüğümüz daha fazla kar uğruna halkın sokağa atılması oluyor.
Dönüşümle neyin hedeflendiği pratikteki örneklerle bu şekilde açıklanabilir ama tabii yasal düzenleme bu şekilde değil. Yasal düzenlemede “sağlık kurallarına uygun, afetlere ve diğer risklere dayanıklı, sosyal ve teknik altyapının yeterli olduğu alanlar yapılması” yer alır.
İstanbul’da dönüştürülen Sulukule, Fikirtepe, Başıbüyük, Ayazma ile Ankara’da Mamak ve Dikmen’de yaşananlar bunun tam tersinin söz konusu olduğunu gösterdi.
Gayrimenkul ve inşaat sektörü
Kentsel dönüşüm tanıtım toplantıları, yetkililerin açıklamaları ve Afet Yasasın’ın tanıtımında yapılan açıklamalar incelendiğinde kentsel dönüşüm projelerinin aslında gayrimenkul ve inşaat sektörünün önünün açılması, hareketlenmesi için yapıldığını anlıyoruz. Sağlıklı ve insan onuruna uygun konut meselesine gelince yapılan konutların hiç de öyle söylenilen gibi olmadığını görüyoruz.
Maraş merkezli depremlerde önce kamu binaları olmak üzere binlerce bina ve ev yıkıldı. Gerekli denetim yükümlülükleri yerine getirilmemişti.
Beykoz-Tokatköy‘de ve Beyoğlu’nda yapılan dönüşümlerde insanlar sokağa atıldılar. Evinden çıkmayanların elektriği, suyu, doğalgazı kesildi ve bir çözüm sunulmadan insanların günlerce bu koşullarda kalmasına neden olundu. Riskli alan olduğu söylenen bu bölgelere gökdelenler dikildi. Peki gerçekten riskli alan olsaydı onca bina, onca kat yapılır mıydı? Devlet buna nasıl izin verdi?
Deprem
1999 depreminin ardından yapılan mevzuat değişikliklerinden sonra binaların denetimi için yapı denetim büroları kuruldu. Kullanılacak demirin, betonun özellikleri belirlendi. Ancak 6 Şubat’taki Maraş merkezli depremler, kurallara uyulmadığını bir kez daha gösterdi.
Tıpkı daha önceki münferit olaylar ve İzmir, Elazığ depremlerinin gösterdiği gibi…
Kentsel dönüşüm yapılması düşünülen bir alandaki konut ve işyeri sahipleri kendileri bir müteahhitle anlaşabilecekleri gibi devlet de bu dönüşümü yapabiliyor. Uygulama daha çok halkın kendisinin müteahhitlerle anlaşması yoluyla oluyor. Ancak bunun hiçbir garantisi, yaptırımı yok.
Fikirtepe örneğinde olduğu gibi insanlar mağdur olabiliyor. Müteahhit firma projeyi yarım bıraktığında, yapmadığında halkın mağduriyetinin nasıl giderileceği güvence altında değil. Fikirtepe’de müteahhit firma projeyi tamamlamadı ve hukuken yapılması gereken diğer işlemler bitmediğinden başka bir firmaya da devredilemeyen proje 10 yılı aşkın süredir beklemede. Geçen zamanda evlerini boşaltan insanlar mağdur. Basına da yansıdığı gibi çadırda yaşayanlar dahi var.
“Riskli” binalar
Afet Yasası hükümlerinden bahsetmek gerekirse, önemli bir konu olarak riskli alan olarak belirlenen alanda itirazlar yapılsa da alan içinde kalan yapılar yıkılacaktır. Riskli bina için binadan birinin başvurması yeterli ama bu araştırmanın kim tarafından ne şekilde yapılacağı belli değil.
Kentsel dönüşüm yapılacak alandaki konut sahiplerine kira yardımı yapılacağı yasayla düzenleniyor ancak ödenecek olan tutarlar kira bedelini karşılamaktan çok uzak. Seçim döneminde bu rakamlar yükselse de hala gerçekçi değil.
Dönüşüme giren evin bedeli olarak hesaplanacak bedel ise sadece enkaz bedeli ve dönüşümün maliyetinden düşürülerek ev sahipleri kalan tutar için ödeme yapmak zorunda bırakılıyor. Zaten hayatları boyunca çalışıp ancak bir ev sahibi olmuş bu insanların yeniden ev kredisi ödemesi, ödeyebilmesi çok zordur.
TOKİ
Pratikte olan ise şöyle: Binada yaşayanlar, çıkarılan bu borcu ödeyemedikleri için evlerinin yerine yapılacak olan yeni binadan bir daire alamıyor. Bu sebeple başka yerlere taşınmak zorunda kalan insanlar bu bölgeden gönderilmiş oluyor. Bu bir nevi sürgün... İnsanlar büyük şehirlere ilk geldikleri zamanlarda olduğu gibi yine şehrin çeperlerinde yaşamak zorunda bırakılıyor. Zaman içinde şehrin merkezinde kalan ve değeri artan bölgeler halka layık görülmeyip başkalarına peşkeş çekiliyor.
Ayrıca bölge halkının burada kalamayacağı anlaşıldığında dönüşüm öncesi sözleşmede, orada yaşayan halk için şehirden çok uzakta, henüz yolu ve altyapısı yapılmamış yerlerde TOKİ tarafında konutlar yapılması planlanıyor. Bunlar da yüksek fiyatlarla satılıyor. İnsanlar 15-20 yıl taksit ödemek zorunda kalıyor.
TOKİ tarafından yapılan bu evler hem insanlık onuruna hem de mevzuata aykırı. Daha inşaatı bitmeden sel basan TOKİ konutlarının görüntüleri aklımızda. Yine yapıldıktan sonra bir ya da iki yıl içinde duvarları çatlayan, su akıtan, daha başlangıçtan sıkıntılı olan yapılar var. İstanbul’da yapılan pek çok TOKİ konutunun depreme dayanıksız olduğu, daha yapım aşamasında ya da takip eden bir-iki yıl içinde hasarlı olduğu görüldü.
İnsan onuruna uygun konut
Barınma Anayasal bir haktır. İnsanlığın en temel ihtiyaçlarının başında gelir. Uluslararası insan hakları belgeleri ve anayasalarda yer alır. 1982 Anayasasında da düzenlenmiştir. Devletin pozitif yükümlülüğü söz konusudur, dolayısıyla bir devlet halkını sokağa atamaz. Afet Yasası ile yapılan uygulamalar Anayasa’ya aykırıdır.
Tek başına konut sahibi olmak da yeterli değildir. Bu konut nitelikli, insan onuruna ve sağlığa uygun olmalıdır. Su, ısınma vb. ihtiyaçların karşılandığı ve depreme dayanıklı konutlar olması önemlidir.
Devletin görevi depremden sonra cenaze çıkarmak değildir. Olası deprem durumunda insanların hayatta kalmasını sağlamaktır. Ancak 6 Şubat‘ta yaşanan depremin üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen evleri yıkılan halk hala temiz suya ulaşımda, duş, tuvalet gibi temel ihtiyaçlarında sorun yaşıyor ve pek çok kişi henüz çadıra bile sahip değil. Bütün bu yaşananlar devletin yükümlülüklerini yerine getiremediğini gösteriyor.
Kısacası depremin bize bir kez daha gösterdiği gibi kentsel dönüşüm olası deprem ya da diğer afetlere karşı dayanıklı, sağlıklı konutlar yapmak için değil, bir avuç burjuvaya daha fazla kar elde ettirmek için uygulanıyor. Bugüne kadar yaşananlar halkın, şehrin çeperlerinde sağlıksız konutlara gönderilmesi ya da çaresizce sokağa atılması oldu. Oysa devlet, insanlık onuruna uygun, sağlıklı, depreme dayanıklı konutları sağlamalıdır. (AÇ/AS)