Yedi adet devasa gökdelen ve kalan boşluklara da kondurulan apartman irisi blokları görünce ben de çok şaşırdım. Projeyi görenlerin de gözleri faltaşı gibi açılıyor. Çünkü bu müthiş "kentsel dönüşüm" projesini gerçekleştirmeyi kafalarına koyanlar kentin gelecekte nasıl bir nitelik kazanacağını, profesyonel hizmetlerin de nasıl biçimleneceğini çoktan öngörmüşler:
Nasıl kentin en önemli kamu mekanlarının müteahhitlik işlerini üstlenenler, plan ve proje işlerini de üstleniyorlarsa, çıkar sermayesi de kente öncelikle profesyonellik dışı bir kurguyu dayatıyor.
İstanbul, savurganca yönetilen kamu kaynaklarındaki açıkları kapatmak için satışa çıkarılıyor. Kamunun hiçbir düzeyde profesyonelliğe, bağımsız bilgi üretimine yer açmadığı bir ilişki biçimi içinde, nasıl aptal bir kentleşme modeli yaşıyorsak, çıkar sermayesi için de profesyonelliğin bir anlam taşımadığı çok açık.
Karşımıza koydukları ilkel bile denemeyecek, profesyonellik açısından tartışma dahi yaratamayacak düzeydeki bu proje İstanbul için tam bir skandal. Çıkar sermayesi ile merkezi otorite kol kola girmişler, yapsatçı müteahhit mantığı ile kenti, kentin elinde kalmış en gözde alanları bildikleri en ilkel yöntemlerle pazarlamaya çalışıyorlar.
Bu ilişkide profesyonelliğe, yaratıcı fikirlere, kentin amaçlarını geliştirmeye yer yok.
İstanbul'un kentsel bağlamı ortadan kalkacak
Bu "proje" bir taraftan boş bir araziyi değerlendirme mantığını kente empoze ederken diğer taraftan da İstanbul için bir çifte standardı ortaya koyuyor:
Çıkar sermayesi ve kamu yönetimleri açısından bu kentte varsa yoksa korunacak (!) bir Tarihi Yarımada var. Gerisi önemli değil. Bu nedenle Tarihi Yarımada'nın tam karşışına kuleler dikilebilir, bu bölge ve İstanbul'un başka alanları Ankara'nın inisiyatifi ile savurganca yönetilen kaynakları geliştirmek için kullanılabilir!
İstanbul'un küresel bir kent olduğunu vurgulayan, kentin Anadolu ve ülkeler arası bir coğrafyanın bağlantı noktası olarak tarihsel ve güncel bir simge olduğunun en önemli göstergesi Haydarpaşa Garı bu proje sayesinde yok oluyor.
Sanki Erenköy'de, Bostancı'da apartmanlar içinde kalmış köşklere, daha doğrusu müştemilat binalarına benziyor. Oysa bırakın projenin niteliklerini, yalnızca bu simgeyi yok etmek, İstanbul'un kentsel bağlamını, yapısını ortadan kaldırmakla eşanlamlı.
"Pes, bu kadarı da olmaz" dedirtecek şeyler ne yazık ki bununla da sınırlı değil. Çıkar sermayesi ile kamu işbirliğinin doğal bir sonucu olarak, proje kenti, kentlileri de önemsiz varlıklara dönüştürüyor: Proje kapsamındaki tüm alanlar özelleştiriliyor.
Yani tıpkı bir özel mülk gibi halka, kamuya kapatılıyor. Bu proje yapıldığı takdirde artık Kadıköy'den Üsküdar'a giden ana yol halka kapatılacak. İki semt arasındaki bağlantı Karacaahmet Mezarlığı içinden geçen yola taşınacak!
Kamu yönetimlerinin rolü sermayeye
Bir de madalyonun diğer yüzü var: Bir tarafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi oturmuş bir takım uzmanlara iş verip, sözümona kentin çevre planlarını hazırlatıyor. Öbür tarafta özel yasa ile bir proje geliştiriliyor, kent yönetimini devreden çıkarılıyor.
İstanbul'un en önemli kamu alanlarından biri Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından, Ankara'dan yönetiliyor. Bu gidişe ne demeli? İstanbul'un kamu elindeki en büyük alanlarından birini, bu bölgeyi özel bir yatırıma açma anlayışı ile geliştirilen bu "proje" kentin gelişme stratejilerini, planlarını askıya alan bir yönetim anlayışını sergiliyor, diyemiyorum.
Diyemiyorum, çünkü böyle bir şey yok. Çünkü bu işlevleri yerine getirmek, kenti bilgiye açmak yerine bir takım uzmanlar "planlama" adı altında kendi fikirlerini sergiliyorlar. İstanbul için kendi fikirlerini, kendi profesyonellik anlayışlarını temsil etmeyi plan yapmak zannediyorlar.
Böyle olunca da hizmet üretmesi gereken çıkar sermayesi karar üretiyor, kamu yönetimleri kendi rollerini kenti yaratıcı finansman yöntemleri, yaratıcı fikirlerle geliştiremiyor.
Kent midesiyle değil, beyniyle düşünmeli
Bu proje kent yönetimi ile ilgili antidemokratik bir gelişmeye işaret ediyor: Profesyonel uzmanlık alanındaki kurumlar kendi içlerine kapandıkça, müzakere ortamlarında yalnızca çıkar sermayesi yer alıyor. Bu da kentin enerjisini yok ediyor. Çıkar sermayesi, yani müteahhitler, yatırımcılar, işletmeciler elbette ki hizmet üretebilirler, ancak bu mekanların amacının belirlenmesinde, tanımlanmasında, kararların oluşturulmasında kent yönetiminin ve uzmanların çıkarlardan bağımsız bir rol oynaması gerekli değil mi?
Kentsel dönüşüm başlığı altında kentin amaçlarını kim belirleyecek? Kapalı kapılar ardında uzmanlar mı? Ya da çıkar sermayesi mi? Çıkar sermayesinin kendi amaçlarını gerçekleştirmesi bir kentin amaçlarının belirlenmesi ve geliştirilmesi için yeterli olabilir mi?
Bu kentin yaşaması gereken dönüşüm, ilk önce kamu fikrinin dönüşümünde olmalı. Çünkü İstanbul gibi kentlerin yaşadığı dönüşüm basit bir işlevlendirme veya kapalı kapılar ardında projeler geliştirme, planlar hazırlama işi değil. Kentlerin yarıştığı bir ortamda İstanbul böyle tepeden inme fikirlerle, projelerle ayakta kalamaz.
Bu nedenle İstanbul için (üniversiteler işbirliği ile oluşturulan) planlama bürosu bir an önce şeffaflaşmalı, bağımsız kuruluşları ve STK'ları da kapsayarak İstanbul'u temsil eder hale gelmeli. Bu gidişe, çıkar sermayesinin dikte ettiği projelere dur diyebilmenin başka bir koşulu yok. Kentin amaçlarını belirleyebilmesi, kentin gelişmesi için kent yönetiminin ve bağımsız uzman kuruluşların işbirliği yapması gerekli.
Karşı çıkmalı
İstanbul yalnızca çıkar sermayesi ile hareket ettikçe, ufku daralıyor ve bundan herkes zarar görüyor. Bu noktada sorgulanması gereken konu şu: İstanbul'un kent yönetiminin, yeni çevre planını hazırlayan grupların, üniversitelerin bu ilkel yaklaşıma karşı bir sesi çıkmalı.
Kenti planlamaya çalışan bu grup kapalı bir planlama anlayışından artık vazgeçmeli. Kentsel dönüşüm başlığı altında kentin amaçlarını kim belirleyecek? Kapalı kapılar ardında uzmanlar mı? Ya da çıkar sermayesi mi? Çıkar sermayesinin kendi amaçlarını gerçekleştirmesi bir kentin amaçlarının belirlenmesi ve geliştirilmesi için yeterli olabilir mi?
Bu nedenle İstanbullular olarak ilk önce bu projenin derhal durdurulmasını istemeliyiz. Ama bununla yetinmemeliyiz. Çıkar sermayesinin kente kendi amaçlarını dikte etmemesi için kent yönetiminin ve planlama işlerini yapan uzmanların planlama sürecini kentle paylaşacak bir işlev görmesini talep etmeliyiz.
İstanbul'un kent yönetiminin kapalı kapılar ardında İstanbul'u planlamaya çalıştığı bir ortamda kent yönetiminin güçlenemeyeceğini, planlamanın yalnızca uzmanların bir uğraşı olmadığını, STK'ları sürece ortak olarak alacak bir yöntemle yapılmasını bıkmadan, usanmadan ve çok daha güçlü bir sesle, halkla birlikte söylemeliyiz.
Başta kent yönetimi olmak üzere bütün İstanbul'daki bütün kuruluşları bu projeye, kentin dönüşümü ile ilgili bir kötü yönetim örneği olduğu için karşı çıkmaya çağırmalıyız. Kamunun dönüşümünü yalnızca "özelleştirme" olarak anlayan bir gidişe dur demek için artık fazla bir zamanımız kalmadı. Yoksa bu kentte yaşamamız zor. Kentin alarm zilleri çalıyor!(KG/EÜ)