İşin neresinden bakarsanız, bakın ortada bir tuhaflık var. Hatırlarsanız 2005 başında Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım "Arnavutköylüler müsterih olsun. İki köprü arasında yeni bir köprü olmayacak. O bölge tarihi doku" diye bir açıklama yapmıştı. "İstanbul'un hem köprüye, hem de lastik tekerlekli araçlar için bir ikinci tüp geçide ihtiyacı olduğunu" söyleyen Bakan, 3. Boğaz Köprüsü'nün İstanbul'un kuzeyine yapılacağını söylemişti.
Bu son operasyonun İstanbul'un kuzeyini yapılaşmaya açmayı hedefleyen 3. Köprü girişiminin önünü açmak için yapıldığı düşünülebilir. Karar veto edildikten sonra "bakın köprüyü kuzeye aldık" demelerinin çok daha kolay olacağını tahmin etmek zor değil. Ancak bu iş daha karmaşık. İki yaklaşım arasında böyle gizli bir ittifak olmasından çok, yeni köprünün iki köprünün arasına yapılması gerektiğini ısrarla savunan siyasi bir grup olduğu biliniyor.
Zaten bütün bu gelişmeler iktidarda hangi parti olursa olsun, 3. Köprü'nün Arnavutköy-Vaniköy arasına yapılması konusunda kararlı olan güçlü bir topluluk olduğunu gösteriyor. Nasıl geçmişte iki bakanlık arasında bir yaklaşım farkı varsa, bugün de var ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 3. Köprü'nün iki köprü arasına yapılması konusunda hâlâ ısrarlı. Sivil ve siyasi temsilcilerden, eski bürokratlardan oluşan bu grup İstanbul'un ulaşım yükü açısından transit geçişin çok büyük bir yer tutmadığını, asıl ihtiyacın iki köprü arasındaki hatta olduğunu iddia ediyor. Demek ki iki farklı çıkar ve 'konsept'i temsil eden iki ayrı grup var -eski Ulaştırma Bakanı da eski hükümette 3. Köprü'den yana olan Bayındırlık ve İskan Bakanı'na karşı Boğaziçi Tüneli'ni savunmuyor muydu? Ama kent yönetiminin bu konuda ne düşündüğünü, sorunları nasıl yorumladığını kimse bilmiyor.
Yerel resmi kurumlar seyirci kalıyor
Oysa İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin içinde beş yüz kişinin çalıştığı söylenen 'Metropoliten Planlama Merkezi' var. Burada ulaşım konusunda uzmanlar çalışıyor. Ulaşım Daire Başkanlığı var. Devasa boyutta ihaleler ve hizmet alımları yapıyor. Ama ortada açık seçik bilinen, tartışılan, konuşulan bir ulaşım politikası, planı yok. Ortada birbiriyle çelişen bir dolu yaklaşım var, inanılmaz bir işkence halini alan ve kenti tıpkı deprem gibi tehdit eden muazzam bir sorun var. Ama ortada ulaşım sorunun hangi adımlar atılarak çözüleceğine dair bir yaklaşım yok. En yetkili kişiler de dahil olmak üzere, kimse bir şey bilmiyor. Ulaşımla ilgili yerel resmi kurumların, kişilerin bildiği bir tek şey var, dar bir perspektiften konuya yaklaşmak ve Ankara'da iki ayrı bakanlığın geliştirdiği Marmaray, 3. Köprü gibi projelere seyirci kalmak.
Bu şaşırtıcı bir durum değil; çünkü kent yönetiminin dev planlama bölümü bir şirkete bağlı çalışıyor, hizmet alımlarını kapalı kapılar ardında yapıyor. Görünüşte sürekli katılımdan, şeffaflıktan söz edilse de, işleyişte tam tersine bir gidiş var. İstanbul hakkındaki kararlar profesyonelliği dışlayan, kamu işlevlerini özelleştiren kapalı kapılar ardında alınıyor. Bu nedenle kent yönetimi hem var, hem de yok. Tepeden inmeci yöntemlerle sorunların çözüleceği zannediliyor. Halkı işin içine katmayan, bilgi paylaşımını önemsemeyen bir yönetim anlayışı var. Diğer tarafta ise, bu derebeylik sistemini andıran kamunun kararlarına karşı güçlü bir muhalefet oluştu. Ortaya çıkan sorunlar, çelişkiler siyasetçilerin sürekli tökezlemesine yol açıyor.
Dolayısı ile problem şu: 3. Köprü konusunda güçlü bir sivil muhalefet var ve bu tip kararlar siyasetçilere işlerin eskiden olduğu gibi yürümeyeceğini gösteriyor olmalı. Bu nedenle "bu köprü yapılacak, o kadar" demek o kadar kolay değil. Bu nedenle bu tür gizli kapaklı operasyonlarla iş yürütülmeye çalışılıyor. Sanki kamu bir 'derin devlet'e dönüşmüş durumda. Kimse ne olduğunu, kimin ne yaptığını anlayamıyor. Her olay bir kötü yönetim göstergesi olarak sırıtıyor.
Lastiklik tekerlekli ulaşıma dayalı çözüm İstanbul'u mahvediyor
Bence ulaşım felaketinden ve politikasızlıktan İstanbul'un bir ders çıkarmasının vakti çoktan geldi. Bugüne kadar, bu dar perspektiften bakılarak daha çok köprü, yeni köprülü kavşaklar, şehir içi otobanlar yapıldıkça, İstanbul'da ulaşım sorunun çözüleceği ifade edildi. Bunun ötesine geçilemedi. Bu yaklaşım bir bakıma 19. yüzyılın kentsel altyapı yatırımlarını kentsel gelişmenin bir gölgesi olarak gösteren şehircilik yaklaşımlarını çağrıştırıyor. Bu yaklaşıma göre şehir kendi başına gelişiyor, birtakım ihtiyaçlar ortaya çıkıyor. Böyle olunca da yolları genişletmek, yeni köprüler yapmak, yeni araçlar satın almak gerekiyor. Bu politikasızlık ortamında, bir boyutuyla, şehircilik, planlama gibi konular ihtiyaçlara cevap vermekle özdeşleşiyor. Başka bir deyişle siyasetten arındırılmış, bilgiyi kendi patronajına almaya çalışan, yalnızca kendi perspektifini temsil etmeye yönelik teknikçi bir yaklaşım söz konusu.
Yalnızca Arnavutköylüler mi semtleri elden gidecek diye 3. Köprü'ye karşı çıkmak zorundalar? Hiç şüphesiz hayır. Lastik tekerlekli ulaşıma dayalı bir çözüm İstanbul'u mahvediyor. Sorun köprülerin sayısında, yolların genişliği, darlığında değil, otomobillerin düzenlilik gösteren bir ulaşım ihtiyacı için, yani toplu taşımacılık yerine kullanılması.
Her sabah ve akşam Boğaziçi Köprüsü'ne ulaşmaya çabalayan otomobilleri (insanları demiyorum), caddelerde 'dünyanın en aptallaştırıcı' işini yapmak, direksiyon başında oturmak zorunda kalan ve saatler kaybeden insanları gördükçe, ilk önce otomobil sahiplerinin toplu taşımacılıktan yana olması gerektiğini düşünüyorum. Yolların genişletilmesine, İstanbul'un içine otoyollar yapılmasına, oraya buraya köprülü kavşaklar inşa edilmesine ilk önce belki de otomobil sahipleri karşı çıkmalılar.
Kent yönetiminin demokratikleştirilmesi zorunlu
Bu nedenle sorunu İstanbul perspektifine taşımak kesinlikle zorunlu. Bu nedenle kent yönetimini artık göreve çağırmak gerekiyor. Bugün kentle ilgili stratejilerin oluşturulması için kent yönetiminin demokratikleştirilmesi zorunlu.
Önceliklerin belirlenmesi, çözümlerin geliştirilmesi ve kentin iyi yönetilmesi için kentliler ile bilgi paylaşımını sağlayacak profesyonel bir planlama işlevine ve bağımsız uzmanlık kurumlarına ihtiyaç olduğu ortada. Bence asıl sorgulamamız gereken bu. Kent çok daha karmaşık bir olgu. Biz kenti basit bir makine, bir eşya gibi tasarlamaya kalktıkça, sorunlar daha içinden çıkılmaz hale geliyor. Buna herkesin ihtiyacı var, çünkü 3. Köprü'nün kuzeye kaydırılması, sorunu daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getirecek.
Bu nedenle İstanbul'un kent yönetimine bir çağrıda bulunmak istiyorum. İstanbul'un planlanması konusu İstanbulluları, STK'leri, profesyonelleri işin içine katmadan yapılması mümkün olmayan bir konudur. Eğer İstanbul'un bir kent yönetimi varsa, kente dair politikaların üretileceği alanı, planlama işlevini profesyonelliğe ve katılıma açsın.
Bunun için önümüzde bir kılavuz var. AB müktesebatının kent yönetimleri ile ilgili bölümü, müzakere sürecinde bilgi paylaşımının nasıl gerçekleşeceği, profesyonellerin sürece nasıl katılacağı, kent yönetiminin nasıl politika geliştireceği konusunda adımlar atılmasını gerekli kılıyor. Yoksa bu iş iyice içinden çıkılmaz hale gelecek. (KG/TK)