"...Her birimiz bir flütten başka bir şey değiliz, anlıyor musun?... Önce annemizle babamız çalıyor bizi, sonra öğretmenimiz, sonra park bekçisi, sonra da başkaları... Kimsenin kendi sesi yok... Buna direnmeye mi kalkıştın, paçavraya çevirirler insanı, sokak köpeğinden beter ederler... Kendi şarkını çalmak yok... İlle başkaları üfleyip çalacak seni..." (Oldrich Danek)
Bazı sözcükler vardır; şafak sökerken, gün aydınlanmaya başlarken sabah sabah söylenir... O sabah sabah söylenen sözcükler içten, en içten sözcüklerdir... Tıpkı Turgut Uyar'ın "İnsan en çok sabahları arar sevdiği kadını" adlı şiirindeki dize gibidir o sözcükler.
Bazı sözcükler de vardır ki sahne ışıklarında söylenir... O spot ışığın altında durursun ve söylersin sözcükleri... Kendini göstermek için söylersin... Hayatı bilmiyorsan, bilmek istemiyorsan, hayattan kaçma savaşına dönüşüyorsa savaşın, görüntüden başka bir anlamın yoksa senin işte o an o ışık altında kalmak uğruna söylersin sözcüklerini… Vladimir Bendl'ın yaptığı gibi.
Vladimir Bendl hayattan kaçar... Nasıl olursa olsun, nerede olursa olsun kaçar... Yoksa katlanamaz bu ağır gerçekliğe... Nasıl nefes alınır bilmiyor ki... Ki onu var eden ona nefes veren sözcükleri söyleyemediği zaman nefessiz kalacak ve ölecek sonunda... O sahnesi ve altında durduğu ışık olmadan, onu izleyen, onu alkışlayan, onu var eden insanlar olmadan nasıl yaşayacağını bilmez ki.
Onun için o bu gelip geçici dünyaya oynamak için geldiğine inanır... Haklı mı peki... Belki de haklı... Değil mi ki herkesin yaşam denilen bu kocaman sahnede var olmak için bir sebebi, bir ideali varsa, onunki de oynamak... Sadece o ışık altında sözcüklerini söylemek... Yaşama bulaşmadan sözcüklerini söyleyebilmek... Savaşa karşı çıkmadan sözcüklerini söyleyebilmek... Sevdiği insan(lar)ı yüzüstü bırakacak kadar sözcüklerini söyleyebilmek... Arkadaşlarına ihanet edebilecek kadar sözcüklerini söyleyebilmek... Çünkü o kendi şarkısını çalıp söyleyemeyen, bir başkasının şarkısını çalıp söyleyen bir başkasının siyah flütü.
İşte "Savaş İkince Perde Çıkacak" oyununu bunları ve ötesini anlatır.
"Savaş İkinci Perde Çıkacak" adlı oyun Çek oyun yazarı ve yönetmeni Oldrich Danek'e ait... Oyunu Türkçe'ye kazandıran Yücel Erten... Dicle Üniversitesi Tiyatro Topluluğu oyuncuları da Diyarbakır'dan yollara düşüp yorgunluk nedir bilmeden İstanbul'a varır varmaz Yıldız Teknik Üniversitesi'nin sahnesinde sahnelerler oyunu.
Oyun, Vladimir Bendl'in, 1970'lerdeki hastanedeki son günlerinden başlar... Ardından geçmişe döneriz... Bendl’ın tiyatroya başladığı ilk günden hayatının son gününe kadarki yaşadıklarından kesitler sunulmaktadır... Hitler'in iktidara gelişini, Yahudi soykırımını, İkinci Dünya Savaşı'nı, milyonlarca insanın ölümünü yani yüzyılın en acımasız günlerini barındırır o kesitler… Asıl trajik olan ise bir insanın idealleri uğruna nelerden vazgeçebileceğini anlatmasıdır.
Yaklaşık iki saatlik oyun bittiğinde, eller yorulana kadar alkışlayıp da seyirci ile çimenlerin üzerinde bağdaş kurup yapılan soru-cevap muhabetinden sonra oyunun yönetmeni Serdar Turhan ile "iki rekâtlık sohbet" yaptık.
Serdar Turhan Diyarbakır doğumlu... Hem bir tiyatrocu hem de bir doktor...
Turhan bize öyküsünü, tiyatroya başlamasını, tiyatroyu hayatının merkezine koymasını anlatır... Sonra da cevabı insanda olan sorulara cevap verir.
1987 Amed doğumluyum. Bütün eğitim hayatım Amed’te devam etti. Tiyatro ile olan tanışmam belki birçok kişi gibi benim de ilköğretimde küçük müsamerelerde oyunlar oynayarak başladı. Daha sonra lise yıllarında da devam etti. Tabi bu arada fırsat ve de harçlık buldukça izlenen oyunlarda bu yönelimde etkili oldu. 2006 yılında tıp fakültesine yerleştikten sonra tiyatronun hayatımdaki yeri de beraberinde belirginleşti. Üniversite ile beraber atılan adımlar artık daha büyük olmaya başladı. İlk ve önemli atılım tıp fakültesi 3. Sınıf öğrencisi iken Şehir Tiyatrosu'nun başlatmış olduğu ‘Tiyatro Atölyesi’ne katılarak gerçekleşti. Burada bir yıla yakın bir süre ses, diksiyon, oyunculuk, metin okuma ve tiyatro kuramı üzerine eğitim gördüm.
2008 ile 2013 yılları arasında aktif olarak tiyatro ile uğraştım. Şansımın yaver gitmesi ve biraz da karakter için uygun görüntüye sahip olmam nedeniyle bir önceki dönem atölyeden mezun olan oyuncuların yer aldığı Şehir Tiyatrosu'nda ‘Yaşamak mı, Yoksa Ölmek mi’ oyununda yer aldım.
Oyun üç faklı dönemde 10 defa sahnelendi. Şehir tiyatrosunda geçen bir yılın ardından Dicle Üniversitesi Tiyatro Topluluğu'ndaki (DÜNİT) tiyatro yaşamım başladı. DÜNİT’e geçtim çünkü amatör ruhun diri tutulduğu, “kurumsallaşmamış” bir sanat anlayışının devam ettiği, üniversite öğrencilerinin hiçbir çıkarı olmadan emek verdiği, kolektif çalışmanın değerli olduğu bir yapıda yer almak daha doğru geldi. Burada verdiğim emek kazandığım dostluklar edindiğim bilgiler ve en önemlisi özgün olabilmenin verdiği güven tiyatroyu hayatımın odak noktası haline getirdi. DÜNİT'te “Sezuan’ın İyi İnsanı” , “Babil’e Bir Melek İniyor” , “Balkon” ve son olarak “Savaş İkinci Perdede Çıkacak” oyunlarında oyuncu, rejisör, eğitmen gibi çeşitli görevler üstlendim. İlk rejisörlük deneyimim Jean Genet’ın Balkon oyunu ile oldu. Balkon oyunu DÜNİT bünyesindeki oyuncularla beraber oluşturduğumuz ilk özel tiyatro topluluğu denememiz olan “Tiyatro DO” ile sahnelendi.
"Savaş İkinci Perdede Çıkacak" oyunun yönetmenliğini yapıyorsun. Üzerinde çalışmaya ne zaman başladın? Yaratım süreci nasıl gelişti?
Her yıl sezonu haziran ortalarında kapattıktan sonra yeni dönem yönetmeni belirlenir ve kendisinin yönlendirmeleri ile tekst okumaya başlarız. Bu yılda aynı şekilde başlayan süreç geçen yılın ağustos ortalarında çeşitli kaynaklardan topladığımız metinleri okuduktan sonra karşımıza “Savaş İkinci Perdede Çıkacak” oyununu çıkardı. Böylece ağustos ayı itibariyle oyun üzerine çalışmaya başladım. Ekim ayı itibariyle ekibe başvuran adaylar arasından seçim yapılarak yeni arkadaşların da katılımıyla yaratım süreci başladı. Öncelikle iki aylık temel tiyatro eğitiminin ardından ocak ayı itibariyle oyunun sahnelenmesi üzerine çalışmalarımız başladı. Oyunun prömiyeri 10 Mayısta Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi'nde yaklaşık 1000 kişilik bir seyirci kitlesinin önünde gerçekleşti. Bir hafta sonra yani 17 Mayıs'ta ise Yıldız Teknik Üniversitesi tiyatro topluluğunun düzenlemiş olduğu festivalde sahneledik. Oyun yoğun talep görmesi dolayısıyla oynamaya devam etmeyi düşünüyoruz, ancak çoğu üniversite topluluklarında olduğu üzere oyuncuların sürekliliği sağlanamadığı için oyunlarımızı çoğu zaman birkaç gösterimden sonra rafa kaldırmak zorunda kalıyoruz doğrusu.
"Savaş İkinci Perdede Çıkacak" oyunu savaş üzerine bir oyun değil bütünüyle. Oyuncu tutkunu bir tiyatro sanatçısının, sadece oynamak isteyen, yalnızca sahnede olmak isteyen, tüm yaşamını ona adayan bir adamın, Vladimir Bendl'ın öyküsünü anlatıyor. Bendl tiyatroya o kadar aşıktır ki tiyatro için "şerefi"ni bile satabilmiştir. Bu tutkusu o kadar yüksektir ki, onu İkinci Dünya Savaşı'nda ülkesini işgal eden Nazilerle -onları sevmese de- işbirliğine kadar götürmüş, işgale direnen arkadaşlarını sadece oyun oynamaya devam edebilmek adına ihbar da edebilmiştir. Böyle bir adamın hayatından tiyatroyu çıkardığımızda geriye ne kalır sorusunun cevabı bir "hiç" olsa gerek.
Oyun bize Bendl’ın hayatını anlatsa da özünde insanı anlatmaktadır. İnsanın ‘’hırs’’larıyla çktığı yolda idealleri uğruna yapamayacağı şey yoktur. Yeri gelir şerefinden onurundan bile vazgeçebilir. İşte bizi de asıl bu oyuna sürükleyen bu olsa gerek. Mevcut düzenin hakim güçlerinin idealleri için yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını, oyunun teması olan savaşı da önümüze alarak ve savaşın 30 yıldır hakim olduğu bir bölgenin çocukları olarak savaş karşıtı duruşumuzu belki de birer tiyatro sever olarak bir tiyatrocunun dünyasından anlatmak istedik. İşte bu durumda mevcut iktidarların elinden ya da dilinden 'savaş’ı aldığımızda geriye ne kalır!
Oyun tiyatro tutkunu Bendl'ın öyküsü üzerinden II. Dünya Savaşı gibi zor bir dönemde, sanatçının yerini, görevini ve tavrını da acımasızca sorgular. İkinci Dünya Savaşı ki milyonlarca insanın öldüğü, faşizmin kitlelerin ruhuna hükmettiği, kötülüğün sıradanlaştığı, Yahudi soykırımının yaşandığı bir dönemdir. Savaş gibi acımasız olayların karşısında bir sanatçının duruşu ne olmalı? Oyuna baktığımızda Bendl "şerefini" satıyor herkese o spot ışığının içinde kalmak için. Bendl, alkolik hocasının ona verdiği bir öğüdü başucuna koyar; "Işıkta dur! "Kendini göstermek istersen spot altında durursun, yoksa görünmez olursun."
Göz önünde kalmak, popülariteyi sürdürmek, her daim aranan olmak, her konuda fikir sahibi belki de ‘akil’ olmak beraberinde bir takım bedeller de getirir. Günümüz sanat anlayışının içerisinde spot ışıklarını yakalamak ve sürekli görünür olmak iktidarın sözcülüğünü yapmaktan geçiyor. Tabi burada bahsettiğimiz iktidarın sınırlarını belirlediği bir sanat anlayışı. Bu durumda bu ‘sanat’ı icra edenleri sanatçı olarak nitelendirmek ne kadar doğru bilinmez. İşte Bendl bunu tercih etmiş bir oyuncu tıpkı şu an televizyonlarda şişirilmiş yaptığına sanat kendisine sanatçı diyen iktidarlar değiştikçe bukalemun misali değişen spotların altında yaşayan kişiler gibi. Bence gerçek bir sanatçı görünenin ötesinde olanı görmeli ve de aktarmalıdır. Özgür ve de özgün diliyle toplumun sorunlarını bütün zorlama ve baskılara rağmen dile getirmeli ve kitlelere iletmelidir.
Bendl sahne ışıkları altında kalmak tutkusu adına ruhunu şeytana satar. Bu bakımdan ona oyunu izlerken yer yer kızanlar oldu. Kızmak da haklı mıyız? Kızmak da haklıysak eğer, onu izleyen, seyirci konumunda olan Eva, Ela ve Ema’dan bir farkımız var mı? Onlar da bizim gibi alkışladılar, onlar da hayran hayran baktılar Bendl'a ve yaşananlara.
Aslında burada Ela, Ema ve Eva’yı doğru okumak gerek. Bu üç kadının temsil ettiği seyirci ile özdeşim kurmak yerine temsil ettikleri gözetleme mekanizmasını iyi kavramak gerek. Bu kadınlar sürekli olarak Bendl’ın hayatını gözetlemekte sergilediği oyunlarından özel hayatına hatta cenaze törenine kadar devamlı olarak kendisini takip etmektedirler. Bir nevi kontrol mekanizması gibi işlemektedirler. Öyle ki yeri geldiğinde Bendl kendini bu kadınlara göre şekillendirebiliyor. Kısacası Bendl tiyatro uğruna çeşitli kararlar alsa da ve her zaman oyunlar oynamayı başarabilse de -ki bu Nazilerle olan anlaşması ile çok daha kolay olur- hiçbir zaman özgür olamamıştır o istediği oyunları oynadığını düşünse de aslında iktidarın yönlendirdiği bir kukladan ötesine geçememiştir. Oyunda Bendl’ın da dediği gibi belki de sadece bir flüt, hep başkalarının üflediği, kendi sesi olmayan siyah bir flüt.
Bendl'ın ölümü de çok acı bir şekilde olur. Oyun boyunca ezberlediği oyun sözleriyle beslenip nefes alan Bendl, o sözleri söyleyemez hale geldiğinde son nefesini verir. Bu da onun yapabilecek başka bir şeyi olmayacak kadar oyuncu olduğunu göstergesi olsa gerek.
Evet, Bendl bir oyuncu ve elinden oyunculuktan başka bir şey gelmiyor. Oyun boyunca da Bendl’ın yaşadığı gerilim, Nazilere karşı çaresiz olduğu anlar hep bu durumundan ötürü oluyor. Oyunda bazı sahneleri "ağır çekim"den seyrediyoruz. Örneğin Hitler'in gelişi ve ardından gelen savaş... Bu sahnelerdeki yüz ifadeleri çok çarpıcıydı. Bu çarpıcılığa bir de müzik eklenince insanın tüylerini diken diken ediyor dersek abartı olmaz herhalde.
Bu oyunu seçerken daha öncede dediğim gibi savaşın etkilerini kendi dünyamızdan tiyatronun diliyle anlatmak istedik. Evet oyun savaşı anlatmıyor bir aktörün hayatını anlatıyor ancak savaşın gerçekliği oyunun ikinci perdesinde yüzümüze çarpıyor. Bunu daha anlaşılır kılmak savaşa olan bakışımızı netleştirmek adına böyle bir mizansene başvurduk. Müzik her zaman insanoğlunun duygularını aktarım noktasında önemli materyallerinden olmuştur. Hele ki yaşanan savaşlar her zaman müziği beslemiştir. Bu her ne kadar istenmeyen bir şey olsa da müzik bazen sözcüklerin ötesine geçiyor.
Oyuncular sahneye girerken yüzlerinde maskeler vardı. Metinde böyle bir şey var mıydı yoksa kendiniz mi düşündünüz?
Metinde maske ile ilgili bir not yoktu bu bizim eklememizdi. Oyun baştan sona aslında bir hastane odasında Bendl’ın doktora, hayatını zihninde yeniden yaşarken bir yandan da anlatması üzerine şekillenir. İşte bu noktada Bendl’ın olayları hatırlama ve yeniden kurgulama sürecine hastane odasından bakarız. İşte maskeleri bu noktada kullandık çünkü kişi hatırlama sürecinde en son suratı hatırlar. Ortam, kıyafetler, olaylar her şey sırasıyla akla gelir ancak surat en son hatırlanır ya da hatırlanamaz. Oyuncular sahneye ilk girdiklerinde işte bu maskeyle giriyor Bendl’ın kendisine verdiği ilk reaksiyonla beraber çıkarıp atıyor. Böylece hatırlama süreci tamamlanmış oluyor.
Zamanı ileri mekanı/sahneyi de Türkiye yapıp Bendl'ın trajik öyküsünü buraya taşırsak anlatılan ne olur? Otuz yıl bir savaş yaşandı bu ülkede. Bu yaşanan savaşta bir bütün olarak "sanatımız"ın ve ona "emek" veren "sanatçılarımız"ın yeri, görevi ve duruşunda bir farklılık var mıdır? Savaş gibi acımasız olayların karşısında bir sanatçının duruşu ne olmalı? Hayata ve yaşananlara sırtını dönen bir sanatçı mı olmalı? Türkiyeli sanatçıların ve sanatının durumu nasıl görünüyor savaşı görmüş, yaşamış ve hissetmiş biri olarak Diyarbakır’daki sahneden baktığında...
Şu an her yerde karşımıza çıkan yeri geldiğinde en koyu milliyetçi, yeri geldiğinde yurtsever, yeri geldiğinde sadece sanatçı olabilen popüler kültürün yarattığı bu bireyler ile Bendl arasında bir benzerlik kurabiliriz. Peki bu insanların yaptığı sanat mı? Hiç kuşkusuz bir sanatçının bence yapması gereken yaratımlarında özgür olmak hiçbir iktidarın sözcülüğünü yapmadan salt doğruyu göstermek olmalıdır. Süregelen otuz yılda gerçek sanatçılar bölgeye olan duyarlılıkları ilk gün nasılsa bugün de aynı şekilde sürdürdüler. Ama Bendl gibiler iktidar güç dedikçe onlar savaş çığırtkanlığı, yine iktidar barış deyince bir anda duyarlı oluverdiler. Herkesten çok savaşa karşı durur oldular.
Üniversite topluluğusunuz, ki birçok üniversite topluluğu ne yazık ki okul bittikten sonra yoluna devam edemiyor. Böylesine bir durum varken grup yoluna devam edebilecek mi?
Üniversite topluluklarının kaderi olsa gerek okul bittikten sonra genelde herkes meslek hayatına atılıyor ve çoğu kişi devam etmiyor. Şu an ben ve arkadaşlarım bu anlamda altyapıyı oluşturmaya çalışıyoruz. Umarım başarır ve ilerde özel tiyatro grubu olarak karşınıza tekrar çıkma şansını yakalarız.
Oyunun Künyesi:
Oyunun Adı: Savaş İkinci Perdede Çıkacak
Yazar: Oldrich Danek
Çeviren: Yücel Erten
Yöneten: Serdar Turhan
Reji Asistanları: Ferda Ulutaş, Rojda Baykal
Oyuncular: Azat Baykal (Vladimir Bendl), Mehmet Tayfur, Nazlıcan Ortaç, Dilan Koşik, Hülya Adıyaman, Derya Uzun, Gökhan Bunsuz, Yusuf Bekmez, Fatma Saylık, Mehmet Öner, Leyla Öztep, Ruken Demir, Rohat Kalaba, Abdurrahman Ekinci, Yaprak Sevin, İrfan Akyol, Murat Yalar, Ferhat Tura, Fırat Demir, Gökhan Aydar, Mehtap Tekin, Ömer Barçin, Barış Kılıç