“Marksist bir ekoloji hareketi için” sloganıyla 2019’dan beri faaliyet yürüten Polen Ekoloji Derneği’nin bir bileşeni olan “Polen Ekoloji Enstitüsü” açıldı.
Enstitü, Yeşil Yeni Düzen, adil geçiş, iklim adaleti gibi kavramlara karşı işçi ve ezilenlerin kendi ekoloji gündemlerini üretmeleri için gerekli kavram ve politika çerçevelerini yaygınlaştırmayı hedefliyor.
Enstitü bünyesinde ve onun desteğiyle yapılan çalışmaların yarı akademik bir yayına dönüştürülmesi Enstitü’nün orta vadedeki hedeflerinden biri. Polen Ekoloji Enstitüsü ayrıca yerel ve uluslararası çevre örgütleriyle olduğu kadar akademide Marksizm ve ekolojiye odaklanan bilim insanları, yüksek lisans ve doktora öğrencileriyle de güçlü bağlar kurmayı hedefliyor.
Enstitü’nün rolü ve işleyişini Polen Ekoloji Çalışmaları Derneği Eş Başkanları Onur Yılmaz ve Çise Yıldız ile konuştuk.
Polen Ünlü
Kolektifinizin ismi nereden geliyor?
Onur Yılmaz: Polen Ekoloji, ismini 2015 yılındaki Suruç Katliamı’nda yitirdiğimiz Polen Ünlü’den alıyor. Kolektif, 2019 yılında Kazdağları Direnişi sırasında kuruluşunu ilân etti. Kolektif hem mücadele içinde kendini var etmeye hem de tıpkı Suruç’taki gibi Türkiye ve Kürdistan coğrafyalarının birleşik mücadelesini örgütlemeye çalışıyor. Ve tabii ki çiçek tozu anlamıyla yeniden doğuşu, canlanışı ifade ediyor.
“Marksist bir ekoloji hareketi için yola çıktık” diyorsunuz ve şimdi bir enstitü kurdunuz. Polen Ekoloji Enstitüsü hangi amaçla kuruldu?
Çise Yıldız: Polen’in çalışmalarını daha planlı ve programlı, daha güçlü bir biçimde sürdürmek için enstitüyü açma gereği duyduk aslında. Yazılar yazmak, çeviriler yapmak, çeşitli seminerler ve paneller düzenlemek, dünya genelinde Marksist ve ekoloji teorisine dair güncel tartışmaları Türkiye’ye aktarmak zaten sürdürdüğümüz çalışmalardı. Şimdi bunu daha kapsayıcı bir şekilde yapmaya çalışıyoruz ve bunun için bir danışma kurulu da oluşturduk.
Danışma kurulunun işlevi nedir?
O.Y.: Danışma kurulu tam da enstitünün amacını tarif eden bir şekilde, akademik bilgi üretiminin nasıl ekoloji mücadelesinden, sınıf mücadelesinden yana olabileceğine dair bir adım olarak kendini ifade ediyor. Hocalarımızın enstitüye ve mücadeleye yaklaşımı sadece akademik bilgiyle sınırlı değil. Mücadelenin, sahanın ve yereldeki direnişlerin ihtiyaçları ne? Tüm gündemlere ve tartışmalara buradan bakıyorlar. Kurulda Barış Akademisyeni olan hocalarımız da var, hâlâ üniversitelerde faaliyet yürüten hocalarımız da. Hepsi farklı alanlarda, ortak bir fikir, ortak bir görüş oluşturma çabasında. Enstitünün bu bakımdan kolektiften farkı da bilgi üretimini sağlamak ve bu bilgi aracılığıyla yerel ekoloji direnişlerini, mücadeleleri birbirine bağlayacak çeşitli kanalları oluşturmak.
“Eksiğin tespiti”
Polen Ekoloji’nin nasıl bir açığı kapattığını düşünüyorsunuz?
O.Y.: Polen Ekoloji’nin kuruluşu zaten bir eksiğin tespiti üzerine. Dağınık bir çevre ve ekoloji hareketi olduğu müddetçe, toplumsal güç haline gelmiş bir hareketten bahsetmek oldukça zor. Yola, buna dair eksikliklerin tespiti ile çıktık. Bu yüzden kolektif, kendi durduğu yerden bir müdahale anlamı taşıyor. Dört yılı aşkın bir süredir faaliyet yürütüyoruz. Türkiye’nin siyasi mücadele koşulları bu dört yıl içinde çok daha ağırlaştı. Toplumsal mücadelelerin geriye gittiği, örgütlenmelerin dağıldığı, moral ve motivasyonun günbegün azaldığı bir süreçte böyle bir müdahaleyi önemli buluyoruz.
Ç.Y.: Birleşik mücadelenin ne denli önemli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz aslında. Ekoloji örgütleriyle olduğu gibi kadın örgütleriyle, emek örgütleriyle de bağ kurabilmeyi önemsiyoruz. Hayvan özgürlüğü hareketi, vegan örgütlerle ilişki kurabilmek ve birlikte düşünebilmek, tartışmak, mücadele edebilmek istiyoruz.
Sömürgecilik karşıtı mücadele
Nasıl?
O.Y.: Türkiye ve Kürdistan’daki ekolojik yıkım projeleri birbirine paralel ilerliyor. Tüm Anadolu ve Kürdistan coğrafyası bir tür organize sanayi bölgeleri ağına dönüştürülüyor. Emperyalist iş bölümünde Türkiye ve Kürdistan’a biçilen bir rol var ve bu role uygun bir birikim düzeni oluşturuluyor. Doğanın yıkımı da bunun bir parçası. Sömürgecilik boyutuyla düşündüğümüzde Kürdistan’daki zor aygıtının doğa üzerinde ekstra belirleyici bir yönü olduğunu görüyoruz. Bu dengeleri göz önünde bulundurmadan ekoloji hareketinin doğayı koruması mümkün değil. Sömürgecilik ve savaş karşıtı bir mücadele olmadan ekoloji hareketinin başarılı olma şansı yok.
Ç.Y.: Burada Polen’in tutumuna ek olarak şunu da söylemek gerekiyor belki: Mevcut sistemin birkaç reform ile hiçbir değişikliğe uğramadan sürdürülebileceğine inanan, dolayısıyla emek sömürüsünün ortadan kaldırılmasını hedeflemeyen çeşitli yaklaşımlar var. Bu yaklaşımların ekolojik krizde de bir çözüm yolu sunmadığı görülebiliyor. Bunlara karşı eleştirel bir tutum almak önemli bir ayırt edici nokta.
Amaçlar
Çalışmalarınız İstanbul özelinde mi ilerleyecek, buna dair öngörünüz nedir?
Ç.Y.: Enstitü mekânının fiziksel olarak İstanbul’da olması, İstanbul’da yaşayanlar için tabii ki bir avantaj olacak. Ama çalışmalarımızın İstanbul ile sınırlandırılması düşünülmedi hiçbir zaman. Enstitü, çalışmasına ilk olarak seminerlerle başladı, ki bunları hibrit olarak organize ediyoruz. Dolayısıyla İstanbul’da mekâna erişemeyecek olanların da dahil olabileceği bir şekilde planladık programımızı. Az önce de bahsettiğimiz gibi, bilgiyi toplumsallaştırmak gibi bir derdimiz var. Haliyle burada yaptığımız çalışmaları daha da genişletebilmek için enstitü mekânının dışına çıkmayı hedefliyoruz. Tabii bu biraz enstitünün programıyla biçimlenip somutlaşacak.
O.Y.: İliç’te yaşananlar sadece Erzincan’ın sorunu değildi örneğin, bütün Fırat Havzası’nı ilgilendiren bir tehlike söz konusuydu. Hâlâ da öyle. Haliyle farklı kentlerdeki Polen üyeleriyle İliç üzerinden başlayan ama bu Fırat Havzası boyunca süren bütün ekokırım projelerini hem durdurmak hem de halkı bu konuda mücadeleye sevk etmek için bir birliktelik oluşmasını sağlamak istiyoruz. Örneğin Diyarbakır Barosu Kent ve Çevre Komisyonu’ndan arkadaşlarımızın Gelîyê Godernê için yürüttükleri çalışmalar var. Yine HES ve taş ocağı projelerine karşı başlattıkları hukuki süreçler var. Bunların hepsine gücümüz yettiğince müdahil olmaya çalışacağız. Mücadele yürütmeye çalışan insanlara, ihtiyaçları ne ise o yönde destek olmak Polen’in amaçlarıyla örtüşen bir faaliyet.
Enstitü çalışmalarını maddi olarak nasıl sürdürecek?
O.Y.: Biz fon almaya başından beri mesafeli duruyoruz. Bu tür yöntemler izlemeden çalışmalarımızı kendi kaynaklarımızla ve dayanışmamızla yürütmeyi tercih ettik. Çünkü zaten sistem karşıtı bir yerden yaklaşıyoruz meseleye. Ama kategorik olarak herhangi bir yerden fon almayız gibi bir karşıtlık da barındırmıyor bu tutumumuz. Fon bizim için hareket alanımızı ve ifade özgürlüğümüzü kısıtlayıcı maddi bir gelir olacaktı. Böyle bir durumun içine düşmek istemedik, ki bizimle uyumlu durmuyor bu tarz bir yöntem.
Ç.Y.: Kendi kaynağımızı oluşturmak için gayret ettik ve bir kumbara oluşturduk. Yılları kapsayan bir şekilde aidat usulü gibi herkesin imkânları doğrultusunda destek olduğu bir kaynak bu. Onun haricinde Rosa Luxemburg’un “Herbaryum” kitabının çevirisini yapmıştık örneğin. Ceylan Yayınları o zaman bizimle çok güzel bir dayanışma örneği göstererek kitabın satışı üzerinden elde edilen geliri bizimle paylaştı. Bu bağlamda Polen Ekoloji Kitaplığı adıyla çıkan kitapların da katkısı oluyor bize. Ve tabii en önemlisi, kendi tabanına ve oradaki bağlarına yaslanmak Türkiye’deki sosyalist hareketinin önemli bir geleneğidir, biz de bu deneyimle yürümeye çalışıyoruz.
Dayanışma
Sizinle birlikte çalışmalarını yürütmek, mücadelelerini ortaklaştırmak isteyenler ne yapabilir?
O.Y.: Bunun çok farklı yöntemleri var. Yerelle kurduğumuz bağ ve farklı kentlerdeki Polenciler sayesinde bizi arıyor insanlar ve örneğin ilçelerinde bir fabrikanın neden olduğu tahribatı, mahallesindeki ağaç kesimini, madencilik faaliyetlerini anlatıyorlar. Buradan güçlü bir fikir alışverişi süreci ve örgütlenme de çıkıyor. Bunun dışında elbette bize istedikleri kanaldan ulaşabilirler. Bu sosyal medya üzerinden olabilir, doğrudan arayarak olabilir, mekânımıza gelerek olabilir, direniş alanlarında doğrudan tanışarak olabilir. Çünkü mücadele koşulları neyi gerektiriyor, bunun konuşulmasını artık daha geniş bir alana taşımamız gerekiyor. Bu kadar ağır bir yıkım varken nasıl aktivistler, nasıl politik insanlar, nasıl ekolojistler olmamız lazım ki bu hareketi ileri taşıyalım ve bu yıkımı durduralım, üzerine yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Polen Ekoloji Enstitüsü’nün çalışmalarını sürdürmesine destek olmak için siz de buraya tıklayarak aidat ve bağışlarınızla katkıda bulunabilirsiniz. (TY)