Arkadaşım Amalia bunu bana daha önce de izah etmişti ama tümüyle kavrayamamıştım... Amalia harika bir insan: henüz 10-12 yaşlarındayken babasının siyasi görüşleri nedeniyle İsviçre'ye iltica etmek zorunda kalmışlardı... Amalia yıllar sonra Atina'ya döndüğünde, kendini buraya "ait" hissetmediğini fark etmişti - aslında hiçbir yere "ait" hissetmiyordu kendini - ne İsviçre, ne Yunanistan, ne de uzun yıllar gazetecilik yaptığı Türkiye...
"Toprak" bakımından "aidiyet" duygusu olmayan bir insandı - hiçbir toprağa ait hissetmediği için kendini, her yer onun yurdu olabilirdi - benim için bunu kavramak çok zordu... Oysa Amalia, her bulunduğu ortama bu yüzden kolaylıkla uyum sağlayabiliyordu...
Atinalıların yaşamı...
"Bak" demişti Amalia, "Atinalıların kendine özgü bir yaşamı var... Sabahtan öğleye çalışırlar, öğleden sonra istirahat ederler, ufak bir şeyler atıştırırlar... Esas yemek saatleri gece 9-10'dan sonradır... Bu saatte Atina'da hayat canlanır ve sabah 2'ye 3'e kadar yiyip içerler..."
Bu kez hayretle bunun gerçekten de doğru olduğuna tanık olduk - henüz öğle olmadan insanlar bize "Öğleden sonra istirahat etmek isteyip istemeyeceğimizi" soruyordu. Günde dört-beş saat uykuyla idare eden bizler için bu düşünülemeyecek bir şeydi!
Ressam Sonya, 13 yaşındaki Siyam kedisi Rosa Luxemburg için bakkaldan kedi maması almak istediğinde, bakkalın da "siesta"ya gittiğini görüyor...
"Boşver" diyor... "Bakkal istirahat etmeye gitmiş... Herhalde saat 5 gibi açar dükkanını, kedicik biraz sabretsin!..."
Epohi'de basın toplantısı
Atina'da ilk günümüzde Epohi'nin düzenlediği basın toplantısına katılıyoruz... Amaç, basına bir sonraki akşam düzenlenecek Kıbrıs'la ilgili panele ilişkin bilgi vermek... Epohi'nin duvarları posterlerle, fotoğraflarla süslenmiş: Dünya Sosyal Forumu, Avrupa Sosyal Forumu, Atina'da, Selanik'te, Cenova'da yapılan gösterilerden çekilmiş ilginç fotoğraflar...
Gazetenin bir de eğitilmiş köpeği var, her gösteride pankart taşıyor - neredeyse hareketin maskotu haline gelmiş! Köpeciğin pankart taşıyan fotoğrafları panolara asılmış... Duvarlarda Marx, Che, Poulantzas posterleri...
Yine Annan planı
Basın toplantısına ilgi büyük. AKEL temsilcisi Katsurides, Annan planını müzakere zemini olarak kabul ettiklerini anlatırken, DEV-İŞ Genel Sekreteri Seyis ise Annan planının Kıbrıs'ta çözüm için kaçırılmaması gereken tarihi bir fırsat olduğunu anlatıyor.
Bense Kıbrıs'ta iki toplumlu gruplardan ve kadınların barış hareketinden söz ediyorum... VİMA gazetesinden gelen şaşkın bir genç kızcağız, benimle röportaj yapmak için uzun süre bekliyor. Sonuçta söylediklerimi tam bir çorbaya çevirecek, çünkü ses bandını unutmuş.
Yanında not defteri de yok, adres defterinin şurasına burasına notçuklar alıp tüm bunlardan anlamlı bir yazı çıkarmaya çalışıyor. Ona kızmıyorum, bir mail atıp röportajlarını çorbaya çevirmemek için nelere dikkat etmesi gerektiğini anımsatacağım sadece... Henüz genç bir gazeteci, başı tokuşa tokuşa öğrenecek!
Herkes kendi adına konuşmalı
Basın toplantısında AKEL temsilcisi Nikos Katsurides'le aramızda gerginlik yaşanıyor... Bunun nedeni, Katsurides'in kendi partisi için "tüm Kıbrıslı ilericileri temsil eden parti" nitelemesi anlamına gelecek sözcükler kullanması...
DEV-İŞ Genel Sekreteri Mehmet Seyis, basın toplantısında Katsurides'in sözcüklerine "düzeltme" yapıyor: "AKEL güneydeki ilericileri temsil edebilir ancak Kıbrıs'ın kuzeyinde ilericilerin partilerinin Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), Toplumsal Kurtuluş Partisi (TKP) ve diğer sol partiler olduğu bilinmeli..."
Bu durum, basın toplantısını izleyenlerin dikkatini çekiyor. Kimse, kimse adına konuşmamalı, herkes ancak kendi adına konuşmalı... Epohi'den Panos basın toplantısından sonra "Üzerinizde hegemonya kurmaya çalıştı, oysa yoldaşlık başkadır, kardeşlik başkadır" diyor...
Eşitlik altın tepside sunulmaz!
Bu durum benim için hiç de sürpriz değil. Yıllardır iki toplumlu çalışmalara katıldığımdan, Kıbrıslı Rumların yaklaşımlarını biliyorum. Hiç kimse sizlere eşitliği bir tepsi içinde sunmaz, bunun için mücadele etmeniz, tartışmanız ve eşitliğinizi kabul ettirmeniz gerekir. Kıbrıslı Rumlar için çok uzun yıllar boyunca "seçilmiş düşman" Türkiye olduğu için, Kıbrıslı Türkler tümüyle "invisible" yani "görünmez" insanlardı.
Bizler Kıbrıs Rum basın özetlerini izliyorduk, Cyprus Mail ve Cyprus Weekly gibi gazetelerden Kıbrıslı Rum ressamları, karikatüristleri, yazarları izliyorduk ama genelde "standart" bir Kıbrıslı Rum entelektüelin bu konularda pek ilgisi ve bilgisi yoktu...
Rum entelektüeller arasında Kıbrıslı Türklerin yaşamına, düşüncelerine, umutlarına, çektiği acılara ilgi duyanlar birer "istisna"ydı... Ancak İnternetin yaygınlaşması ve 1990'lı yıllardan sonra iki toplumlu çalışmaların çoğalmasıyla birlikte şimdilerde "standart" Kıbrıslı Rum entelektüeller arasında, Kıbrıslı Türklerin yaşamına ilişkin ilgi ve bilgi çoğalmış durumda...
Her zaman travmalar yaşandı...
Genelde iki toplumlu gruplara ilk kez katılan Kıbrıslı Rumların yaşadığı travmayı da burada kaydetmeden geçmeyeyim: bu toplantılara ilk kez katılan Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türklere "Biz aynıyız, bizi böldüler" mesajı vermek istiyordu, Kıbrıslı Türkler de "Ortak yönümüz çok ama farklı yönlerimiz de var" duruşunu sergiliyordu...
O zaman bir travma yaşanıyor ve Rumlar ortak yönler kadar farklılıkların da ayırdına varmaya başlıyordu... Bu durumda en önemli rolün araya çekilmiş sınır nedeniyle iletişimsizlik olduğu iddia edilebilir...
Ancak sınır iki yönlüydü: hem kuzeyden bir sınır vardı, hem de güneyden, öyleyse Kıbrıslı Türkler bu sınırları aşıp Rumların nasıl yaşadığını, neler düşündüğünü niye daha fazla merak ediyordu? Elbette çatışma nedeniyle daha ağır bedeller ödedikleri için...
Kuzey İrlanda, Filistin-İsrail farklı değil...
Benzer durumlar Kuzey İrlanda ve İsrail-Filistin arasında da yaşanıyor... Bu bölgelerdeki barış aktivistleriyle konuştuğunuzda size benzer öyküler anlatacaklardır: Filistinliler iki toplumlu çalışmalara katıldıklarında bunun yaşamsal öneme sahip olduğunu düşünerek oraya giderler oysa pek çok İsrailli sosyal bir aktivite olarak ya da "öteki tarafı" merak ettiğinden katılır atölye çalışmalarına...
Kuzey İrlanda'da yaşananlar daha da ilginçtir. Burada uzun yıllar iktidarı elinde bulunduran Protestan toplumundan kadınlar, çatışma nedeniyle en ağır bedelleri ödeyen Katolik kadınlarla buluştuklarında genelde "barış için mumlar yakıp duruma ağlamak" istiyormuş...
Kuzey İrlandalı barış aktivisti Marie Mulholland'a göre Katolik kadınlar ise "Durumu değiştirmek için derhal eylemlere geçilmesi" modlarındaymış... Ve barış aktivitelerinde politik, sosyal ve ekonomik nedenlere dayalı bu farklı duruşları uyumlaştırıp ortaya anlamlı bir ortak hareket çıkarmak her zaman zordur...
Ancak çok yoğun biçimde iletişim kurulabildiğinde karşılıklı anlayış gerçekten biçimlenebilir... Koşullar nedeniyle adanın iki farklı yakasında iki farklı yaşam biçimi var. Barış sözcüğünü, eylemlerle, bildirilerle, görüşlerle somutlaştırmaya başladığınızda karşınızda yığınla önyargı, durumla ilgili deneyimsizlik ve bilgisizlik bulursunuz... Bunlar da ancak karşılıklı konuşarak, konuları derinleştirerek aşılabilir...
Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlar tarafından "düşman" olarak "seçilmiş" olsaydı, o zaman Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasındaki ilişkiler de farklı olurdu, "eşitlik" tartışma konusu olmazdı...
Ama bu da o kadar önemli olmasa gerek çünkü iki toplumlu çalışmalara katılanlar bilir ki, her zaman "eşitlik, karşılıklı anlayış ve karşılıklı saygı" için mücadele verilmiştir, verilmeye de devam edilecek... Tüm bunlar bir süreç ve bu süreçlerin belirli bir noktasında, eşitlik, anlayış ve saygı anlam kazanabiliyor... Kısacası iletişime, tartışmalara ve sürece güvenmek gerek...
Sendikalar tek, gruplar serbest...
Epohi'den Makis yani Gerasimos Ballaouras ünlü bir sendikacı - Mehmet Seyis'le birlikte basın toplantısından sonra Yunanistan'daki sendikaları ziyaret ediyoruz... Yunanistan sendikal yaşamı da oldukça ilginç: "sağcı" ve "solcu" sendikalar yok - aynı sendika içinde "sağcıların" ve "solcuların" çeşitli grupları var...
Bunlar genel kurulda gruplar halinde yarışıyor - sendika binalarında da farklı grupların kendi odaları var, çalışmalarını kendi çizgilerinde sürdürüyorlar. Bu gruplardan bazıları PASOK'luların "PASKE"si, Yunanistan Komünist Partisi'nin "PAME"si, Yeni Demokrasi Partisi'nin "DAKE"si,
Synaspismos'un "Otonom Açılım"ı...
Yunanistan İşçileri Genel Konfederasyonu GSEE 600 bin üyeye sahip... GSEE Başkanı Christos Polyzogopulos, 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'tan sendikacıları konuk edeceklerini anlatıyor...
Polyzogopulos şöyle diyor:
"Kıbrıs sorununun çözümüne yardımcı olmak istiyoruz. Çözüm zamanının geldiğine inanıyoruz... Çözüm için fırsatlar kaçırıldığı her durumda, adadaki her iki toplum da kaybetmiştir, bu nedenle GSEE tüm ilgili örgütlerle çözüm çabalarını sürdürecek... Çözüm için sendikaların ortak mücadele vermesi gerektiğine inanıyoruz..."
Gelecek hafta da sol çizgideki siyasi parti SYNASPİSMOS'un gençlik kolları, Kıbrıs'tan ve Türkiye'den gençlik örgütlerini Atina'da konuk edecek... Kısacası Atina'nın bu dönem Kıbrıs sorununa ilgisi yüksek.
TKP'lerin "ortak" tavrı
Annan planına karşı çıkan bir tek Yunanistan Komünist Partisi... Türkiye'de de Türkiye Komünist Partisi aynı tavır içinde. Yunanistan Komünist Partisi KKE papazlarla birlikte Annan planına karşı Atina sokaklarında gösteri yapmış!
Makis, "Papazlarla birlikte yapılan bu gösteri Yunanistan sol hareketi içinde büyük düşkırıklığı yarattı" diyor... "Komünistler bugüne dek papazlarla birlikte aynı gösteride bulunmamışlardı... Solda KKE'ye karşı gelişen bu tepkiyi sanırım anladılar..."
Casper'i keşfetmek...
Geçen yıl Viyana'da, Bruno Kreisky Forum'da, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'tan kadınların atölye çalışması sırasında arkadaşımız Bahire Korel harika bir tanım yapmıştı Kıbrıslı Türkler için... "Bizler sevimli hayalet Casper gibiyiz... Görünmeziz... Biz dünyayla dost olmak istiyoruz ama kimsecikler bizimle oynamak istemiyor!"
Şimdi hem Kıbrıslı Rumlar, hem de dünya, "Sevimli Hayalet Casper"ı keşfetme sürecine girdi... Yapılan mitingler ve bu mitinglerin dünya medyasına yansıması "Casper"in "görünür" kılınmasını sağladı...
Artık Kıbrıs'ın kuzeyinde insanlar yaşadığı, Kıbrıslı Türklerin barış istediği, çözüm istediği, Avrupa Birliği'ne Kıbrıslı Rumlarla birlikte girmek istediği biliniyor... Bunu da yine bizzat Kıbrıslı Türkler güçlerini birleştirerek, bir toplum olduklarını dünyaya göstererek sağladılar... (SU/NM)
(*) Bu yazı, Yenidüzen gazetesinde yayımlanan "Atina Notları" başlıklı yazı dizisinin bir bölümüdür.