Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar'la iki buçuk yıldır yoğun bir biçimde süren gözaltı operasyonları ve tutuklamalar, başlayamayan duruşmalarıyla gündemden hiç düşmeyen, seçilmiş yerel yöneticileri, siyasi parti kadrolarını ve gazetecileri hedef alan "KCK davası"nı ve KCK'yi konuştuk.
Sizin açınızdan, özetle, KCK ve KCK davası nedir?
KCK davası, temel anlamda Kürtlerin demokratik siyaset yapma hakkına müdahaledir. Elbette KCK diye bir yapı var. Böyle bir örgütlenme var. Bu örgütlenme PKK'nın da üzerinde olan, onu da içine alan bir yapı.
Kürtçe açılımı Koma Civakên Kurdistan, Türkçe olarak da Kürdistan topluluklar birliği anlamında. Nedir bu? Tabii ki bir sözleşmesi var; bu sözleşme bir anayasa niteliğindedir. Yasama organı var, Kongra-Gel şeklinde örgütlenmiş. Bir yürütme organı var, yürütme organının başında da bugün PKK'nın iki numaralı ismi olan Murat Karayılan var.
Bir yargı alanı var, bunun kendi içinde bir adalet divanı oluşturmuş. Kendi açısından da orada yargılama yapıyor. Bu açıdan bakıldığında aslında bir devlet yapısını gösterecek bütün yapı var. Silahlı gücü var, bundan başka gençlik kadın örgütlenmeleri var.
Yani KCK yasa dışı bir örgütlenme...
Şimdi, işin doğrusu, KCK bir yasa dışı oluşum, yani mevcut yasalara göre kurulmamış bir oluşum. Ancak diğer taraftan bakıldığında, belki de, KCK üzerinden, yani bu yapı üzerinden aslında PKK'nın legalleşme hamlesi olarak görmek mümkün.
KCK davasında ne yapılmış? Bu davada daha önce Demokratik Toplum Partisi (DTP), şimdi Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) içinde yer alan, siyaset yapan Kürtler, bu yapının bir parçası olarak değerlendirilmiş ve bu yapının PKK'nın bir parçası olduğu söylenmiş; dolayısıyla bunlar PKK'nin üyesi olmakla suçlanmış.
Silahlı örgüt üyesi olmakla suçlanmak, mesele burada. Peki, bu nereden düğümleniyor, DTP'nin aldığı bir karar uyarınca bir yerel yönetimler komisyonu var. Bilindiği üzere bölgede, Kürt coğrafyasında, BDP'nin belediyeleri var. Bu yerel yönetimler konusunu Diyarbakır'da örgütlüyor, DTP'nin, şimdi BDP'nin yerel yönetimler komisyonu.
Bu soruşturma ve dava başlamadan önce de böyle bir yapı vardı. Ve bu yapı, bütün yerel yönetimleri koordine eden, işleyişini düzenleyen, belediye başkanlarına müdahale eden, gerektiğinde belediye başkanlarıyla temasa geçen, personel alımından işleyişe kadar, bütünüyle bir koordinasyon sağlayan bir yapı.
Devlet bu koordinasyonun PKK adına yapıldığını, dolayısıyla bu yerel yönetimler komisyonunda yer alanların tümünün PKK üyesi olduğunu söylüyor, iddia bu. Bu açıdan bakıldığında tabii bu legalleşme hamlesi boşa çıkmış oluyor.
Bu kişilerin PKK bağlantısı var mı?
Bunların bir bölümü gerçekten de daha önce PKK davasından tutuklanmış, yargılanmış, ceza almış, cezalarını çekmiş kişiler. Önemli bir kısmı cezaevi çıkışlı. Bu açıdan baklıdığında bunların kullandığı terminoloji, dil, ideolojik bakış ve politik bakışları da aslında PKK'ye yakın. Bunu böyle görmek gerekiyor.
Türkiye'de yanlış algılanan şey, PKK'yi yok sayarak Kürt meselesini çözme girişimidir. Meseleyi sadece kriminal boyutuyla ele aldığınızda böyle bir operasyona hak verilebilir. Ancak meseleye siyasal bir problemin çözümü açısından baktığınızda, bu operasyonun ve davanın Kürt meselesinin çözümüne çok büyük bir darbe vurduğunu söylemek mümkün.
Çünkü, siz dağdan silahlı grupları indirmeye uğraşıyorsanız, siyaset yapamadıkları için dağa çıktıklarını iddia ediyorlarsa, siyasal bir meselenin çözümü için silaha sarıldıklarını söylüyorlarsa, siz silaha sarılmanın gerekçelerini ortadan kaldırmalısınız. Devlet silaha sarılmanın gerekçelerini ortadan kaldırmak için legal alanı açmak zorunundadır.
Yani, demokratik siyaset yapma hakkını sağlamak zorunundadır. Ancak, demokratik siyaset yapmak; yani hiç bir silahlı eyleme katılmayan, hiç bir bombalama eylemine katılmayan, ve buna ilişkin hiç bir suç unsuru olmayan binlerce kişiyi kriminalize ederek bir suç örgütünün üyeleri olarak yargılamaya başlarsanız, bunun önünü tıkamış olursunuz. Siz, toplum açısından, silaha çok meşru bir alan sağlarsınız. Bu davanın özeti budur.
Güvenlik güçlerinin canlı yakaladığı silahlı PKK üyelerine istenen cezalar KCK sanıklarından daha düşük, değil mi?
Evet. Yeni ceza yasasında, ne yazık ki, bir madde var, örgüt üyesi olmasanız da, örgüt adına suç işleyen kişiyi örgüt üyesi gibi cezalandırmak. Bu ne anlama geliyor, PKK'nın söylediği söylemi tekrarlarsa, onun amaçlarından biri, örneğin anadilde eğitim talebini yükseltirse, Kürtçenin kullanılmasının yaygınlaşmasını talep ederse, bu şekilde suçlanabilir.
Ya da, bir örgüt üyesinin cenaze törenine katılırsa, anmasında bulunursa, başsağlıında bulunursa aileye, bununla çok rahat şekilde suçlanabilir. Öcalan'ın resmini taşırsa, bulundurursa, yardım-yataklık değil, örgüt üyesi gibi cezalandırılır.
Slogan atmışsa bir de propagandadan yargılanır. Gösteriye katılmışsa, izinsiz gösteriye katılmaktan bir kere daha yargılanır. Silah tutan, dağda olan bir örgüt üyesinden daha fazla da ceza alır. Böyle de garip bir durum var.
Şu anda bir örgüt üyesi için mevcut yasada istenen ceza, 5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıdır. Yarı oranda artırılır, 5 yıl ceza verilirse 7.5 yıl ceza alır. Ancak, silahlı olmayan, KCK davasından yargılananlar için (bir kısmı yöneticilikten yargılanıyor, onun cezası daha ağırdır 15 yıldan başlıyor), bunun yanında toplantılarda yaptıkları konuşmalar için, örneğin 10 toplantıya katılsa 10 kere örgüt propagandası yapmakla cezalandırılır. 2 yıldan 5 yıla kadar.
Eğer bir gösteriye katılmışlarsa, miting varsa, izinsiz gösteriye katılmaktan da yargılanıyorlar. Bir yerde başka bir ifade kullanmışlarsa suç ve suçluyu övmekten yargılanabiliyorlar. Ve bunlar için istenen ceza miktarı, silahlı örgüt üyesi için istenenlerin yaklaşık iki katı.
Bu davayı destekleyen bazı köşe yazarları KCK'nın Stalinist bir yapı, bir baskı aracı olduğunu, hademelerin belediye başkanlarına emir verdiklerini, demokratikleşmenin önünü tıkadığını, o yüzden Kürt sorununun çözümü için davanın gerekli olduğunu söylüyorlardı. Sizin bu bakışa yorumunuz nedir?
Türkiye'de Kürt meselesi gibi bir meseleyi çözmenin yolu, bu meseleyi anlayan kişilerle hareket etmektir. Hükümet açısından da bu geçerli. Bu meseleyi Kürtlerin içinde bulundukları sosyolojik durumu, ekonomik durumu, siyasal atmosferi solumayan, onu anlamayan kişilerle çözmek mümkün değildir.
Hükümete bu konuda akıl verenler hiç Kürt coğrafyasını görmemişlerdir. Kürtlerle temas etmiyorlar. Kürt siyasi hareketinin niteliği nedir bunu bilmeyenler masa başında fikir üreterek hükümete yol gösterdiler. Esas hata budur. Eğer gerçekten temas eden kişilerle yürümüş olsaydı, bu davalar karşımıza çıkmayacaktı.
Dediler ki, bu yapı bütün Kürt siyasal hareketini bloke ediyor. Biz bu yapıyı cezaevine alırsak bunun dışında kalan Kürtler iyi Kürtlerdir, biz bu meseleyi onlarla çözeriz. Ama şunu görmediler, Kürtlerde bugün en örgütlü güç PKK'dir.
Baştan bakıldığında, böyle devasa örgütlü bir gücün varlığı dururken, onun tasfiyesi de böyle hamlelerle mümkün değilken, böyle bir projeyi Kürtlerin önüne sunmak aslında işi içinden çıkılmaz bir hale sokmaktır. Bugün bu davayı yürüten yargıçlar bile bu davanın içinden nasıl çıkacaklarını bilmiyorlar.
Sürekli yeni tutuklamalar oluyor, şu anda sanık sayısı nedir?
Her ilin ismiyle anılan davası var: Diyarbakır, Siirt, Batman, Şırnak, Urfa, Van, Hakkari, Bitlis, Muş, Erzurum, Adana, İstanbul, Ankara, İzmir. Özel yetkili mahkeme olan her ilde böyle davalar var. Bu davalarda yaklaşık 4000 kişinin yargılandığı söyleniyor, 2000 kadarı tutuklu ama tam sayı elimizde yok maalesef. Bir kısım insan tahliye oluyor, bunların yerine başkaları tutuklanıyor, her gün sayı değişmekte.
Önünüzü görebildiğiniz kadarıyla, sizce yakın gelecekte ne olacak?
Bence, Kürtçe savunma krizi aşılırsa, öyle sanıyorum ki önemli ölçüde salıvermeler olur. Açıklanan hükümet programında da Kürt meselesinin çözümüne dair açıklamalar yapıldı. Eğer bu konuda bir adım atılacaksa, bir iki maddelik yasal değişiklikle önemli ölçüde bu kişilerin bırakılması sağlanabilecek.
Ben tabii burada sağa sola molotof kokteyli atan kişilerden söz etmiyorum; siyaset yapma isteğinde bulunan kişilerin yakalanması, yargılanması ve tutuklanmasından söz ediyorum.
Bu durum hem hükümet açısından sıkıntılı, hem de Kürt toplumunun çözüme olan inancının güçlenmesi açısından da çok önemli. Çünkü Kürtlerin çözüm olacağına dair inançları çok zayıflamış ve bir güvensizlik yaşıyorlar. Türkiye cumhuriyetinin Kürt meselesinin çözümünde iyi niyetli olmadığı, gerekli adımları atmayacağı yönünde inançları var. (ÖÖ/ŞA)