Hacınikolau, "Kayıpları bulmak kolay çünkü Kıbrıs küçük bir yer, insanlar o günlerde ne olup bittiğini biliyor..." diyor.
Espresso: Bölünmüşlüğüm filmi
Belgeselden sonra ne tür filmler çektin?
Belgeselden sonra Kıbrıs komedileri yaptım, bu skeçleri çok seviyorum... 1995'te LOGOS'tan ayrıldım ve kendi film yapım şirketimi oluşturdum...
En çok bilinen filmlerinden biri de ESPRESSO... Biraz bundan söz edebilir miyiz?
Espresso kısa bir film... Bu filmin o kadar çok kopyası piyasada dolaşıyor ki! Herkes Espresso'yu görmüş! Bugün yaşadığımız bölünmüşlüğün ne kadar saçma olduğunu göstermek için yapmıştım bu kısa filmi.
Çünkü her trajedinin arkasında gerçekten büyük bir de saçmalığın yattığına ya da her saçmalığın ardında bir trajedinin yattığına gerçekten inanıyorum... Çok saçma görünen bir şey aslında bir trajedidir... Espresso'da göstermek istediğim buydu. Espresso'yu 1998'de yaptım, küçük küçük diğer film projelerimi de gerçekleştirdim. 1998'den bu yana yeni filmim üzerinde çalışıyordum. Henüz bitirdim...
Yeni filmin nedir?
Adı "Kalabuş" yani "Kelepçe"... Kelepçe'nin Arapçası "Kalabuş"...
Uzun metrajlı mı?
Evet, uzun metrajlı bir film. EURIMAGES finanse ediyor, Kıbrıs Rum Film Komitesi, Yunan Film Merkezi ve diğer başka örgütler de destekliyor. Şimdi filmin nasıl gösterileceğini planlamaya çalışıyoruz, bunlar da zaman alıyor... Önce film festivallerinin nerede ne zaman yapılacağını, sinemaları falan kontrol etmem lazım... Bu filmi bitirdim...
Film neyle ilgili?
Çağdaş Kıbrıs toplumunun saçma yönleriyle ilgili bir filmdir... Doğrudan Kıbrıs sorunuyla ilgili değil. Bu filmde Kıbrıs, kaçak bir Suriyeli göçmen gözüyle gösteriliyor. Kaçak Suriyeli göçmen, tam Leymosun karnavalı gününde Kıbrıs'a ayak basıyor ve kendisini İtalya'da sanıyor! Daha çok onu izliyoruz, temel hikaye bu ama filmin içinde başka hikayeler de var... Suriyeli kaçak göçmen gözüyle Kıbrıslıları gösteriyor...
Senaryoyu da sen mi yazdın?
Evet... Aktörler de Kıbrıslılardır, iki de Bulgar var... Film çok dilli bir yapım... Tümüyle Leymosun'da çektik. Filmde Kıbrıslılar Suriyeliyi kandırmaya çalışıyor... Bir hayli de çılgın sahne var. Örneğin bir babun var filmde, biliyorsun, bunlar maymun... Filmde bir gençler çetesi hayvanat bahçesindeki hayvanları serbest bırakıyor, babunu da, devekuşlarını da serbest bırakıyorlar, bu hayvanlar Leymosun'da ortalıklarda dolaşıyorlar!
Belediye başkanı da babunun peşine düşüyor, çünkü Avrupa Birliği yetkilileri kanalizasyon şebekesini denetime gelecek, babun da şebekeye girmiş! Sonuçta Suriyeli kaçak göçmen Mustafa'yı maymun sanıyorlar çünkü o da bir evde saklanırken bir karnaval kostümü buluyor, bir maymun kostümü, babuna benziyor... Çılgın bir kentteki çılgın insanları anlatan çılgın bir film bu!
Seninle ilgili ilginç bir diğer nokta da babası Kıbrıslı Türk olan bir kadınla birlikte yaşıyor olman yıllardır, Sevina'yla... Bu sana neler getirdi?
Bu normal bir şey - dürüst olmam gerekirse, benim hiç sorunum olmadı... Başlangıçta bazı tepkiler vardı toplumdan ama şimdi insanlar olgunlaştı, bunu hiç tartışmıyorlar bile... Sanırım en zor şey, zaman zaman bir yere gidiyorsunuz, milliyetçi görüşten bazı insanlar kendi görüşlerini söylemeye başlıyorlar Kıbrıslı Türklerle ilgili, sizin bir Kıbrıslı Türk kadınla yaşadığınızı da bilmiyorlar...
O zaman acaba tepki göstereyim mi göstermeyeyim mi falan diye düşünürüm... En zoru bu... Ama normal bir ilişkimiz var, çok eğleniriz birlikte, hatta kendi milliyetlerimizle bile dalga geçeriz! İlginçtir de bu durum: çünkü mesela politika tartışırken, durumun tüm yönlerini görebiliriz. Bu çok ilginçtir gerçekten...
Bugünlerde atmosfer nasıl buralarda? Kopenhag'la ilgili, Annan planıyla ilgili yaratılan yeni durumla ilgili neler hissediyorsun?
Sanırım insanlar oldukça kuşkucu yaklaşıyorlar. Kıbrıslı Rumlar oldukça kuşkucu... Önerilen anlaşmanın, anlaşılamayacak kadar karmaşık olması da herhalde bunda rol oynuyor. İnsanlar yerleşikler konusunda oldukça kaygılıdırlar. Bu onların moralini bozan bir konu...
Bir de Kıbrıs Türk yönetimi altında geriye dönüş konusu var, sanırım o köprüyü geçtik, o konuyu aştık, biliyorlar ki dönerlerse Kıbrıs Türk yönetimi altında yaşayacaklar.
Annan Planı'nda "yerleşikler"
Bunu biliyorlar, Kıbrıslı Rumların çoğunluğu bunu biliyor. Ancak yerleşikler konusu onları kaygılandırıyor çünkü Annan planında yerleşiklerle ilgili pek bir şey yok... Aslında bir şey var, çok akıllıca yazılmış bir şey var.
Bunun nedenini de anlıyorum çünkü bu insanlara yerleşik denmiş olsaydı, bu durumda anında Kıbrıs Türk tarafında sorunlar yaratılmış olacaktı, bunun nedeni anlıyorum, Kıbrıslı Türk/yerleşik diye insanların kategorize edilmemiş olmasının nedenini anlıyorum.
Ancak Kıbrıslı Rumlara bunca yıl "yerleşikler geri gitmelidir" diye eğitim verildiğinden, böyle söylendiğinden, planda "yerleşik" sözcüğüne rastlamayınca şoke oldular. Çünkü politikacılar sürekli "yerleşikler"den söz ediyordu... Kuşkucu olmalarının nedenlerinden biri bu. Öteki konu ise Kıbrıs Türk yönetimi altında geri dönme hakkı...
Bundan korkuyorlar mı?
Korkmuyorlar, ancak tüm Kıbrıslı Rum göçmenler geri dönmeyecek, Kıbrıs Türk yönetimi altında geri dönmeyecekler. Örneğin Maraş Kıbrıs Rum yönetimi altında olacak, o nedenle Maraşlılar mutludurlar. Ama Girneliler mutlu değillerdir...
Kıbrıs Rum toplumunda ayrılık çizgileri şu anda görünmüyor ancak sanırım örneğin Maraşlıların pek ses çıkarmaması, bana göre "kabul ediyoruz" anlamına geliyor, oysa Girne'den ve geri dönemeyecek olan öteki köylerden insanlar buna karşı seslerini yükseltiyorlar. Kuşkucu derken bunu kastediyorum...
Öte yandan, insanların ifade ettiği bir şey daha var ki buna ben de dahilim... Benim için bir şey çok önemlidir: bana göre Kıbrıs tektir, her zaman tek olmuştur, bunun tarihle ilgisi yok, coğrafyayla ilgisi var.
Ne kadar aptalcaydı
Tek bir adadır Kıbrıs. Benim için tek bir ülke, tek bir uluslararası temsiliyet, tek yurttaşlık olduğu ve federal bir devlet çerçevesinde demokratik yöntemlerle her iki toplumun konsensüsüyle 10-15 yıl içinde bazı şeyleri değiştirebilme olanağı varsa, bunlar benim için yeterlidir. Federal bir devlet olarak Avrupa Birliği'ne girersek, inanıyorum ki 15 yıla kadar geriye dönüp bakacağız ve bu ne kadar da aptalcaydı diyeceğiz, şu madde ne kadar aptalcaydı, bunu değiştirelim diyeceğiz.
Genç kuşaklar, daha yaşlı kuşakların geçirdiği travmatik tarihsel deneyimleri yaşamadılar, inanıyorum ki bazı şeyleri saçma bulacaklar ve değiştirecekler. Planda saçma şeyler yok mudur? Vardır evet ancak bu bir başlangıçtır... Tek bir uluslararası kimlik, tek yurttaşlık ve tek pasaport ve tek ülke korunduğu sürece, bu yeterlidir. Elbette öteki nokta iyi niyettir. Eğer iyi niyet varsa bu anlaşma çalışacak, iyi niyet yoksa çalışmayacak...
Eğer bir şeyler öğrenmişsek...
Evet eğer bir şeyler öğrenmişsek...Eğer anlaşmanın çalışmasını istemiyorsak çalışmayacaktır... Çalışmasını istiyorsak çalışacak... Eminim ki 10-15 yıl içinde birlikte pek çok şeyi değiştireceğiz. Ancak burada yanlış anlaşılmak da istemiyorum - bu söylediğim değişimin Makarios'un 1963'te önerdiği 13 maddesiyle falan hiç alakası yok. Bundan söz etmiyorum. Söz ettiğim bir araya gelmemiz, neyin çalışıp çalışmadığına birlikte bakmamız... Saçma şeyleri birlikte değiştirmemiz...
Sormadığım ancak mutlaka ifade etmek istediğin bir şey var mı?
İnsanların gelecek vizyonu olduğu bir ülkede yaşamak istiyorum... Gelecek vizyonlarının olduğu, kültürel üretimle ilgili vizyonlarının olduğu, uygarlık üretileceği bir ülkede yaşamak istiyorum. Uygar insanlarız. Caniler, barbarlar değiliz... Hem birbirimize, hem Avrupa'ya, hem de dünyaya verebileceğimiz çok şey vardır...
Barışçıl biçimde birlikte varolmanın örneği olabiliriz, yalnızca kendi aramızda değil, yani yalnızca Kıbrıslı Türkler ve Rumlar ve Kıbrıs'ın tarihsel azınlıkları arasında değil... Aynı zamanda yabancılarla, yeni azınlıklarla birlikte barışçıl yaşamanın örneği olabiliriz.
Yüzyıllardan bu yana binlerce, yüz binlerce insan geleneksel topraklarından başka yerlere, özellikle Avrupa'ya doğru akıp gidiyor... Çok büyük değişimler vardır, tüm bunlarla baş etmeyi, tüm bu değişikliklerle yaşamayı öğrenmeliyiz. Öyleyse küçük aptal sorunumuza takılıp kalmayalım. Aptal bir sorun diyorum, biliyorum ki aptal bir sorun değil ancak artık Kıbrıs sorununa aptal bir sorun demenin zamanı geldi...
Spiros Hacınikolau: Kayıpların bulunması için siyasi irade gerek!
Spiros Hacınikolau 33 yaşında, şirketler hukuku üzerine uzmanlaşmış bir avukat... Spiros'un babası 1974'te Yalusa'dan yani şimdiki adıyla Yeni Erenköy'den alınıp götürülmüş... Bir başka deyişle babası kayıp. O zamanlar henüz beş yaşındaymış ancak o günleri hatırlıyor...Spiros sorularımızı şöyle yanıtlıyor:
Yalusa'da mı doğmuştun Spiros?
Lefkoşa'da doğdum ancak zamanımın büyük bölümü Yalusa'da geçiyordu... Yazlık evimiz oradaydı, ailemiz oradan geliyordu.
Kardeşlerin var mı?
Bir abim var...
Yalusa'yı nasıl hatırlıyorsun? Çocukluk günlerinde Yalusa nasıl bir yerdi?
Çok iyi şeyleri de, çok kötü şeyleri de hatırlıyorum... Çok güzel bir yerdi, hala çok güzel bir yer, deniz kenarında. Şahane bir çevresi, iyi insanları vardı.
Tatillerini geçirdiğin yer herhalde ninenin, dedenin eviydi...
Evet, Hacınikolau ailesinin eviydi. Dedem tütün tüccarıydı, Kıbrıslı Türklerle de ilişkisi vardı, hatta iş için Türkiye'ye de giderdi. Karpaz'da üretilen tütünle ilgiliydi işi, bunun ihracatını yapardı. Yalnızca Lefkoşa'daki tüccarlara değil yurtdışına da pazarlardı Karpaz tütününü...
Halam Kritya'daydı, Kritya da Yalusa'ya yakın bir yer...Ben de küçükken tütün yapraklarını o köyde nasıl dizip kuruttuklarını hatırlıyorum... 1974'te beş yaşındaydın... O günlerden neler hatırlıyorsun?
İşgalin ikinci bölümünde Türklerin geldiğini hatırlıyorum... Önce Kıbrıslı Türklerin geldiğini hatırlıyorum, kötü bir gece geçirdiğimizi, onların Yalusa'nın merkezindeki dükkanların camlarını kırdıklarını hatırlıyorum...
Köyde Kıbrıslı Türkler yaşamazdı, sanırım civar köylerden gelmişlerdi. Dükkanların camlarını kırıyor, havaya ateş ediyorlardı... Sonra Türk ordusu geldi, onların köy meydanından geçişini hatırlıyorum.
Ağustos'un ortalarındaydı, Türk ordusunun köye girişinin ikinci gününde bir grup Kıbrıslı Türk köy meydanındaki en popüler kahvehaneye gitmişlerdi ve 9 Kıbrıslı Rumu alıp götürdüler, bu 9 Rum'un tümü de Yalusalıydı...
Yani kahvehaneden mi aldılar?
Evet, kahvehanede 50 kişi vardı ama 9 kişi aldılar. Bu 9 kişinin alınmasının bilinçli bir seçim mi olduğu, bir listeden mi seçildikleri falan anlaşılamadı çünkü bu 9 insanın iki toplum arasında yaşananlarla ilgisi yoktu. Çünkü alınıp götürülenler arasında öğrenciler vardı, müzik okuyan öğrenciler vardı, yalnızca orada tatillerini geçirmeye gelmişlerdi. Alındılar, biz haberi evde duyduk, şok geçirdik.
Tümüyle izlerini yitirdik. İki ay daha Türk ordusunun işgali altında yaşadık...Annem ve ninem vardı yanımda... Dedem işgalden bir ay önce ölmüştü. Bu iki ay içinde biz buna "enklav" diyorum, Türk askerlerinin orada yaşayanları taciz ettiğini hatırlıyorum ancak bu açıkça belirgin değildi.
Bir gün köylüleri kilisenin avlusunda topladılar ve bir kez daha erkekleri aldılar. Bu da köyden kayıp kişilerin ikinci dalgası oldu. Sanırım onların çoğu geri döndü çünkü Türkiye'ye götürülmüşlerdi. Evlerin arandığını, eşyaların oraya buraya savrulduğunu falan hatırlıyorum...
Gençlerin çoğunu toplamışlardı, onları Türkiye'ye götürdüler, bunların bir kısmı geri döndü, bazıları dönemedi bildiğim, hatırladığım kadarıyla... Ekim ayına dek böyle yaşadık, sonra buradan çıkıp Lefkoşa'ya gelmeyi başladık. Nüfus aktarmasıydı bu... Bir otobüsle Lefkoşa'ya döndük.
Babanı anlatabilir misin bizlere?
Babam bir yargıçtı, Lefkoşa'da mahkemede çalışıyordu, adı Takis Hacınikolau'ydu. Çok bilgili, kibar biriydi. Ve gerçekten de onun alınması sürprizdi, belki yanlışlıkla alınmıştı yani siyasi ya da başka nedenlerden ötürü değil. Babam tutuklanır tutuklanmaz ailemiz uluslararası yargıçlar topluluğunu mobilize etmeyi başarmıştı, sanırım tutuklanmasından 3 gün sonra Ecevit'e bile bilgi verilmişti ki alınıp götürülenler arasında bir yargıç var.
O dönem İngiltere Hukukçular Birliği kanalıyla bu yapılmıştı... Margaret Thatcher de o komitedeydi sanırım. Anladığım kadarıyla babam tutuklandıktan bir süre sonra, onun yargıç olduğunu anlayınca biraz ilgi gösterdiler - en azından tutukluların değiş tokuşu çerçevesinde kullanılabileceğini düşünmüşlerdir sanırım.
Ancak Denktaş'ın yanıtı babamın herhalde Kıbrıslı Türkler tarafından öldürülmüş olduğu, bu tür olayların kontrol edilemeyeceği yönündeydi. Bunu en az dört kez daha tekrarladı. Makarios'la buluşmasında da, Birleşmiş Milletler'le görüşmelerinde de bunu tekrarladı. Sonuçta Yalusa'dan diğer 9 kişiyle birlikte babam da hala kayıptır... Kıbrıs Türk tarafı bu yönde yardımcı olmaya istekli olursa eminim babama ne olduğunu bulabiliriz çünkü Kıbrıs çok küçük bir ülkedir...
Babanı düşündüğün zaman neler hatırlıyorsun? Ne tür oyunlar oynardınız?
Çok meşgul olan bir yargıçtı, çok hoş bir adamdı, cömertti ve sevecendi... Daha çok denizle ilgili anılarımızı hatırlıyorum... Kıbrıs'ta yılın 10 ayını deniz kenarında geçirebiliyorsunuz... Bize nasıl yengeç toplayacağımızı alıştırdığını hatırlıyorum, denize dalıp da nasıl boğulmayacağımızı alıştırmıştı... Genellikle deniz kenarında saatler boyu oynadığımızı hatırlıyorum babamla... Yalusa'da doğmuştu, kültürünün parçasıydı deniz...
Beş yaşındaydın, babanın kaybolması hayatını nasıl etkiledi?
Göçmen de olmuştuk, bunun psikolojik ağırlığı gerçekten dayanılmazdı, özellikle annem ve ninem için... Babanın kayıp olduğunu bilerek büyümeyi öğreniyorsun. Bu hoş bir şey değil çünkü soranlara izahat vermek durumunda kalıyorsun... Kayıp mı? O da ne? diyorlar...
Ne demek istiyorsun diyorlar... Durup izahat vermek zorunda kalıyorsun ve bu da çok sağlıklı bir şey değil. Yalnızca "öldü" demek daha basit olurdu ancak bu konuda hiçbir fikri olmayan birisine "kayıp" konusunda izahat vermek zordu. Bu hala devam eden psikolojik bir ağırlık... Ve gerçekten de büyük bir kayıp çünkü babam bilgili, eğitimli birisiydi.
Büyürken ne tür duygular yaşıyordun?
Yalnızlık hissediyordum... Sanki kader ya da dünya size adil davranmamış gibi bir duyguyla büyüyordum.
Tüm bunlarla başetmeyi nasıl öğrendin? Kendine ait bir dünya mı yarattın?
Dürüst olmam gerekirse belli bir yaşa kadar yaşadığım acı çok belirgin değildi. Daha çok ailem bu yükü üstlenmişti. Annem bu olaylardan sonra kendini hızla toparladı, bize hem annelik, hem babalık rolünü üstlendi. Hiçbir şeyimiz eksik olmasın istedi, elbette bu mümkün değildi. Annemin adı Agni... Öğretmendir... Her zaman bize babamızın çok iyi, eğitimli, hoş birisi olduğunu anlatırdı. Mutlaka dönecek derdi...
Umudunuzu diri tuttu...
Kesinlikle... Yalnızca annem de değil, tüm aile çevremiz böyleydi. Çok tatsız bir şeydi böyle babamın kayıp olduğunu bilerek büyümek, özellikle belli bir yaşa gelince "Neden?" sorusunu sormaya başladığımda... Ve tabii gerçekte ne olduğu konusu, canlı mı, ölü mü, nerede gömülü? Tüm bunlar kültürümüzün parçası olarak da bizim için önemli, insan olarak da...
Liseden sonra ne yaptın? Nerede üniversiteye gittin?
Atina ve Londra'da üniversiteye gittim, hukuk okudum. Ve buraya döndüm avukat olarak...
Atina'da 20 yıl yaşadığını söylemiştin...
Evet, göçmendik ve Atina'da 20 yıl yaşadık. Çünkü o günlerde ailem için Lefkoşa'da kalmak gerçekten dayanılmaz bir acıydı, sürekli kayıp kişilerle ilgili haberler vardı, yanlış bilgiler, dedikodular, doğru bilgiler...
Adını hiç duymadığımız insanlar aniden geliyor ve anneme "Merak etme, kocan orada biliyoruz" falan diyordu. Bu da çok sağlıksız bir şeydi, annem için dayanılmazdı, o zaman ailem Atina'ya gitmeye karar verdi.
Türkçe öğrenmek için kurslara gittiğini söylemiştin... Neden Türkçe öğrenmeye çalıştın?
O günlerde diplomasiye girmek istiyordum, sonra bundan vazgeçtim. Bir yıl kadar Türkçe öğrendim Atina'da...
Kıbrıslı Türklerle ve Türklerle ilgili neler hissediyordun büyürken? Örneğin nefret ya da öfke duyuyor muydun?
Dürüst olmam gerekirse büyürken Türklerden nefret etmem alıştırıldı bana, ama Kıbrıslı Türklerden değil... Herkes Kıbrıslı Türklerle çok iyi yaşadığımızı falan söylüyor, ben bundan çok emin değilim ancak ailemin Kıbrıslı Türklerle Yalusa'da iyi ilişkileri vardı, bunu söyleyebilirim.
vimiz büyük ve herkese açık bir evdi, her iki toplumdan insanlar gelir giderdi. Ta başından Kıbrıslı Türklerden nefret etmem alıştırılmadı bana.. Türklerle bir anlaşmazlığımız var elbette, işgal nedeniyle ama bir yerde durmalıdır bu... Bu tümüyle adil olmayan, delice bir şey...
Kıbrıs'a neden döndün?
Çünkü bir Kıbrıslıyım, burasını seviyorum... Göçmenler her zaman geri döner... Yakında Yalusa'ya da gideriz umarım, şöyle ya da böyle, kabul edilecek çerçevede elbette...
Annan planına baktığın zaman neler hissettin?
Bir haftamı aldı planı okumak, benim için sürpriz değildi. Kaygılandığım bazı noktalar var, örneğin bu ülkenin yine birilerinin sömürgesi mi olacağı gibi.. Örneğin İngiliz üsleri yine kalıyor, büyük güçler var...
Yine her şeye baştan mı başlayacağız, bu aptalca sömürgecilik oyununa falan gibi... Tüm göçmenlerin yerlerine dönemeyecek olmasından kaygılıyım. Burada kalacak olan yerleşiklerin sayısından kaygılıyım... Bunun adil olmadığını düşünüyorum. Denktaş'ın tepkileriyle ilgili son haberlere bakılırsa, sanki yürümüyor gibi... Bilmiyorum...
Yani pek umutlu değil misin?
İyimserim... Belki 2003 bunun için daha iyi bir tarih olabilir... Kıbrıs Türk tarafının bu şansı tepiyor olması da benim için sürpriz çünkü AB onlar için iyi bir güvence olabilirdi ama herhalde buna ikna olmadılar.
Yapılan mitingi gördün mü?
Gördüm evet, bu şahane bir şeydi... Bunu destekliyorum...
Öyleyse neden bu şansı yakalayamıyorlar diyorsun?
Çünkü inanıyorum ki çoğunluk şöyle şöyle düşünüyor... AB'nin onlar için en iyi çevre olduğu konusunda ikna edilebilseydiler...
Kıbrıs Rum tarafı bunun iyi bir şans olduğuna ikna oldu mu?
İyi bir soru... Emin değilim. AB'ye girmek istediğimiz kesin çünkü bize söz verildi... Bizim taraf planın sunulma zamanı nedeniyle şoke oldu... Son 28 yıldır bir federal anlaşmayı imzalayacaklarını söylüyordu bizim taraf, şimdi bu gerçekten gerçekleşiyor, bu da çok kısa bir süre düşünüp adapte olmak için... Ancak Kıbrıslı Rumların bu konuları tartışması çok iyi oldu... Herkes olumlu ya da olumsuz planla ilgili konuşuyor.
Planda kayıplarla ilgili neler var?
Küçük bir madde var, kayıp kişilerle ilgili iki liderin çalışma yapacağı yönünde ve mezarların açılıp kemiklerin çıkarılması dahil bu konuda çabalarını sürdürecekleri yazılı sanırım Şubat sonuna dek. Bekleyip göreceğiz.
Bizim tarafın, Kıbrıs Türk kayıplarla ilgili yardımcı olmaya istekli olduğunu biliyorum, sayılarını bilmiyorum. Açıktır ki Denktaş için bu öncelikli bir konu değil. Kıbrıs Rum kayıplarının sayısı büyüktür, aileleri aktiftir ve sürekli talepte bulunuyorlar ancak Kıbrıs Türk tarafında durumun ne olduğunu bilmiyorum. Türk tarafında kayıp yakınlarının kayıplara ne olduğu konusunda talepkar olmayışı üzücüdür...
Diyelim ki Annan planıyla birlikte kayıplara ne olduğu konusunda bir komite kuruldu ve sana başkanlığını verdiler... Şubat'a kadar süren var... Ne yapardın?
Kıbrıs çok küçük bir adadır... Tüm mekanizmaları harekete geçirirdim, her iki taraftan da bilgi toplardım. Ve topladığım bilgileri kontrol etmeye, kayıpları aramaya başlardım. Gömülü oldukları yerlerden çıkarmaya başlardım kayıpları...
Sorunun yalnızca bir bölümü onları gömülü oldukları yerden çıkarmak çünkü bazılarının öldürülüp toplu mezarlara gömüldüğü yönünde kanıtlar var. Ve tüm bunlar çok fazla zaman da almazdı çünkü gerçekten inanıyorum ki her iki tarafta da insanlar tüm bu cinayetlerin nerelerde işlendiğini biliyor...
Senin için neden önemlidir kayıplara ne olduğunu insanların öğrenmesi?
Bu tümüyle bir mantık işi.. Sağduyu işi... Kemiklerini alıncaya dek, ölmüş olduğuna inanmaman gerekir. Bunun için kanıt görmek istersin. Kültürel olarak da, bir mezara ihtiyacın vardır, bir mum yakmak, bir çiçek koymak istersin...
Kayıp kişilerin anne babalarından söz ediyorum, yaşlı insanlardan, çok acı çekmiş ve hala acı çekenlerden... En azından bir bölümü için kayıpların, bu işin kolay olduğuna inanıyorum. Çünkü Kıbrıs küçüktür, insanlar o günlerde ne olup bittiğini biliyor, bunun için siyasi irade gerekir, bunun için de öbür tarafa odaklanırdım...
Babanın nerede gömülü olduğunu öğrenseydin ne yapardın? Bu hayatını nasıl değiştirirdi?
Uygun bir mezara gömdüğüm an için hayatım değişirdi, annem için, akrabalarım için... Mezarına gidip birer karanfil koyarlardı, anısına... Bu da uğrunda çaba gösterilmesi gereken bir görev... (SU/NM)
(Devam edecek)
* Bu röportaj dizisi Yenidüzen gazetesinde 2.12.2002'den başlayarak 7 gün boyunca yayımlandı.