Heykeltraş Mehmet Aksoy'un "İnsanlık Halleri" adını verdiği serginin ortasında büyük bir heykel. Adı "Kayıp Anaları". Ayakta bekleyen dört kadın... Üçünün göğsünde bir boşluk... Yüzlerinden acı bir ifade. Öylece bakıyorlar... Uzağa... Gözaltına kaybedilen çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin ayak izlerini arıyorlar. Kemiklerini...
Heykelin hemen ardında, bu kez siyah bir başka heykel... Bir kadın koltukta oturuyor. Önünde kocaman bir sarmal... Kadın bekliyor. Neyi? Çocuğunu asit kuyularında yakanların cezalandırılmasını. Heykelin adı "Penelope Bekleyen Kadın".
Galatasaray'ın sessiz tanıkları
Türkiyede 11 yılda, 523 kişi gözaltında kaybedildi. 27 Mayıs 1995'te Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldiklerinde yaklaşık 30 kişiydiler. Kayıpların son bulmasını, kaybedilenlerin akıbetinin ortaya çıkarılmasını, sorumluların yargılanmasını istiyorlardı. Daha sonra, sayıları binleri geçti. Basının verdiği adla "Cumartesi Anneleri" olarak anıldılar. Onlar da kendilerini "Cumartesi Anneleri/İnsanları" olarak adlandırdılar.
Polis Cumartesi Anneleri'ne 1998 Ağustosu'ndan başlayarak her hafta copla biber gazıyla saldırdı. Gözaltılarla son bulan bu saldırıların sonucunda, Cumartesi Anneleri, 203. oturma girişimlerinde, 13 Mart 1999'da "ara verdiklerini" açıkladılar.
Geçen yıl 31 Ocak'ta "Cumartesi Anneleri/İnsanları" olarak kayıplar için Galatasaray oturmaları yeniden başladı.
6 Mart'a kadar Galeri Işık'ta görülebilecek sergi Nişantaşı'nın akıp giden ritminde, insanların görmediği, görmezden geldiği gözaltında kaybedilenlerin akıbetini, yakınlarının yıllardır her türlü baskıya rağmen inatla sürdükleri mücadeleyi sessiz bir çığlıkla haykırıyor. Aksoy'un heykelleri Galatasaray Meydanı'na yerleştirilirse, kayıplara dair sabit bir anıt olabilir. Taş, hergün İstiklal Caddesinden geçen binlerce insana yüreklerini taşlaştırmalalarını hatırlatabilir.
15 yıl önce
Sergiyi İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Gözaltına Kayıplara Karşı Komisyon üyeleri ve aynı zamanda 15 yıl önce Beyoğlu Galatasaray Meydanı'nda başlayan Cumartesi oturmalarını örgütleyen isimlerden olan Leman Yurtsever ve Sebla Arcan'la gezdik. Ardından kayıplar mücadelesi üzerine sohbet ettik.
Sergiden başlayalım. Neler söyleyeceksiniz?
LY: Böyle bir sergiyi yaptığı için sanatçı Mehmet Aksoy'a teşekkür ediyoruz. Gözaltına kayıplar için adalet mücadelesi toplumun ezici çoğunluğu tarafından bilinmesine rağmen görmezden geliniyor. Bu sergi toplumun değişik kesimlerinden insanların vicdanlarına sesleniyor. Umarım sergiyi izleyenlerin kayıpları, onların yakınlarının mücadelesini sorgulamalarına vesile olur.
Sanat kayıp kayınlarının mücadelesiyle nasıl bir ilişki kurdu bugüne kadar?
SA: Cumartesi oturmalarının gündeme gelmesinde sanatsal çalışmaların önemli rolü oldu. Ancak buna rağmen Türkiye'deki sanatın gündemine bu konu çok giremedi. Bu ihlaller konusunda ciddi bir problem. Sanatın apolitik olması gerekiyormuş gibi bir yaklaşım var. Bu sergiyi izleyenlerin yorumlarını yazdıkları defterde bir yorum vardı. Biri "serginiz çok politik" diye bir not yazmıştı. Oysa insanların ve sanatçıların da unuttukları bir şey var: Sanatın kendisi bizatihi politiktir.
Cumartesi Annelerinin/İnsanlarının başlattıkları mücadele nasıl bir süreç geçirdi?
SA: İlk günlerde hem kayıpların serbest bırakılması hem de gözaltında kaybedilmelerin son bulması talepleri vardı. Aradan 15 yıl geçti. Şimdi kayıpların akıbetlerinin açıklanması ve sorumluların cezalandırılmasını istiyoruz. Aslında akıbetleri konusunda çok şey öğrendik bu süreçte. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) sonuçlanan davalarda JİTEM, MAK mensubu olan görevlilerin itiraflarından, 1990'lı yıllarda doğuda ve güneydoğuda görev yapan askerlerin anlattıklarından kayıplar listemizde olan birçok insanın akıbetlerine dair bilgiler edindik. İnsanlık suçu işlemenin üç ayağı var: Biri Yargıyı devreden çıkartmak, ikincisi toplumu susturmak, üçüncüsü de işbirlikçi medya yaratmak. Bunları gerçekleştirdiğiniz zaman insanlığa karşı suç işleyebilirsiniz. Cumartesi annelerinin mücadelesinde 15 yılı geride bıraktığımızda görüyoruz ki bu üç konuda da bir değişiklik olmammış.
LY: 15 yıllık süreçteki en mühim gelişmelerden biri de yıllar önce faili meçhule kurban gidenlerin yakınlarının 10-15 yıl sonra eylemlere gelerek yakınları için adalet talep etmeye başlamalarını sağlamasıdır. Daha geçen haftalarda elinde dava dilekçeleriyle gelip ilk kez eyleme katılan aileler oldu. Bu fikri takibin ne kadar önemli olduğunu, kayıp yakınlarının mücadelesinin başka ailelere de cesaret verdiğini gösteriyor.
Peki, gözaltında kaybetmeyi diğer insanlığa karşı işlenen suçlardan ayıran nokta nedir?
SA: Bu suç açığa çıkarılmadıkça devam eden bir suçtur. Bu nedenle diğer insanlık suçlarından ayrılıyor. Yalnız kaybeden değil, bunu ortaya çıkartmayan yetkililer ve hükümetler de suçludur. Buna paralel olarak mücadelenin de ayrıldığı mühim bir nokta var elbette. Biz oturma eylemleriyle aslında fikri takip yapıyoruz. Cumartesi oturmalarını ikinci kez başlatma nedenimiz de buydu. Toplumsal hafızayı inşa etmek. İnsanlara asit kuyularına atılan, kazanlarda yakılan, toplu mezarlara gömülen insanları hatırlatmak istiyoruz.
LY: Bunun yanı sıra kaybedilen insanlar ve yakınları için adalet talep etmeyi sürdürüyoruz. Sorumlular sanık sandalyesine oturmalılar.
Ergenekon umudu
İkinci oturmalar Ergenekon soruşturmalarının ardından başladı. Peki, soruşturma sürerken kayıplar konusu yeterli ciddiyetle ele alındı mı?
LY: Kayıp dosyalarında isimleri geçen faillerden birçoğu Ergenekon kapsamında yargılanıyorlar. Biz bu süreci sadece "hükümete darbe girişimi" düşüncesiyle sınırlı tutulmamasını istiyoruz. Bu davanın insanlığa karşı yapılan suçları da kapsamasını istiyoruz. Biz yola ilk çıktığımızda toplumu yaşananlar konusunda ikna etmeye çalışıyorduk. Olayları anlattığımızda bunlara inanmayanlara ısrarla her şeyin gerçek olduğunu söylüyorduk. Yıllar sonra Ergenekon'la açığa çıkanlar, yaşanan gelişmeler bizi ve bu mücadeleyi haklı çıkarttı.
SA: Kayıpların sorumluları dava kapsamında yargılanmaya başlayınca biz de insanlığa karşı işlenen suçları soruşturmanın kapsamına sokabilir miyiz diye düşündük.
Hükümetin kayıplar konusundaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
SA: Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti kayıpları ilgilendiren Roma Statüsü ile ilgili sözleşmeyi ve Uluslararası Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Sözleşmesi'ni bizim ısrarlı taleplerimize rağmen imzalamıyor. Öte yandan sekiz yıllık iktidarları boyunca kayıplar konusundaki taleplerimize cevap vermediler. Bu konudaki tavırları her seferinde üç maymunu oynamak oldu; "görmediler", "duymadılar", "bilmediler". Hükümet bütün demokrat söylemine karşı kayıplar konusunda samimi değil. Askeri vesayet konusunda da benzer bir tavrı var. Özel Harp Daireleri'ne girmedikçe, buradaki derin yapılanmaları tasfiye etmedikçe yol alabileceklerini de düşünmüyorum.
LY: Bu yapılanmalar devlet içinde görev almaya devam ediyorlar. Bu insanlar tasfiye edilmedikçe bir samimiyetten bahsedemeyiz.
Ergenekon'la ortaya çıkanlardan sonra hükümet aslında ne yapabilirdi?
SA: Hükümetin ve önceki hükümetlerin de aslında tek yapmaları gereken tek şey vaktiyle İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) kayıplar konusunda yaptığı raporları okumaktı. Çünkü biz 15 yıl önce de JİTEM'den bahsediyorduk. Bugün Ergenekon kapsamında yargılanan birçok ismin yaptıkları ihlallere dair bilgileri kamuoyuyla paylaştık. Bugün AKP'de siyaset yapan birçok milletvekili o zaman da meclisteydiler. Ama ne onlar ne medya bu raporlara ilgi göstermedi. Şimdi herkes sanki JİTEM daha dün ortaya çıkmış gibi davranıyorlar.
LY: İnsanlığa karşı işlenen suçlara tanığız. Bunların değişe edilmesi, soruluların yargılanması için başka tanığa gerek yok. Hükümet kayıp yakınlarının tanıklıklarına başvurabilirdi. Bunu hala da yapabilirler.
SA: ama hükümet bunları yapmak yerine kayıpların hak mücadelelerini yürüten, kemiklerin bulunmasında çok önemli rolü bulunan İHD Diyarbakır Şube Başkanı avukat Muharrem Erbey'in tutuklanmasına ses çıkarmadı. Bu başlı başına hükümetin samimiyetinin göstergesi.
LY: Öte yandan hükümetin kayıpların bulunmasıyla ilgili hiçbir şey yapmaması nedeniyle mezar kazmak da kayıplarını aramak da yakınlarına kaldı. Bu onlar için yeniden aynı acılar yaşamak demek.
Adalet beklentisi
Ergenekon'la ortaya çıkmaya başlayanlar kayıp yakınlarında nasıl yankı buldu? Buluyor?
SA: Çok duyarlılar. Açılan her mezar, yapılan her itiraf onları heyecanlandırıyor. Bu süreçte kemiklerine ulaşılan insanlar arasında İHD'nin listesinde olanlar var. Bu gelişmeleri duyduklarında belki bir gün biri bir itirafta bulunur ve biz de kayıplarımızın kemiklerine ulaşabiliriz diyorlar. Kimsenin ilgilenmediği bu gelişmeler kayıp yakınları için çok mühim.
LY: Hepsi adalet ne zaman tecelli edecek diye bekliyorlar. Hukukun işletilmesini istiyorlar.
Her cumartesi toplanmak ne anlam ifade ediyor onlar için?
SA: Galatasaray Meydanı kayıp yakınları için mezarlık oldu. Her cumartesi oraya gelmek yakınlarının mezarını ziyaret etmek gibi artık.
LY: Madem kayıplarımızın yerini biliyor ama bize vermiyorlar bari biz öldüğümüzde bizi onların yanına gömsünler diyenler var. Kayıp yakını Fatma Morsümbül "Hüseyin'in bir kemiğini bulsam toprağa gömmeyeceğim, sırtımda taşıyacağım" diyor. Onların acılarını anlamadan bu karanlık tünelden çıkamayacağız.
SA: 15 yıl önce çocuk olan kayıp yakınları büyüdü, mücadeleye torunlar da dâhil oldu. Galatasaray'a geliyor, adalet talep ediyorlar. Ve bu ısrarla büyüyen çocuklar bu ülkenin karanlık geçmişiyle yüzleşmesine vesile olacaklar. Unutmayacaklar. Bu çocukların ellerindeki vicdan aynaları tarihin kaybedenleri ve onları ortaya çıkartmayanları yargılamasını da sağlayacak.(BÇ/EÜ)
________________________________________________________________________
* Cumartesi Anneleri 27 Mayıs 1995" fotogalerisini görüntülemek için tıklayın.