Güneşli bir cumartesi günü. Neredeyse öğlen vakti. İstiklal Caddesi tipik keşmekeşini yaşıyor.
Galatasaray Lisesi ile Yapı Kredi Bankası önündeki alanda bir kalabalık oluşmakta.
"Nokta atışı" yaparak söylersek, tam da heykeltıraş Prof. Sadi Çalık tarafından 1973 yılında Cumhuriyet’in 50.Yılı anısına yapılan anıtın sıfır noktasında.
Paslanmaz çelikten üç büyük boru, toprağı delerek arşa yükseliyor, Cumhuriyet’in "dinamizm ve aydınlanmasını" simgeliyor.
Anıtın keskin hatlarla belirli dikdörtgen gölgesi ise her dakika artan kalabalığın üstüne düşüyor. Cumartesi Anneleri, bugün tam o noktada 420. buluşmasını gerçekleştirdi, 12 Nisan 1981'de İstanbul'da "akıbeti kararan" Nurettin Yedigöl'ün hikayesini yeniden anımsattı.
İstanbul'un göbeğinde insan çemberi
Saatler tam 12'yi gösterdiğinde, bütün Cumartesi Anneleri yerlerini almıştı, "Failleri Belli. Kayıplar Nerede?" afişinin önünde. Bağdaş kurup oturan bu kadınlardan kiminin başı tülbentle kapalı, kimininki yemenili, kimininkisi ise açıktı
Ama hepsinin elinde kayıp oğulları, eşleri, kardeşlerinin resmi ve kırmızı bir karanfil vardı. Ve neredeyse hepsinin başı, sözbirliği etmişçesine, eğikti.
Cumartesi Anneleri yalnız değildi elbette: Arkalarında ayakta duran 250'e yakın kişi - yani Cumartesi İnsanları - ellerindeki kayıp insan fotoğraflarını karşılarındaki yaklaşık 50 kişilik gazeteci ordusuna doğrultmuştu.
İstanbul'un göbeğinde çember oluşturmuş bu insan topluluğu, onlara dışarıdan bakan yabancılara içeride yaşananın kâh teatral bir gösteri, kâh bir sufi ayini, kâh bir seremoni olduğu izlenimi veriyordu.
Aslına bakarsanız, öyle olabilir de: Yüzlerce anne (ve insanın) kayıp yakınlarının kemiklerini her hafta "cumhur cemaat" ve azimle yetkililerden talep etmesi kadar trajik, korkunç ve mistik ne olabilir ki?
Çivili işkence
Cumartesi oturmaları ilk olarak 27 Mayıs 1995 günü başladı. 1999'da zorla girdiği 10 yıllık aradan sonra 31 Ocak 2009'da yeniden devam etti.
Neredeyse ilk başladığından beri, Cumartesi Oturumları yıllar önce o zaman diliminde "kaybedilen" insanlara adanıyor, o insanların hikayesi paylaşılıyor.
"Nurettin Yedigöl (26), 12 Nisan 1981 günü İstanbul'un İdealtepe semtinde bir eve yapılan baskında polis tarafından gözaltına alındı. 12 Eylül'ün işkence merkezlerinden Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'ne sevkedildi ve 1. Şube'de işkenceyle sorgulandı. 860 numaralı işkence timi ona, derilerinin yüzülmesi, kafasına çakılan çividen elektrik verilmesi dahil, en ağır işkenceleri uyguladı" diyor İHD Gözaltına Kayıplar Komisyonu'nun açıklamasını okuyan Gönül Sonbahar.
Nurettin Yedigöl ile aynı zamanlarda Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nde işkence gördüğünü söyleyen Ümit Efe ise o günlere tanıklık ediyor:
"Herkes onu kafasına çivi çakılarak öldürülen birisi olarak hatırlayacak. Oysa ki, o dünyanın en iyi niyetli, mülayim ve fedakar insanıydı. Ülkesinin geleceği ve insanların iyiliği için yaptı ne yaptıysa. İşkenceye kendi çapında sessiz bir karşı çıkışla itaatsizlik etti. Bu itaatsizlik işkencecilerini daha da kızdırdı."
Tıkanan hukuk süreci
Nurettin Yedigöl'ün yakınları bugüne kadar birçok suç duyurusunda bulundu, ancak hiçbir sonuç alamadı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 21 Mart 2012'de Yedigöl'ün kaybedilmesinden sorumluluların bulunup yargılanması yönündeki suç duyurusuna "kovuşturmaya yer yok" diye reddetti. Aile en son olarak geçtiğimiz şubat ayında Anayasa Mahkemesi'nde bireysel başvuru yolunu denedi
Oturuma katılan Yedigöl'ün avukatı Eren Keskin, geçtiğimiz hafta Meclis'te kabul edilen 4. Yargı Paketi'nin işkence suçlarında zamanaşımını ortadan kaldırdığını hatırlattı.
"Şimdiye kadar alınan takipsizlik kararlarına katkıda bulunan bütün yetkili ve kişiler bir sistemin bir parçası. Demokratikleşme için bunun artık son bulması gerekir."
"Okusun diye büyüttüm onu"
Oturumda söz alan Nurettin Yedigöl'ün annesi Zeycan Yedigöl, oğlunu anlattı. Kısa ve öz konuştu:
"Okusun diye büyüttüm onu. Bana herkes niye harman sürdüğümü soruyorlardı. Niye kendime hırpaladığımı soruyorlardı. 'Oğlumu okutmak için' diyordum. Bilir miydim böyle olacağını? Kaybedeceklerini bilseydim, oğlumu okutmaz çoban yapardım."
Cumartesi İnsanları, yaklaşık 45 dakika süren eylemlerinin ardından sessizce dağılmaya başladı. Oturumun ardından birçok insan küçük gruplar oluşturarak hikaye paylaşımında bulundu.
Orta yaşlı bir adam yanındaki (muhtemelen) öğrencisi genç kadın gazeteciye şöyle diyordu: "Okula benzemiyor burası. Bu ortamı yaşamak hiçbir yerde haberini okumaya benzemez. Annelerin acısını kimse tasvir bile edemez." (BM/NV)