Onaran, ekonomist olarak katıldığı Porto Allegre'deki Dünya Sosyal Forumu (DSF) gözlemleri ve IMF'nin Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye ile ilişkilerini Biamag için değerlendirdi.
"Hükümetin tercihi IMF"
Türkiye ve IMF ilişkileri şu an hangi boyutta? Türkiye'nin bu politikalara uyumu söz konusu mu?
Türkiye'de şu anda varolan hükümet ile IMF'nin hangi alanda mutabık olduğunu, hangi meselelerde de gerilim yaşandığını anlamak için iktisat politikalarının sınıfsal etkilerini iyi anlamak gerekir.
Emekçilerle sermaye arasındaki çatışma açısından hükümetin çizgisi IMF politikalarıyla uyumlu. Ücret, sosyal güvelik, geniş kesimleri ilgilendiren sosyal harcamalar açısından hükümet sermaye lehine, emekçiler aleyhine iktisadi ortamı belirlemeye devam ediyor.
Enflasyon hükümetin önde gelen performans kriteri olarak kabul edilmeye devam ediyor. Bu yolla faiz geliri elde eden kesimlerin kazanımlarının enflasyon karşısında erimemesi güvence altına alınmış oluyor. Enflasyon hedefi kemer sıkma politikalarının bahanesi olarak da işe yarıyor. Ama öte yandan varolan büyüme hızıyla hükümetin borçlanırken ödemeyi taahhüt ettiği reel faiz arasındaki fark borçların en azından orta vadede sürdürülebilirliği konusunda engel yaratıyor.
Bu engele rağmen hükümetin borçları ödemek için IMF reçetelerine bağlı kalma konusundaki taahhütleri, Merkez Bankası'nın enflasyona endeksli politikalarını kabullenmiş görünmesi şimdilik gerilimleri gizliyor. Bu politikalara bağlı kalmanın bedelini de yine toplumun emekçi kesimleri ödemek durumunda bırakılıyor.
İktisat politikalarının diğer ayağı ise sermaye içi güç mücadelesi ve hükümetin bu mücadelede aldığı safla ilgili. İhale Yasası, bankacılık sektörü reformu gibi konularda yaşanan gerilimler, uluslararası sermaye ve bu sermayeyle yakın ilişki içinde olan yerli büyük sermaye gruplarının tercihlerinin daha içe dönük sermaye gruplarıyla çatışmasından kaynaklanıyor.
Uluslararası sermaye bir yandan Türkiye sermayesini kendisine bağımlı bir ortak olarak yanında görmek istiyor, Türkiye'nin mal ve finanssal piyasalarında kar arayışlarını sürdürmek istiyor. Diğer yanda da kırılgan ekonomik yapıdan kaynaklı riskleri kontrol etmek istiyor. Bu kontrol riskleri çok arttıran mafyatik kapitalizmden, amca-yeğen kapitalizminden kurtulmayı gerektiriyor.
2000 istikrar programı ve 2001 krizi sırasında özellikle bankacılık sektörüne yönelik IMF reçeteleri tam bu hesaplaşmayı ve ayıklamayı gerçekleştirmeye yönelikti. Şimdi de bir ileri bir geri adımlarla hükümetle IMF arasında aynı hesaplaşmanın yeni karşılaşmaları oynanıyor.
Başta ÖDP olmak üzere sol siyasi partiler seçim döneminde IMF'yle olan ilişkilerin bitirilmesi, hatta borçların ödenmemesi talebinde bulunmuşlardı? Bu ne kadar gerçekçi bir talepti? Liberal kesimden de bu ilişkiye "muhtaç olduğumuz" eleştirileri gelmişti. Bu tartışmalara bakarak Türkiye IMF ilişkilerinin askıya alınması ya da bitirilmesi gibi bir talep olabilir mi?
Sol partiler gerçi borçların ödenmemesinden söz ettiklerinde çoğunlukla IMF'ye olan dış borçlardan söz ettiler. Farklı ifadeler de vardır tabii, genellemeyeyim. Ama bir noktayı açıklığa kavuşturmakta fayda var: Türkiye'nin borç sorunu sadece dış borç değil, iç borç aynı zamanda. Dış borç içinde ise IMF'den veya diğer uluslararası kuruluşlardan alınan borçların ağırlığı 2002 itibariyle yüzde 23'tür. Dolayısıyla ödememe yoluyla borç sorunun çözümü konuşulacaksa sadece IMF'ye borçlardan söz etmek fazla sembolik kalır.
Borç iptalinin imkansızlığından söz edenlere verilecek en iyi cevap şu: Esas bu borçların geri ödenmesi imkansız. 2002 itibariyle, iç borçlar milli gelirimizin yüzde 55'ine, dış borçlar ise yüzde 76'sına ulaştı. Dış borcun yüzde 49'u kamuya ait. Dolayısıyla kamunun toplam iç ve dış borcu milli gelirin yüzde 92'sine eşit. 2003 yılı tahminlerine göre toplam kamu ve özel dış borç (anapara+faiz) ödemeleri Türkiye'nin mal ve hizmet ihracat gelirinin yaklaşık yüzde 53'ünü oluşturacak.
Türkiye ihracatıyla ithalatını dahi karşılayamadığına göre, borcu ödeyecekse sürekli dış borç almak zorunda ve dolayısıyla borç stoku şişerek artmaya devam edecek. Eğer borç stokunu şişirmek istemezse ve hala sistem içinde kalacaksa, ithalatını ve dolayısıyla büyümesini kısması gerekir. Varolan büyümeyle bile kentlerde işsizliğin yüzde 15'e ulaştığını düşünürsek, bu da intihar anlamına gelmekte.
"Borçların iptalini savunmak meşrudur"
İkinci önemli nokta da borçların iptalinin meşruluğunu savunabilmektir. Hem iç hem de dış borç mekanizması yüksek faiz nedeniyle borçların ödenemez şekilde yığıldığı girdaplardır. Dahası hem dış hem iç borçlar için şimdiye kadar ödenen yüksek faizler nedeniyle alınan borcun kat kat üstünde faiz ödemesi gerçekleştirilmiştir.
Örneğin iç borçların artan oranlı bir servet vergisiyle büyük oranda silinmesi son derece meşru bir uygulama. Artan oranlı vergi elinde çok iç borç senedi tutan sermaye kesimlerinin belli bir miktarın üzerindeki alacağını silmek anlamına gelirken, az gelirli emekçi kesimlerin tasarruflarının sadece belli oranda vergilendirilmesini sağlayacaktır.
Bu sürecin meşruluğunu anlayabilmek için de var olan iç borç stokunun hangi harcama kararlarıyla hangi kesimleri kayıran bütçe politikalarının ürünü olduğuna, hangi vergi muafiyetleri nedeniyle verilen bütçe açıklarını finanse etmekte kullanıldığına bakmak yeterli. Dolayısıyla 1980 sonrası süreçte iç borca yol açan bütçe açıklarından nemalanan sermaye kesimlerinin aldığını şimdi geri verme zamanı gelmiştir. Dahası bu kesim hem bütçe açıklarına yol açan harcama ve vergi politikalarından faydalanmış, hem de bu açığı finanse etmesi için hükümete yüksek faizle borç vererek bu süreçte ikinci bir kez karlı çıkmıştır. İç borç mekanizması emekçilerin ödediği vergiyi sermayeye aktaran bir kayış işlevi üstlenmiştir. Bu mekanizmayı sürdürmek esas gerçek dışı olandır.
Dış borçların iptali kuşkusuz propagantif olarak bugünden ortaya atılabilir. Ama elbette sol bir iktidarın bu adımı atabilmesi uluslararası bir güç yığınağını gerektiriyor. Nitekim eski deneyler de bize bunu gösteriyor. 1982'de pek çok azgelişmiş ülke borç görüşmelerine tek tek oturmaya zorlandı ve masadan çok ciddi kayıplar vererek ayrıldı. Oysa 1930'ların borçlu ülkeler karteli toplu pazarlık sonucu çok ciddi kazanımlar elde edebilmişti.
İç borçların iptali de görünürde uluslararası güç ilişkilerinden bağımsız gibi görünse de elbette bu doğru değil. Her iki alanda da borçlarla ilgili atılacak adımlara sermaye hareketlerinin kapsamlı bir kontrolü eşlik etmeli.
Dünya Sosyal Forumu'na katıldın ve Brezilya'daki durumu da gözlemledin. Brezilya IMF ilişkisini nasıl değerlendiriyorsun? Lula'nın Davos'a katılması örneğinde olduğu gibi IMF ile ilişkiler belli çerçevede azaltılarak mı bitirilebilir? Brezilya IMF ile ilişkisini hangi boyutta sürdürmeyi planlıyor?
Bu konuda partinin sağı ile solunun pozisyonları çok farklı. Ama Davos Dünya Ekonomik Forumu'na katılımı bunun dışında daha farklı değerlendirmek gerek. Lula devlet başkanı olarak egemenlerin toplantısına gidip kendi pozisyonunu ifade ettiği sürece burada sola ihanet aramamak gerekir. Neticede o toplantıda ardından gelebilecek bir çok pazarlık sürecinin bir parçası.
IMF ile ilişkiler de hiç kuşkusuz bir pazarlık ve strateji oyunu içerecek. Özellikle de Latin Amerika Kıtasında eşanlı bir devrimci dalganın henüz bütün iktidarları yerle bir etmediği durumda Davos güç yığma sürecinin bir parçası olarak da görülebilir. Lula'nın Davos'ta sırasında Latin Amerika ülkelerinin başkanlarıyla basına kapalı bir görüşme yapması bile şu an için önemli. Brezilya ekonomisinin büyüklüğü ve teknolojik düzeyi ile kıtada ve genel olarak üçüncü dünyada kutup rolü oynaması mümkün. Kısa vadede bunlar anlamlı adımlar. Ama elbette içerde ve dışarıda güç tahkimi yapmaya çalışırken hangi orta ve uzun erimli politikalarla hareket edildiği çok önemli.
Partinin solu dış borçlar konusunda -diğer pek çok konuda olduğu gibi- Lula'dan çok farklı bir strateji öneriyor. Farklı ve radikal ama son derece net gerçekçi bir strateji bu. Bir yandan içerde toplumsal gücü arkaya almak ve diğer yandan da uluslararası düzeyde başta Latin Amerika'da olmak üzere geniş bir borçlu ülkeler bloku oluşturup, borç ödemelerini durdurmak ve IMF ile pazarlıklara başlamak. Bunu yaparken de elbette sermaye kaçışını önlemeye yönelik kontrolleri devreye sokmak.
Parti'nin solu Brezilya'da halen varolan kimi sermaye hareketi kontrollerinin daha da sıkılaştırılmasını öneriyor. Oysa Lula hükümeti aşamalı serbestleşme vaadinde bulunmakta. Eski Bank Boston'un uluslararası genel müdürü olan Maliye Bakanı'nın atanmasına karşı oy kullanan kadın senatör Ana Julia Carepa aleyhine partide disiplin soruşturması açılmış durumda. Dolayısıyla önümüzdeki dönem Partido Trabajo (PT) solu için hem parti içindeki sağla hem de parti dışında sermayeyle mücadelenin yükseleceği bir dönem.
"Geleceğimizi ipotik ederek IMF'den kurtulamayız"
Latin Amerika ülkelerinin IMF tecrübelerine bakarsak Türkiye'nin IMF politikalarını uygulayarak geleceği yeri nasıl görüyorsun? Maliye Bakanı Unakıtan, uzun dönemde "IMF'den kurtulacağımız"açıklaması yaptı, bu açıklama ne kadar gerçekçi?
Onların kurtulma planıyla bizlerin kafasındaki çok farklı tabii. Onlar emekçilerin iyice tırpanlanmış olan kazanımlarını daha da ellerinden alarak, geleceklerini ipotek ederek, ülkenin doğal ve sermaye birikimini satışa çıkararak borç idaresini becereceklerini iddia ediyorlar. Bu dahi aslında ancak tekrar eden krizlerle az gelişmiş bir ülke olarak yaşanırsa mümkün. Dolayısıyla kendi iddia ettikleri başarı kriterleri açısından dahi başarısızlığa mahkum bir plan.
Türkiye'nin IMF'nin politikalarına bir karşı çıkışı olanaklı mı? Bu ekonomik ilişkinin bitirilmesi durumunda Türkiye kaynak sorununu hangi yollarla çözebilir?
Soruyu tersinden sormakta fayda var belki. Türkiye IMF politikalarına uymaya devam ederse kaynak sorununu çözme şansı yok. Varolan dış ve iç borç stokunu kabullenip, ödemeye çalışarak da bu sorunu çözme şansı yok. Türkiye doğal kaynakları ve sanayi yapısıyla çok kötü bir başlangıç noktasında değil. Zaten geçtiğimiz yirmi yılın sermaye yanlısı politikaları yatırımları sadece ve sadece duraklatmaya yaradı. Ülkenin rekabet gücü büyük oranda ucuz emeğe veya değer kaybeden kura dayalı olarak sağlandı. Yani bundan iyisini yapmak IMF'siz daha çok mümkün. Ama tabii ki kritik bazı hammadde ve yatırım malları açısından ithalata bağımlılık önemli bir sorun.
Öte yandan, elbette uluslararası sermayeyi ve onunla çıkar birliği içinde olan ulusal sermayeyi karşıya alabilmek politik ve örgütsel-stratejik bir sorun. Bir yanda içerde güçlü, yaygın desteğe sahip bir emekçi iktidarı gerekli. Diğer yanda ise uluslararası çapta hem azgelişmiş ülkelerdeki emekçi iktidarları veya muhalefetleriyle hem de gelişmiş ülkelerdeki anti-kapitalist hareketlerle ve umalım ki iktidarlarla eş anlı girişimler şart. Bu koşullar bir günde yaratılamayacağına göre, kaybedecek hiç zaman yok demektir. (ÖG/NK)