Yönetmen Ömer Kavur’un hayatından yola çıkan “Kavur” belgeseli gösterim yolculuğuna devam ediyor. İlk gösterimini Rotterdam Film Festivali’nde yapan film, daha sonra 42. İstanbul Film Festivali ve Documentarist 16. İstanbul Belgesel Günleri’nde seyirciyle buluştu. “Kavur”un filmlerinden etkilenen ve onu anlamak için bir yolculuğa çıkan bir kadın karakterin hikâyesini aktaran “Kavur”u yönetmeni Fırat Özeler anlattı.
İlk uzun metraj belgesel filminde neden Ömer Kavur’u anlatmayı seçtin?
Kavur ile lisede okurken tanıştım. Filmlerini izlediğimde filmlerin içindeki o bilinmezlik ve gizem beni çok etkilemişti. “Gizli Yüz”, “Akrebin Yolculuğu” filmlerini izlemiştim. Filmlerindeki garip olaylar ve gizem beni çok çekmişti. Zaman içinde de filmlerini tekrar tekrar izlemeye başlayınca zamanla Kavur’un kişiliğini merak etmeye başladım. Ve beni asıl etkileyen kişiliği oldu. Röportajlarını okudukça, araştırdıkça gördüm ki inanılmaz katmanlı bir kişiliği var. Çok duygusal bir iç dünyası var. Aynı zamanda hayatta karşılaştığı zorluklara karşı çoğu zaman umutsuz olsa da sürekli bir mücadele içindeydi. Bu mücadeleci kişiliğini anlatılmaya değer buldum.
“Kavur filmi gibi bir belgesel yapmak istedim”
“Beni en çok sıkan birebir olduğu gibi anlatılan hikâyelerdir” diyor Kavur. Sen Kavur’un hikâyesini onun filmlerinden etkilenen bir kadının arayışıyla aktarıyorsun. Filmi biçimsel olarak bu sözü esas alarak tasarladığını düşünebilir miyiz?
Var, ama o cümlenin direkt olarak etkisi yok. O sözle ben araştırmaları yapmaya başladıktan sonra karşılaşmıştım. Aslında filmin biçimsel yapısı da belliydi o zaman. Ama ben öyle bir Kavur belgeseli yapmak istiyordum ki tıpkı bir Kavur filmi gibi olsun. Böyle çıkmıştık yola. Yolculuk teması, iki ayrı dış sesin oluşu, birbiriyle diyaloğa girişi vb. unsurlar kafamda netti. Daha sonra araştırmalar devam ettikçe ben o cümlesiyle karşılaştım. Bir röportajda söylediği bir cümleydi. Daha sonra doğru bir karar aldığımızı düşündüm. Çünkü belgeseli hazırlarken de acaba bu anlatım yolu ve biçimsel tercihler doğruların çarpıtılmasına mı sebebiyet verdi diye kaygılanıyordum. Öyle olmadığını çok geçmeden anladık.
Kavur’un izini süren, onu anlamaya çalışan karakter kadın. Ama Kavur ile paralel yürütülen o diyaloglar kadının değil, senin aklından geçenler. Neden bir kadın karaktere ihtiyaç duydun?
Kavur’un kendi filmlerindeki kadın karakterleri çok ilgimi çekiyordu. Neredeyse bütün filmlerinde bir kadın karakter var. Bu karakter öykünün ana odağı olmasa bile her zaman sürükleyici olan etken. Çoğunlukla bir erkek ve ortadan kaybolan, resmen hayalete dönüşen bir kadın var. Erkek karakterler bütün filmlerinde bu kadınların peşinden koşuyorlar. Neredeyse bütün filmlerinde bu temaya rastlıyoruz, biraz bunu ters yüz etmek istemiştim. Sanki onun filmlerinden çıkmış, dışarıya fırlamış, bu sefer de ben bir yolculuğa çıkayım demiş, bir kadın karakter yaratma fikri aklıma girdi. İlk başta tasarladığım senaryoda karakter erkekti aslında. Daha sonra bu fikir aklıma gelince bunun daha işler olduğuna inandım.
“Filmin ana duygusu hüzün oldu”
Şair Ahmet Güntan, “bu ülkenin başat florası hüzün” diyor. Filmde Kavur da aynı şekilde “Hüzün korkunç bir hastalık gibi, boynunu bükersen seni yer bitirir” diyor. Hüzün onu besleyen ve filmlerini etkileyen bir unsur. Kavur’un hüznü hakkında neler söylemek istersin?
Belgeselde kullandığımız o cümle “Gizli Yüz”den. Kavur’un kişiliğini okumaya ve araştırmaya başladığım zaman ilk karşılaştığım şey hüzündü. Filmin yapısını kurarken bizi en çok etkileyen şey de hüzündü. Çocukluğundan başlayıp ölene kadar devam eden garip bir hüznü var. İnsan 60 yıllık hayatında nasıl bu kadar hüzünlü olabilir, bilmiyorum. Ama bu iç dünyasında böyle. Dışarıdan aslında ketum bilinse de yakın olduğu kişilere konuşkan, eğlenceli birisi. Bunu araştırmak aslında tüm karakteri bu duygu üzerine kurmak en baştan benim amacımdı. Bunu sorguladığım yerler de oldu çünkü bir noktadan sonra film bana çok hüzünlü gelmeye başladı. Ama Kavur için vazgeçilmez bir duygu olduğu için filmin de ana duygusu hüzün oldu.
Belgeselin ikinci bölümü “Elbet bizden mutlu memleketler ve vatandaşlar vardır” diye başlıyor. Ama Kavur eğitim için gittiği Fransa’da bu mutluluğu bulamıyor ve sonra ülkesine dönüyor. Filmin Fransa çekimlerinde bu izleri nasıl sürdün ve filme nasıl aktardın?
Fransa’ya gidişi ilk yurtdışı deneyimi Kavur’un. Zaten kendisi de bahsediyor bundan, çok yetersiz hissettim, o yıla kadar bir şeyleri göremediğimi fark ettim diyor. Fransa’ya çekimler için gittiğimde tek bir motivasyonum vardı; ilk kez ülkeden çıkmış biri, keza ben de ilk defa Fransa’ya çekim için gittim. Ülkeden ilk kez çıkmış genç, toy ve yabancılık hissiyle giden biri ne görür? Etrafında neleri görür, nasıl anlamlandırmaya çalışır bunu keşfetmek asıl motivasyonumdu. Dolayısıyla kendimi de biraz Kavur’un yerine koyarak oralarda ne göreceğimi, ne arayacağımı düşünerek hareket ettim. O noktada Kavur’un o dönemki Fransız sevgilisi Brigitte’in sürece dahil olması önümüzde birçok kapı açtı. Oradaki yaşamının izlerini rahat bir şekilde sürebildik. Otelde çalışıyor, sinemadan çıkmıyor gündüzleri, okul hayatında çok başarılı olduğu söylenemez çünkü sürekli film izliyor.
“Tutarlı bir görsel dünya yaratmak istedim”
Kavur, Yeşilçam’ın son demlerinde bir varlık mücadelesi vermeye başlıyor. Sen o günlere dair söyleşi vb. şeyler kullanmak yerine arşiv görüntüleri kullanmışsın. Bu arşiv malzemelerine ulaşmak zor muydu?
Arşiv araştırmaları çok vaktimizi aldı. Arşivi iki türlü kullanmayı tercih ettim. Birisi Ömer Kavur’un kişisel arşivi, ki o çok vaktimizi aldı. Bir sene sadece arşivler üzerinde çalıştım, çekimler devam ederken de bu çalışma devam etti daha düşük tempolu olarak. Kurguyu yaparken bile arşiv çalışmalarımız devam ediyordu. Kavur ile birebir tanışıklığı olan, hayatta olan tek akrabası Rukiye Hanım arşive erişmemiz konusunda yardımcı oldu. Onun dışında da Kavur ile hiç ilgisi olmayan bizim kurumlardan derleyip bulduğumuz videolar, fotoğraflar var. Ne aradığımızı biliyorduk, o döneme ışık tutmak, o dönemin görsel yapısını kurmak istiyorduk. O noktada fotoğrafları Salt’tan aldık, bakanlıktan videoları aldık. Elimizde on yıllar şeklinde iki ayrı arşiv oluştu. 70’ler için ayrı 80’ler için ayrı bir görüntü arşivi birikti. Asıl amacım bütün bunlardan tutarlı bir görsel dünya oluşturabilmekti.
Kavur’un kişisel bilgisayarını açıp içindeki dosyalara bakmak nasıl aklına geldi ve bunu filme nasıl dahil ettin?
Rukiye Hanım bana beş koli eşya vermişti. Ben tam olarak içinde nelerin olduğunu bilmiyordum. Senaryolar vardı eşyaların içinde, onları gruplayıp ayırdık. Sonra iki koli daha geldi, o kolilerden birinde bilgisayar vardı ve ben hiç çalışabileceğini dahi ummuyordum. Sonra açtım ve çalıştı. Bilgisayarı keşfettiğim o an araştırma esnasında en heyecanlandığım iki üç andan biriydi. Çünkü çok mahrem bir şeyle karşılaşıyorsun. İlk başta açsam mı açmasam mı diye bir an düşündüm. Sonrasındaysa belgeselde kullanmaya karar verdik.
“O filmleri çekmemiş olsaydı da Kavur’u anlatırdım”
Kavur’u çok da göstermeden bu biyografik anlatıyı nasıl kurdun?
Belgeselin başında sadece kamera arkası görüntüleri var. Kamera arkası görüntüleri kullanma niyetim vardı. Birçok kamera arkası görüntüsüne ulaştık fakat bizimle paylaşılmadı. Paylaşılanları da dengeli bir şekilde kullandık. Filmlerinden hiç görüntü kullanmak istemedim. Beni onunla tanıştıran ve belgeseli yapmaya teşvik eden filmleriydi. Ama belgeselde filmleri kullanmak odağı dağıtacaktı çünkü ben kişiliğine odaklanmak istiyordum. Filmleriyle bir ilgisi yoktu anlatmak istediğim şeyin. O filmleri çekmemiş olsaydı da ben Kavur’u kişiliği sebebiyle anlatmak isterdim. Dolayısıyla filmlerden görüntü kullanmanın seyircide oluşturmak istediğim o karakter imajını ve gizemi bozacağını düşünüyordum.
“Dürüstçe ürettiği için işbirlikçilikle suçlanıyor”
Sektörde Kavur için işbirlikçi deniyor. Kavur bu ithama öfkeli. Bunun üzerine o da setlerde işçileri sigortasız çalıştırıp devrimci filmler yapan yönetmenleri eleştiriyor. Film sektörü bugün hâlâ en güvencesiz sektörlerden biri. Bir yönetmen olarak bu durum hakkında neler söyleyebilirsin?
Geçtiğimiz günlerde sendika set çalışanları için bir zam talebinde bulundu. Sektörün en bilinen yapımcıları bu zam talebini hadsizlik olarak niteleyerek tepki gösterdiler. Bu kadar pahalıya çalışmazlar çünkü biz Avrupa’da yaşamıyoruz gibi bir tezleri var. Aslında Kavur’un şikâyet ettiği şey hiç değişmemiş. Sektördeki yapımcılar ve bu insanlar sanki film yapmak çok ulvi bir şeymiş gibi düşünüyorlar. Bu insanlar haklarını hiç talep etmeden onlara yardımcı olmak zorundaymış gibi bir görüşleri var. Ben bu düzenin kökten değişmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sektör hâlâ çok güvencesiz, hâlâ bir standardı olmayan bir sektör. Emeğin karşılığının çok zor alındığı bir sektör. Bu sadece set işçileri için değil, film yapanlar, yönetmeler için de geçerli. Ama tabii bu emek düşmanlığını gerektirmez. Ve Kavur’un söylediklerinin hâlâ ne acı ki bu şekilde devam ettiğini görüyorum. Kavur’un belki de aidiyetsizliği bununla alakalı. Çünkü Kavur’un filmleri çoğu kişi tarafından apolitik bulunan filmler. Ama bence hiç değil. Aslında alttan alta ülkedeki sosyopolitik değişimleri irdeleyen filmler. Kendisi de zaten “Ben politik film yapmıyorum” diyor. Açıktan politik film yapmıyor sadece istediği sinemayı yapmaya çalışıyor. Onun bir sözü benim için oldukça önemli, dürüstçe üretmekten bahsediyor. Sadece dürüstçe ürettiği için işbirlikçilikle suçlanıyor.
Kavur kırgın bir yönetmen olarak “İnsana kendi yazgısını belirleyeceği koşullar sunmuyor bu ülke” diyor. Sen gelecekte üretmek istediğin filmler için umutlu musun? Koşullara bakınca neler hissediyorsun?
Ben çok ülkeye, ülkenin gidişatına ve film yapım koşullarına dair çok umutlu değilim. Sürekli şikâyetçi olma halini de sevmiyorum. Üretmek zorunda hissediyorsam eğer bunun bir yolunu bulmam gerek diye düşünüyorum. Evet, koşullar çok kötü, filmler vizyona giremiyor, dağıtılamıyor. O zaman bunlarla mücadele etmeliyiz. Ne kadar umutsuz olursam olayım bir şekilde film çekmenin yolunun bulunabileceğine inanıyorum.
*"Kavur"un yönetmeni Fırat Özeler
Filmin sonunda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Her Şey Yerli Yerinde” şiiriyle karşılaşıyor seyirci. Tanpınar nasıl sızdı filme?
Yıllar önce “Huzur”u okuyup çok etkilenmiştim. Sonra bu belgesel fikri ortaya çıktı. Ben Kavur’u araştırmaya ve araştırdıkça tanımaya başladım. Sonra şunu fark ettim hem “Huzur”daki karakterlerle Kavur’un kişiliği benzeşiyor hem de ne kadar ayrı sosyokültürel tabakalardan gelmiş olsalar da Tanpınar ile benzeşiyor. Hiç tanışmamış olmalarına rağmen Kavur ile Tanpınar’ı bir noktada birleştirmek ve tanıştırmak istedim. Böylece ilk olarak “Huzur” sızdı filme. Bölüm başındaki epigrafları “Huzur”dan aldık. Daha sonra ise Kavur’un çok sevdiğini bildiğim “Her Şey Yerli Yerinde” şiirinin bir noktada Kavur’un zaman ve eşyaya yüklediği misyonla alakalı olarak filmle bütünleşebileceğini düşündüm. İki karakterin de rüyasını anlattığı ve daha sonra birlikte bir şiir okudukları bir sahne kurmak istedim. “Her Şey Yerli Yerinde”yi kullanmak bu noktada benim için vazgeçilmezdi.
(ED/AÖ)