Bu yanıyla, Türkiye'de 15 ve 20 Kasım günlerinde patlayan eylemlerin, daha önce Irak'ta, Suudi Arabistan'da ve Tunus'ta gerçekleştirilen, İslamî renkli saldırılardan farklı değerlendirildiğini de söylemek mümkün.
Türkiye'ye bir test alanı olarak bakılıyor; ılımlı İslam ile radikal İslamın kapışacağı bir alan. Batı basınında, "Sandık bombayı yenecek mi?" diye soruluyor. Sandık ile işaret edilen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile onun yönettiği Türkiye oluyor, bomba ise radikal İslam.
Batı, Atlantik ötesi ve berisiyle kendisine yönelik küresel bir tehdit olarak algıladığı radikal İslama karşı çözümü, giderek artan oranda, ılımlı İslamı güçlendirmekte arıyor.
Çevresine baktığında bu modele en uygun ülke olarak Türkiye'yi görüyor. Çünkü; henüz ileri sanayi ülkesi olmasa bile, büyük ölçüde sanayileşmiş; diğer Müslüman ülkelerle karşılaştırıldığında üretim yeteneği gelişmiş; modernleşme yolunda ileri adımlar atmış; iyi-kötü işleyen bir parlamenter düzeni ve laiklik geleneği olan Türkiye, özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) için 11 Eylül 2001 New York eylemlerinden sonra giderek farklı bir anlam taşımaya başladı. Denilebilir ki, İstanbul'da gerçekleştirilen saldırılar bu "anlamı" güçlendirdi.
Model ülke olmak ya da olmamak
Artık, hem ABD hem de Avrupa'daki Amerikancı çevreler, geçmişten farklı olarak Türkiye'ye yeni bir rol biçmeye hazırlanıyor. Doğrusu, diğer Batı Avrupa ülkelerinin de (Almanya-Fransa) bu role pek itiraz ettikleri söylenemez. Dolayısıyla, daha önce "modern, laik ve demokratik bir İslam ülkesi" olarak Müslüman dünya için örnek oluşturduğu belirtilen Türkiye, -ki bu söylem neredeyse bir klişe haline gelmişti- bundan sonra "ılımlı İslam" ülkesi olarak bütün Doğu'ya bir "model" olarak sunulmak isteniyor.
Bu yönde Batı basınında çıkan yazılarda gözle görülür bir artış var. Türkiye'deki AKP hükümetinin, bu model için "ideal" bir politik ortam oluşturduğu da belirtiliyor. İşte, ABD Başkanı G. W. Bush ve İngiltere başbakanı T. Blair'in İstanbul'daki 15-20 Kasım saldırılarından sonra Türkiye'yi "küresel teröre karşı savaşta bir cephe ülkesi" olarak tanımlamasının arkasında yatan politik değerlendirme budur.
Batı basınında ve ABD'deki enstitü ve vakıflarda geliştirilen bu tezler, hemen Türkiye'de de yeniden üretilmeye başlandı. Özellikle İslamcı basının bir kesimi utangaç şekilde bu yönde yayınlar yapmaya başladı. Cengiz Çandar, bu siyasetin fikri arka planını çoktan inşa etmeye girişti.
Ilımlı İslam'ın Yeşil Kuşak'tan farkı
Bu gelişmeyi (ılımlı İslam projesi) Soğuk Savaş öncesindeki yine ABD patentli olan ve Sovyetler Birliği'ni kuşatmayı amaçlayan "yeşil kuşak" stratejisi ile karıştırmamak gerekiyor.
Çünkü, "yeşil kuşak" siyaseti, radikal ya da ılımlı olduğuna bakılmaksızın her İslami harekete, anti-komünist olmak şartıyla sınırsız destek verdi. Sönümlenmeye başlayan İslami duyarlılıkları besledi, büyüttü, örgütledi ve kışkırttı. Çoğu ülkede İslamcıların ellerine silah verdi, onları donattı. (El-Kaide bu tip örgütlerden sadece biridir.) Onları (İslamcıları) bir soğuk savaş gücü hazırladı ve iç savaş örgütlenmesi olarak şekillendirdi.
Ilımlı İslam projesi ise, Müslüman dünyayı bölmeyi, kendisine yönelik politik bir tehdit haline gelen radikal İslamı yalnızlaştırmayı ve ezmeyi amaçlıyor. Bu nedenle, söz konusu projenin ilk sonuçları dünyada ve Türkiye'de radikal İslamın ezilmesi olacaktır.
Ilımlı İslam projesi Türkiye bakımından bir çok yönden önemlidir. Önemlidir çünkü; Türkiye'nin kısa ve orta vadede politik yapılanmasını, toplumsal hayatını ve kültürel şekillenmesini derinden etkileme potansiyeline sahiptir.
Politik parçalanma ve çatışma kaçınılmaz
Ancak, bilinmeli ve beklenmelidir ki, "ılımlı İslam" projesinin Türkiye'de gerçekleştirilmesinin çeşitli güçlükleri bulunmaktadır. Bu güçlükler ve ılımlı İslam projesinin Türkiye bakımından taşıdığı anlamın satır başları şöyle sıralanabilir:
1- Öncelikle söylenecek şey şudur; Soğuk Savaş döneminde sola karşı bir kalkan olarak kullanılan (Soğuk Savaş zihniyeti ve politikası Türkiye'de 1998'e, PKK'nin etkisizleştirilmesine ya da geri çekilmesine kadar uzandı) İslamcı hareketler, devlet tarafından korunup kollanırken artık böyle bir ihtiyaç "yakıcı" olmaktan çıktı. Türkiye eliti -ki 15 yıl içinde dünyanın gelişmiş 10 ülkesi olmak gibi bir hedef koyuyorlar- ağırlıklı bir kesimiyle bu projeye, en hafif deyimiyle sıcak bakmıyor.
2- Ayrıca, ortada daha önemli bir güçlük var; bütün sorunlarına karşın, Türkiye laikliği önemli ölçüde içselleştirmiş ve bu yönde gelenek oluşturmuş bir ülkedir. Şiddetli bir iç politik çatışma/mücadele yaşamadan bu projeyi gerçekleştirmek zor.
Nitekim, 4 Aralık 2003 günü yapılan Yüksek Askeri Şura toplantısında askerler, AKP hükümetine, kuruluşundan beri rastlanmayan bir sertlikle "laiklik uyarısı" yaptılar. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre (5 Aralık 2003) askerler, "hükümetin icraatlarının Refah-Yol dönemini aştığını" söyleyecek kadar da ileri gittiler.
3- Örte yandan, "Soft İslam" projesinin gerçekleştirilmesi için, Cumhuriyet'in kurucu ilkelerinin sorgulanması, yumuşatılması ve revize edilmesi kaçınılmaz. O nedenle, İslamcı yazarların yanı sıra Cengiz Çandar ve kimi "alık" liberaller de sık sık Türkiye'de "bağnaz bir laiklik" olduğunu ve bunun yumuşatılması gerektiğini yazmaya başladılar.
Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde "yumuşak bir islamizasyon" döneminin yaşanacağını söylemek, en azından arkasına ABD ve Batı'yı alan AKP hükümetinin bunu zorlayacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Bu nedenle, önümüzdeki dönemi, sert laiklik tartışmaları ve toplumsal gerilim ortamı içinde geçirmek sürpriz olmayacaktır.
4- Çünkü; ABD ve Batı'ya yaslanarak Türkiye'deki iktidar alanını genişletmeye çalışan AKP hükümeti, çok açık ki, bu projeye dört elle sarılacaktır. Kaldı ki, başka bir seçeneği de yoktur.
AKP, ancak Batı'yı arkasına aldığı taktirde iktidar olacağını, kısmi bir İslamcılaştırmayı gerçekleştirerek de tabanını tatmin edeceğini ve dolayısıyla bu yoldan en az iki dönem hükümet olabileceğini hesaplamaktadır. Zaten AKP, seçimleri kazandığı andan (hatta daha öncesinden) itibaren bu stratejiyi esas alan bir politik hat izledi.
5- Ancak, ülke içindeki güç dengeleri ve konjonktür kendi lehine olmadığı zaman geri çekildi. Esnek davrandı. AKP hükümetinin bir yıllık icraatına bakıldığında, diğer kurumlarla (YÖK, YAŞ, Yüksek yargı vb.) sürekli olarak kavga eden, güç denemesine girişen ve esas olarak kendi iktidarının alt yapısını oluşturmaya (hükümet etme alanını genişletme) çalıştığı görülür.
Bu nedenle, gücü yetmediğinde Kıbrıs sorununda geleneksel devlet politikalarına doğru çekilen ve Denktaş'ın hararetli bir destekçisi haline gelebilen AKP, okullarda Kuran kursu açılmasına imkan veren yönetmeliği çıkarabiliyor. AKP hükümetinin bir yıllık icraatı bir "mehter yürüyüşü" olarak değerlendirilebilir.
6- Diğer taraftan bu proje, kaçınılmaz olarak Türkiye'deki İslamcıları da bölecektir. Nitekim bunun çok sayıda işareti de gelmeye başladı. Fehmi Koru, "İslami terör" olabileceğini, bunun somut örneklerinin bulunduğunu ve "gerçek Müslümanların" diğerleriyle kendi arasına bir çizgi çekmesi gerektiğini yazdı.
Çandar, "Müslümanlar içi bir ideolojik mücadele" nin kaçınılmazlığına vurgu yaptı ve bu tespit/öneri Ertuğrul Özkök tarafından da hemen ve şiddetle desteklendi. Ve nihayet "İslami terör" kavramsallaştırmasının "kanına dokunduğunu" söyleyen Başbakan R. Tayyip Erdoğan, "dini terör" olduğunu kabul etti vb.
7- Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) neo-klasik imparatorluk projesinin Irak ve Afganistan'da batağa saplanmasından sonra, "teröre karşı cephe ülkesi" olarak tanımladığı Türkiye'deki "ılımlı İslam" projesine yüksek destek vermeye başlaması ayrıca kaydedilmelidir.
Bu durumun, Türkiye'yi Avrupa Birliği (AB) nezdinde zayıflatacağını söylemek mümkün. AB'ye üye bir ülke yerine, "ılımlı İslami" yapıda ve "özel statüde" bir ülke, bir tür "yarı üyelik" denebilecek konumdaki Türkiye belki de daha çok tercih edilecektir. Bu konuma ABD'de pek itiraz etmeyebilir. (BB)