"Serhat bölgesindeki her Kürt gibi Şakiro, Kazo, Zahiro ve Karapeta Xacogibi Kürtistan'ın ölümsüz dengbêjlerinin anlattıkları destanlarla büyüdüm. Bana göre dengbêjlik, Kürt müziğinin özüdür."
- Cahit Ece
Cahit Ece 43 yaşında. Van’da doğup büyüyen Ece’nin müzikle yolculuğu lise yıllarında bir tiyatro oyunuyla başladı ve İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuar’ında devam ettir.
Danimarka’da Aarhus Müzik Okulu’nda eğitmen olan Ece, Batı müziği ile Kürt müziğini harmanlayarak bugüne kadar üç albüm çıkardı: Berya, Feryad ve Nalin.
Şu sıralar film müzikleriyle de uğraşan kaval sanatçısı Cahit Ece ile kavalın büyülü sesini, müzikal yaşamını ve diaspora Kürtlerinin sanata bakışını konuştuk.
Çoban sazıyla tanışma...
Kürdistan’da ve Anadolu’da kavalın önemli bir yeri vardı. Kaval şimdilerde çok bilinmese de çok büyük bir etkiye sahipti. Bize kavaldan bahseder misin?
Kaval Kürdistan ve Anadolu’da çoban sazı olarak bilinir. Sadece yalnız çalınabilindiği düşünülen kavalı, orkestra içinde ilk kullanan Arif Sağ olur. Ses alanının genişliği ve perde yapısının kromatik olması halk türkülerinin kavalla başarılı bir şekilde icra edilmesine olanak sağlıyor. Buğulu ve melankolik ses tonuyla uzun hava ve dengbêjê türü ağır melodilere eşlik ediyor.
Kavalın ilk kullanışıyla ilgili çeşitli spekülasyonlar olsa da bana göre kaval, Mezopotamya kültürüne aittir. Dört ila beş bin yıllık bir geçmişe sahip olan kaval ve neyin Sümerler tarafından bulunduğu kanıtlanmıştır. Her ülkede farklı müzik türlerinde yorumlanmıştır. Otuz yıl önce Sinan Çelik tarafından kromatize edilen kaval, istenilen herhangi bir orkestrada çalınabiliyor. Kavalın yalnız sesi ve duygusu bakımından daha güçlü olduğu kanaatindeyim; ekstra bir enstrüman dahil olduğunda kavalın duygusunu öldürüyor ve o ahengi geri götürüyor.
Kavalla nasıl bir tanışıklığın oldu?
Kavalla tanışmam lise dönemlerimde oldu. Diyarbakır’dan bir tiyatro grubu Mem û Zîn oynuyordu, oyunun bir sahnesinde kavalın o hüzün veren sesini duyunca kendimi tutamamıştım. Tarifi imkânsız bir etki bıraktı bende. O gün kaval çalmayı öğrenmeye karar vermiştim. 1995 yılında İstanbul’da konservatuar sınavlarını geçtikten sonra üniversitede bir enstrüman seçmemiz gerekiyordu, ben de hiç tereddütsüz kavalı seçtim. Bu enstrüman, yani o gün verdiğim karar beni bugünlere getirdi.
"Dengbejlik Kürt müziğinin özü"
Kürt müziğiyle büyüdün. Dolayısıyla yüzlerce yıl kuşaktan kuşağa aktarılan dengbêjlik geleneğine uzak değilsin. İstanbul’da konservatuar okudun ve şuan Danimarka’daki bir müzik okulunda eğitmensin. Kürt müziğiyle başlayan, konservatuarla devam eden ve uzak bir ülkede eğitmenlikle sürdürdüğün müzik serüvenini anlatır mısın?
Serhat bölgesindeki her Kürt gibi Şakiro, Kazo, Zahiro ve Karapeta Xacogibi Kürtistan’ın ölümsüz dengbêjlerinin anlattıkları destanlarla büyüdüm. Bana göre dengbêjlik, Kürt müziğinin özüdür. Danimarka’nın ünlü müzisyenlerinden Henrik Kuitzile yaptığımız Feryad albümümde, Hozan Fatê’nin seslendirdiği çok güzel dengbêji eseri modern Batı müziğiyle entegre ettik. Oldukça güzel ve başarılı bir çalışmanın ardından birçok tanınmış müzisyenden olumlu mesaj aldık.
Şivan Perwer, Nizamettin Arıç gibi müzisyenlerle sahne aldım. Üstelik Avrupa’nın birçok ülkesinde kaval ve düdük resitalleri verdim. İleride dengbêjiyi modern senfoni orkestra ile buluşturmayı düşünüyorum.
İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarını okuduğum yıllarda çeşitli Kürt kültür derneklerinde müzik dersleri verdim. MED-KOM, Arya Kültür Merkezi gibi yerlerde verdiğimiz derslerin ardından yaşadığım politik olaylardan dolayı eğitimimi yarıda bırakarak yurtdışına çıktım. Üniversite yıllarında müzikal anlamda kendimi çok fazla geliştirdim ve bir alt yapı oluşturdum. Danimarka’ya yerleştikten sonra dil sorununu halledip, Danimarka’nın en saygın müzik okulunda müzik öğretmeni olarak çalışmaya başladım.
Diaspora Kürtlerinin sanata bakış açısını nasıl değerlendiriyorsun?
Danimarka’daki diğer azınlıklar gibi, elbette ki Kürtler de müzikal anlamda veya kültür ve sanat anlamında az da olsa etkililer. Bunu biraz da sosyo-politik konumlarına bağlıyorum. Ülkesi dört parçaya bölünen bir halk, her parçasından doğan onlarca fraksiyon ve örgüt; bu örgütlerin fertler üzerindeki tahakkümü ister istemez insanların sosyal ve kültürel hayatlarına etki ediyor.
Örneğin Newroz gibi Kürtler için kutsal sayılan bir bayram, X partisinin düzenlediği bir havaya bürünüyor ve dolayısıyla Y partisinden hiçbir Kürt’ü orada görmek mümkün olmuyor. Bu durum, burada da sıkça yaşanıyor. Kürtler arasında böyle bir sorun söz konusu. Son yıllarda sosyal ve kültürel birçok projede Kürt gençlerinin isimlerini görebiliyorum ve bu beni korkunç mutlu ediyor.
Türkiye'ye özlem...
Berya ve Feryad’dan sonra üçüncü albümün Nalin çıktı. Nalin’de vermek istediğin mesaj nedir?
Türkiye’ye gelemiyordum ve bir özlem vardı içimde. Bu özlemi dile getiren Berya albümünü 2002’de çıkardım. Bunun dağıtımı sadece Avrupa’da oldu. 2009’da Henrik Kuitz’le birlikte yaptığımız Feryad albümündeki melodiler film müzikleri için kullanıldı. Son albümüm Nalin’i İstanbul’da yaptım. Albüm, sekiz eserden oluşuyor.
Seçtiğim eserlerin üç tanesi Serhat’a, biri Rojava’ya, biri Azerbaycan’a ve geriye kalan üçü de bana ait. Çok keyif alarak yaptığım bu albümü -özellikle üzerinde uzmanlaştığım kaval ve düdüğü ön plana çıkararak- Avrupalılara tanıtmak istedim, yani bu her iki enstrümanı Batı müziğinde daha aktif rol almasını sağlamak istedim. İkinci amacım ise Avrupa’da yaşayan Kürtler ve Anadolu halklarına biraz da olsa kendi melodilerinin farklılaştırmadan en orijinal halini keyifle dinletmekti.
Türkiye’de konserlere çıkıyor musun ve bir sanatçı olarak Türkiye’de son iki yılda gelişen olayları nasıl değerlendiriyorsun?
2010’a kadar Türkiye’ye gelemiyordum. 2010 yılından sonra gelen teklifleri de programların uyuşmamasından dolayı geri çevirdim.
7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan siyasi tablo Türkiye’yi tamamıyla siyasi bir iktidarsızlığa mahkûm etti ve ‘Çözüm Süreci’ askıya alındı. Kürdistan’da gerçekleştirilen katliamlar ‘90’lı yılları aratmadı neredeyse! Her gün çocuklar ve siviller ölüyor; diğer yandan yoksul aile çocukları birbirine kırdırılıyor. Ne için? Birilerinin saray sevdası için mi? Bu kirli oyunun Türk halkına anlatılması gerekiyor. (AÖ/EA)