Cemaatten kalan tek kişi
Nedense her yolum düştüğünde kiliseden çok kilisenin avlusunun soluna denk düşen uzun süredir kapısı kilitli müştemilat bölümünün tek sakini Anto'yu, Antranik Zor'u gözlerim arar. Onu en son birkaç yıl önce ziyaretimde elinde siyah beyaz bir fotoğrafı bana gösterirken anımsarım. Kendisiyle eşinin fotoğrafıydı gösterdiği. Sıkıca kavramıştı ve sadece kendi elleri arasından gösteriyordu. "Başka fotoğraf var mı, Anto Usta!" diye sorduğumda, "Bir tek bu kaldı" derken tek zenginliğinin o fotoğraf olduğunu dingin bir erdemle ifade etmeye çalışıyordu.
Sonra tavanı çökmüş kilisenin ironik bir şekilde anahtarı kendisinde olan kilitli kapısını açıyordu. Açıyor ve dolaştırıyordu yıkıntılar arasında. Yitik kilise cemaatinin sesi oluyordu. "Bir zamanlar beş horanlı bu kilisenin cemaati avluya sığmazdı. Bir tek ben kaldım. Bir çoğu öldü. Bir kısmı da bırakıp gittiler. Bir başıma ben kaldım" diyordu. Ve kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen ve fotoğrafını çekmek isteyen hiçbir isteğe de hayır demiyordu.
Şimdilerde Anto Dayı'yı o kapısı kapalı müştemilat bölümünün girişinde gözlerim ararken hep o anı ve o kartpostalı düşünüyorum.
"Sireli Yeğpayris" sergisi
Sonra da 2005 yılında açılışına davet edildiğim ama gidemediğim, gidemediğim için de kitabını gördükten sonra hayıflandığım "Sireli Yeğpayris" (Sevgili Kardeşim) sergisini düşündüm.
Epeyi bir süredir zaman zaman elime alıp sayfalarını karıştırıp inceliyorum, okuyorum en çok da fotoğraflara, kartpostallara gözlerimi kaçırmadan dakikalarca bakakalıyorum.
Sözünü ettiğim Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonundan Kartpostallarla "100 Yıl Önce Türkiye'de Ermeniler" kitabı. Osman Köker'in editörlüğünde Bir Zamanlar Yayıncılık'ta çıkmış kitap. Baskısı, dizgisi, fotoğrafların taranma kalitesi ile mükemmel bir çalışma olmuş.
1900 ile 1914 yılları arasında bugünkü Türkiye sınırları içinde yaşayan Ermenileri, 750 adet kartpostalın adeta bir film şeridi gibi sunumu eşliğinde yazılı metinlere de yer vererek anlatımıdır kitap. Kartpostal koleksiyonun sahibi Calumeno'nun anlatımıyla; "Dönemin kartvizit ve zarflarında Ermenice, Rumca, Ladino (Yahudi İspanyolcası), Türkçe (Osmanlıca) hatta bazen Fransızca da eklendiğinde beş ayrı alfabeyle beş ayrı dilin kullanımı, Anadolu kültürel mozaiğinin aynası olma niteliğini taşımaktadır. Koleksiyonun amacı da kaybolan kültürel mozaiğimizi insanlarımıza hatırlatabilmektir".
Sergi notları
Doğrusu Edirne, Çanakkale, Afyon, Bursa, İzmir, Nazilli, Çankırı, Trabzon, Sivas, Adana, Antep, Diyarbakır, Harput, Erzurum, Van, Siirt, Hakkari gibi kitabın adına da gönderme yaparcasına 100 yerleşim yerinden bir dolu kare ile tarihe ve yakın geçmişe bir gezintiye çıkıyoruz. Çıktığımız o gezinti bakın sergi sonrası neleri anımsatıyor. İşte ziyaretçi defterinden birkaç not:
"Yüzyıl önce daha mı mutluyduk acaba? Çalışmanız bunu gösteriyor. Ne mutlu ki ben böyle bir sergiyi görerek öleceğim. (Yaşlı bir Ermeni)"
"Kaybolmuş bir tarih yeniden gün ışığına kavuşuyor."
"Bir daha geri gelemeyecek değerlerimize ışık tuttuğunuz için teşekkürler."
"Son derece etkileyici, acıtıcı ve sonuçta utandırıcı sergi."
"Kartpostallardaki gibi kalabilseydik ne kadar güzel olurdu. Böyle olmamalıydı."
"Burası çok güzel bir yer. Burada ben ve bütün arkadaşlarım çok mutlu olduk. Annemi ve babamı da getireceğim. (Bir Ermeni ilkokulu öğrencisi)"
"Duygulanmamak elde değil. Ama daha da önemlisi öğreniyoruz... Umarım biz Türkler kalbimizin gözlerini açarak biraz daha görmeyi öğreniriz. O zaman her şey çok daha farklı olabilir."
"Bütün bu sergiyi, `bu insanlara ne oldu, simdi nerede bu insanlar ve torunları' diye öfkeyle sorarak gezdim."
"Keşke şimdi de Diyarbakır'da `mama' sesleri ile koşuşan Ermeni çocukları olsa ve kardeşlerim onlarla oynasa."
Şimdilerde Diyarbakır'ın son Ermeni'si Anton Dayı İstanbul'da Yedikule Ermeni Hastanesinde yitik hafızası ile belki de elinde kalan son kartpostalıyla yatıyor. Keşke kitaptaki kartpostalların dili olsa da konuşsa! (ŞD/KÖ)