Oysa, sokağa çıkıp birini öpmeye çalışabilir, ve bizi öpmediği için, kafasını Amerikan filmleriyle hayal kuran çocukluğumuzdan kalma bir beyzbol sopasıyla parçalamayı düşleyebilirdik, ya da "heteroseksist sistem"i sürdürdüğü için, bütün insanlara en pornografik acıları yaşatmak isteyebilirdik...
Bu yaşanan karşısında sadece duruyoruz. Yani, bir çok insanın yapamadığı şeyi yapıyoruz: bu cinayetin karşısında durmak.
Bulutsuz gökyüzü ve iki aşık!
Bugün iki çocuğun, iki sevgilinin, iki erkeğin, iki... ne olduğunu bilmediğim ve artık cansız kalmış olan canlının, hangi adı yakıştıracağımı bulamadığım masumun asıldığını gördüm. Düğmeleri iliklenmiş mavi gömlek ve beyaz tişört giydirilmişlerdi.
Arkalarında iki maskeli cellat. Bu yüzden şiddet hayalleri kurmalıydım, birilerini ayaklarından asmak istemeliydim. Fakat, öfkemi ve kızgınlığımı bulamıyorum.
Öldükleri gökyüzü kadar durgunum. İran'daki o çocukların eşcinsel oldukları için asılmaları ne kadar umulmazsa, tepkilerim de o kadar garip. Bozdu bu fotoğraflar ve ölüm bir anda bütün başkalığımı. Unuttum eşcinsel olup olmadığımı, hatta insanlığım silindi zihnimden ve yalnız şöyle sorabildim:
"Bir şey, sadece bir şey oldukları için, nasıl asılabildiler?". Ben, şimdi, bu hayatı neresinden tutup, hayata neresinden asılabilirim?
Seksi, kimle ve neden yaptığını bilmeden yapan milyarlarca insanın arasında yaşıyorum. Aşkı tanımayan dünyanın hukuk sistemleriyle boğuşuyorum. Rüyalarım kalmadı artık, ama bunu bile anneme anlatamıyorum. İran'da birilerinin boynuna, aşık oldukları için ölüm ipleri dolanıyor. Başka birilerinin ise boynuna dolanan kollar aşksız ve bir hayat vaat etmiyor.
Bekaret kontrol odalarında steril ve tırnakları hep kısa olan pis eller birilerinin vajinasında namus yoklamayı sürdürüyor. Sistem hangi delikte saklanıyor söylesene? "Türkiye İran olmayacak!", "Türkiye Amerika olmayacak!", "Türkiye..." ve iki küçük çocuğun aşktan asıldığı bu dünya asla ben olmayacağım.
Aşkın boynundaki halat: heteroseksizm
Bir erkeğim. Bir erkek sevgilim olsun istiyorum, ve onunla gazoz içmek. Daha büyük bir devrim düşüm ya da yıkıntılarının altında kalmak istediğim bir sistem yok.
Gazozu aşık olduğum birinin dudaklarında öpmek istiyorum. Ve onun, şimdi, bir erkek olmasını istiyorum. Soyunup neremi göstersem sarılıp kırılır sistem? Bir yaşam sunmayı beceremeyen heteroseksizmin, yalnızca öldürmeyi becerebilecek kadar aciz olan bir sistemin kapalı duvarları arkasında daha fazla soyunmayı ister miyim? Bilmiyorum.
Şimdi bu odada olsa, dokunmaya kıyamayacağım İranlı bir çocuğun kolunu, bir köpeğin çenesiyle ısırması gibi yakalamış cellatlar; sokağa çıktığımda tanıyacaklar mı beni?
Şimdi, bilmediğim diliyle susan ve öldürülmüş olan İranlı çocuklardan biri oturuyor olsa karşımda, birbirimize bakamayacak kadar ürkek ve utangaç olacağımızı hayal edebilen biri var mı?
Asılan çocuğun kolunu tutan el bir celladın eli değil de sevgilisinin avcunun içi olsaydı ve sarılarak ölselerdi, kimin cebi daha çok delinirdi? Haritayı açıyorum ve karşımda duruyorlar, bana karşı duruyor dünya. İran'da, Fas'ta, Lübnan'da, Endonezya'da, Mısır'da öldürülenleri de mi hatırlamalıyım eşcinsel oldukları için?
Yoksa yalnızca, Türkiye'de, öldürülmekten korktuğum o sabahı mı anlatmalıyım? Yaşananlardan, yaşayamadıklarımdan ve yaşatılması dayatılanlardan bıktım! Ama bunları anlatmanın sırası değil. Çünkü, iki aşık öldürüldü, ve gerekçe aşk yaşamalarıydı. Bir alternatif olmalı...
Eşcinsellerin diz dize piknik yapabildikleri ve evlenebildikleri bir Avrupa düşü mü kurmalıyım? Yoksa, "kapitalist ekonomilerin çıkarlarına hitap ettikleri için sermayeye dönüşen gey politikalar"da en ön sıralarda yer alıp, gey partilerinde deliler gibi dans edip, en gey giysilerle, en gey içkiler ve uyuşturucularla, en gey gecelerde şehveti bacaklarımın arasında mı kıstırmalıyım?
Aşk ve ölüm için hesap vakti!
"Eş cin sel".... içinde "cinsel" sözcüğünün geçtiği her şey midemi bulandırmaya başlamadan bir yudum gazoz daha içmeli ve unutmalıyım hepsini. Aşkın cinsiyeti olmadığını asla hatırlayamayacağım yoksa.
Kokuyor bu sistem ve köpürüyor... ama bir gazoz gibi değil. Kudurmuş bir it gibi. Bilinenin tasmasıyla gezinip, birilerinin boynuna ip dolayan ve meşru cinayetler işleyen cellatlar gibi.
Burada, bu odada, kimsenin elini tutmak istemezken, beni kim hatırlıyor? "Anne, dün bir adama daha soyundum. Ama kızma, aşık değilim ona" dediğimde, bana hanginizin annesi gülüyor? Gözyaşı istemiyorum artık. Anlayış ve müsamaha da. Kahkaha istiyorum tüm bu olup biten deliliğe.
İki çocuğu asan, buralardaki herkesin görmezden geldiği yüzlerce çocuğa asılan korkuyu o çocukların kabuslarına kutsal kitap vesikası yapan insanlar... ancak güldürmeli beni bundan sonra. Ağlayacak bir annemin kalması için böyle olmalı. Annem gülemiyorsa bu yaşananlara, ben gülerim.
Yoksa, herkesi kaybederim. Artık, hiç kimseye "Rahat bırakın bizi" diye yalvaracak acizliği de bulamıyorum kendimde. Sen, kimsin? Beni hangi güçle rahat bırakabilirsin! Adalet sarayı prensi ve prensesi misin? Umurumda bile değilsin.
"Saat başı özgürlük"ler çağı!
İki çocuğun sarılmak ya da sevişmek ya da öpüşmek, belki el ele tutuşmak istediği için öldürülmesi, seni yaşamdan ve hatta kendinden tiksindirmediği sürece umurumda da olmayacaksın.
Acıların bile incitemeyecek ve göremeyeceğim kadar kalın kalacaklar. Yaşamlarını ve yüzlerini acımasızlıkla örten cellatlardan hiç birinin acıları, acıtmayacak artık beni. Geceleri İnternet'ten tanışıp gizlice buluşan, pis barlarda aşık aşık ağlayan, aşık olmadığı sevgilisinin dudaklarına ruhsuzca dokunan, "Allahım neden?" diye bağıran, sesleri çıkmayan çocuklar... ve "karşınızda iki ölü eşcinsel" diyen sistem.
Bugün, sistemi unutup, yalnız başıma içmek için bir şişe gazoz aldım. Kimseyle hiç bir şey paylaşmak istemedim. Şişenin üzerinde, "saat başı kazan, saat başı özgürlük" yazıyordu. Gazoz kapaklarıyla tişört dağıttıklarını söylüyorlardı tüm dünyaya.
Saat başı kazanma vaadini bile sunan sistem, ya da zamanı ve iki insanın soluğunu, sayılamaz insanın umudunu durduran sistem. Hiç birine gerek yok. Gazozları bile genzimi yakmak için yeterli. Yeter! Sevmiyorum, dedim... ne sistemi ne ölümü.
Sevmek öldürür mü beni de?
Belki, o iki çocuk da birbirlerini sahiden sevmiyorlardı. Sevmiyorlardı hatta hiç. Benim gibiydiler. Bir daha yapmayacaklar aynı şeyi. Neden affedilmediler? Aşağılanmaktan ve saklanmaktan kalpleri deşilmiş eşcinseller de sevmiyorlar birbirlerini.
Tıpkı, bütün o diğer insanlar gibi.
Hayır, kandıramıyorum kendimi. Öldürüleceklerini bile bile dokundular birbirlerinin omuzlarına, "yakalanırsak ölürüz" diyerek çıktılar birbirlerinin sırtına.
Hiç kimsenin sevmediği gibi sevdiler birbirlerini. Ve sırf, bu yüzden öldürdüler onları. Hiç kimsenin sevmediği gibi sevdikleri için, herkes gibi olmadıkları ve heteroseksüel sınıfında uslu uslu, sisteme saygılı, kimseye ses çıkarmayan, efendi, ağırbaşlı bulunmadıkları için asıldılar.
Yaramazlık yaptığı için öldürülen iki çocuk daha işte. Sıradan bir olay. Senin sıradanlığın kadar. Oturmaya devam et. Bir gün nasılsa ipleri bellerinde taşıyanlar saracak boynundan. Okuyacak bir lanetin bile olmasın. Ölümü hak ettiklerini düşün ve yaşadığını sanmaya devam et.
Bütün ipler kopar!
İran'daki iki ip, iki eşcinseli falan asmadı, bir aşkı daha öldürdü, silmeye çalıştı dünyadan. Şimdi hep birlikte gerim gerim dolaşalım. Hatta, gey ya da hetero olmayan havai fişeklerle kutlayalım ölümü. Bitiyor işte artık. Ne eşcinselleri ne de aşkı silemese de dünya kendini becerip bıraktı.
Yaşarken sevebilen bu çocuklara acıyan, hasta bulanlar, idamlarının arkasından da "yazık" desinler bir kez daha. Başkalarına acıyarak kendi sevemeyişlerini temize çektiklerini sansınlar. Aldansınlar.
Yine de, ipler bana ölümü hatırlatmayacak. Belki ölene dek onlar gibi aşık olmayacağım, ama ipleriyle, silahlarıyla, laflarıyla ve hatta durmadan susmalarıyla korkutamayacaklar beni. İki cellat ve fotoğrafa sığmayan ama aslında o fotoğraftaki el kadar gergin sistem değemeyecek bana ve yazıma. Kendini güçlü sanan heteroseksist sistem çiğneyemeyecek beni ağzında.
Bir idamın arkasından cikletimi çıkarıp patlatacağım. Bana "kız gibi çiğneme sakızı" diyenleri hatırlamayacağım kadar kocaman bir balon yapacağım. Ağladığımı göremez kimse. Kalan son damla gazozu, dinlemekten korktuğum İran şarkısını açarak içeceğim. Farid Farjad dinleyeceğim ve yas nasıl yaşanır onlara göstereceğim.
Markette daha çok gazoz var. Saat başı kazanmıyorum. Ama benim hep kazandığım ve eşcinsel olup olmadığımı bile unuttuğum, bazen karıştırdığım ve hep doğru yolu bulduğum güzel hayallerim var.
Onlar sarılamadılar, ama benim şimdiye dek herkesle sarıldığımdan daha güçlü kucaklaştılar ölürken. Mahmud ve Ayaz. İsimleriniz birlikte olsun ve susalım istedik.
Son bu. Daha fazla yazamıyoruz. Ama, bu, son değil! (AÇ/BD/EÜ)