"G.O.R.A.", medyanın pompalaması ve iyi bir reklam kampanyasıyla seyirci rekoruna gidiyor olsa da vizyondakiler arasında ayrıca değerlendirilmeyi sessiz sedasız gösterime giren "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak", hak ediyor.
"Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak"
41. Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne teknik çalışması bitmediği için katılamayan "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak", Ahmet Uluçay'ın ilk uzun metrajlı filmi. 1994'te çektiği kısa metrajlı "Optik Düşler" filminin uzun metraja uyarlanmış hali olan film, katıldığı festivallerden ödül üstüne ödül alıyor.
"Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak", sinema sevdasının peliküle aktarıldığı, yarı belgesel tadındaki bir ilk film. "G.O.R.A." nın hemen ardından izlendiğinde, tadı damağınızda kalıyor, yüreğinizde geleceğe ilişkin umutlar yeşeriyor. Ağzınızda kalan tattan, olanak verilse, uygun bütçeler sunulsa Ahmet Uluçay'ın nasıl bir film çekmiş olacağını sezebiliyorsunuz, umudun kaynağındaysa yönetmenin samimiyeti, büyük şehir kurnazlıklarının, metropol tuzaklarının ötesinde varolma iradesi var.
Umuda yolculuk
Köyüne seyyar sinemacının gelişiyle "7. sanat"la tanışan Ahmet Uluçay, filminde de anlattığı gibi, tutkusunu uzun uğraşlar sonunda yaptığı tahtadan sinema makinesiyle pekiştirir. "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak", filmin kahramanlarından "Karpuzcu Kemal'in, "olmayacak şeylere umut bağlamak" anlamında filmde kullandığı uyduruk bir deyim. Yönetmen Ahmet Uluçay'ın, sinema hayalinin peşinden koşarken, belki de kendisini ikna etme çabası, o deyimde saklı.
Bir zamansızlığın öyküsü "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak". Köy yaşantısının metropol yaşamından belki de temel farkı olan "zamansızlık" filmin bütününe siniyor. Gerçi karpuz alışverişinin bir sahnesinde "eski para"ya yapılan gönderme bir tarih düşse de, zaman dişilik; uzun köy yolları, göz alabildiğine uzanan kıraç topraklarla, köy yaşantısını belirleyen dinginlik ve aceleden arınmışlıksa; mesaisizlikle görsel kodlara kavuşturuluyor.
Filmde zamanın göstergeleriyse, "kamyon" ve "tren". Onların varlık nedeniyse gidiş-dönüş ya da kaçışlara bir göndermeyle ilgili değil. Tam tersine, başka yaşantıların varlığını vurguladıkları kadar, "kalış" tan yana yapılan özgür seçimi de ifade ediyorlar. Uluçay, hala köyünde yaşadığına göre, kaçmakla, gitmekle ilgili bir düşüncesi olmasa gerek.
Sen türkünü söyle
"G.O.R.A." ve "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmleri arasındaki yapım mali-yeti-farkı, uçurumlarla ifade edilebilir ama, sinema duygusu ve samimiyetiyle Ahmet Uluçay'ın "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak"ı doğrusu tek geçilmeli. Onun filmim izledikten sonra biliyorsunuz ki, Ahmet Uluçay, tüm samimiyeti ve saflığıyla kendi türküsünü söylüyor ve kendisini "köylü" olarak değerlendirenlerin yüzüne filmini tüm çıplaklığıyla sunuyor.
Evet, "Orda bir köy var uzakta. O köyde bir yönetmen var: Ahmet Uluçay. Görmemezlikten gelinmesi söz konusu olmayan sinema sevdalısı. Bir türkü söylüyor ki ne ezberi var, ne de nota bilgisi. Enstrümanı ise bulabildiği en iyi dijital kamera. Onun söylediği türkünün duyulmaması olanaksız. Ve o gün bugündür bir türkü tutturur ki sormayın. İstanbul, Selanik, Toronto ve Montpellier'e kadar yayılır nağmeleri.
"G.O.R.A." nasıl şehirli kurnazlığın, tükenişin ve kolay para kazanmanın yolunu işaret ediyorsa, "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" da bir o kadar kayıp insanlığa, nostaljik bir öykünme adeta. Ne yer yer azımsanan diyaloglar, ne de çekimden kaynaklanan monotonluk, filmi izleyene batıyor. Sinema sevdasının, aşkının, kültür başkenti İstanbul'dan uzakta boy verişini izlerken, teknolojiye takılmamak, devasa filmleri "es" geçmek gerek.
Güldürü: Seyircinin sığınağı
İki sezondur sinemaya damgasını vuran komedinin bu kadar ilgi görmesini 20. yüzyılın sonlarından başlayıp 21. yüzyıla taşınan "şiddet" içerikli ve "ekonomik" temelli toplumsal olgulara bağlamak yanlış olmaz. Savaşlar, ekonomik sarsıntılar ve erozyona uğrayan değer yargılarından bunalan seyircinin bulduğu çıkış yolu da, kitlesel bir eğlence aracı olan sinemanın güldürü temalı filmleri oluyor.
Yeşilçam; 70'leri takip eden yıllarda "seks ve avantür" e kayan sinemayı 'sosyal içerikli' filmlere, 80'lerdeyse feminist açılımlı "kadın filmleri"ne yöneltmişti. Bu dönemde bir kısım seyirci "arabesk" filmlere kaçmış olsa da, o yılların ana teması kadındı. Türk sinemasının 90'lardaki temasıysa; kara mizahın ön plana çıktığı yönetmenlerin kişisel filmleriydi. Alışkın olduğu hafif duygusal, mizahı içselleştirmiş filmler yerine, entellektüel arayışların ürünü filmler, Yeşilçam seyircisini ister istemez sinema salonundan uzaklaştırdı.
Türk seyircisinin 90'lardaki konumu, sinemadan umduğunu bulamayan, hayatı kolayından alan, acıyı parodileştiren dizilere yönelmesiyle açıklanabilir. "Soap opera" (pembe dizi) denilen televizyon dizilerinin ön plana çıktığı, Brezilya dizileri, sitcom'lar, gece showları, stand-up'ların yaşamımıza girmesi bu döneme rastladı. 2000'lerde komedinin sinemada ağırlıklı tema olması, dünyadaki değişim ve gelişim paralelinde ele alındığında, güldürünün geçiş dönemlerindeki aitliğin, alışkanlığın teması olduğu gözlenir. "G.O.R.A."da bu yönüyle sorunlardan kaçan seyircinin bir sığınağı.
Yönetmenlik nerede?
Kuşkusuz "G.O.R.A." büyük bütçeli, teknolojiyi sonuna kadar kullanmış "iyi" bir film! Bir filmi "iyi" olarak nitelendirebilmenin yolu, teknolojiden geçiyorsa G.O.R.A.'ya kötü demek söz konusu değil. Sinemayı sinema yapan unsurlar bütünü ele alındığındaysa, filmle ilgili söylenecek şeyler tabii ki var. Senaryonun bir "skeç" ve de stand-up gösteri tadı vermesi filmin handikabı. "Yıldız Savaşları", "Matrix", "5. Element" ve "Turist Ömer Uzayda" filmine gönderme yapan "G.O.R.A."yı, bir bilim-kurgu harikası yapan, zaten yönetmen Ömer Faruk Sorak'ın reklam ve klip yönetmenliğinden gelen becerisi.
G.O.R.A.'nın yanılgısı
Yine de kumandası Cem Yılmaz'ın elinde olan bir robot gibi, senaryo ve oyunculuktan gelen eksikliklere sırtını dönerek, sırf teknolojiye bel bağlayan Sorak'ı eleştirmek gerek. Bazı filmlerin montaj masasında kotarılması doğal. Usta montajcı Mustafa Preşava'nın bile filmi uyuşukluğundan kurtaramaması, Yönetmen Ömer Faruk Sorak'a ait bir eksiklik. "G.O.R.A."nın müziğine de değinmeden geçmeyelim. Genç müzisyen Ozan Çolakoğlu'nun müzikleri, filmden çıktığınızda aklınızda kalan tek şey.
Her ne kadar "güldürü" filmleri aksiyon ya da melodramlardan daha kolay izlenebilen temaları ele alsa da, güldürmenin ağlatmaktan zor olduğu bir vakıa. Bu nedenle Sadri Alışık filmlerinde gözlenen argoya (küfür değil) dayalı anlatımla, Ertem Eğilmez filmlerinin öznesi durumundaki "küfür", Türk sinemasında "komedi" filmleri yapanların kolaycılığı. "G.O.R.A."nın düştüğü yanılgı da bu.
Cem Yılmaz filmi
İlk yarısı şekerleme havasında izlenen "G.O.R.A."nın "eğlence" görevini yerine getirdiği söylenebilirse de, bayağılığa varan küfürlerden daralmamak elde değil. Stand-up'larındaki zeka ışıltılı esprileri bulma umuduyla gidilen "G.O.R.A."da Cem Yılmaz, hayal kırıklıklarını beslerken, "Huysuz Virjin"le doruğa tırmanan, hakaret içerikli küfürlere seyircinin kahkahalarla karşılık verişini anlamlandırmak için, insana verilen değerin azaldığı, şiddetin sıradanlaştığı ve değerlerin erozyona uğradığı toplumsal yaşamımıza şöyle bir bakmak yeterli. Sonuçta, "star" sistemi bir kez daha sinemada ipleri eline alıyor ve filmin baş karakteri Cem Yılmaz, yönetmen Ömer Faruk Sorak'ın önüne geçerek, "G.O.R.A."nın yönetmen değil, "star" filmi olduğunun altı çiziyor.
İki ayrı seyirci
Beyoğlu'daki Majestik sinemasının 2. Salonunda izlenen Uluçay'ın filmiyle, Alkazar'daki Sorak'ın filmlerinin seyirci profiline bakmak iki film arasındaki farkı iyice ortaya çıkarıyor. Alkazar'ın, Beyoğlu sinemasıyla birlikte entelektüel birikimi olan, sinema öğrencisi ya da sinema insanlarının tercih ettikleri bir seyirciye hitap eden bir salon olduğunu belirtmek, gözlemlerimizi daha çarpıcı kılabilir.
Majestik ise, açıldığı günden bu yana, büyük şirketlerin tekelindeki sinema ayaklarına girmeyen alternatif bir salon. Mütevazı bütçeli, kendi sinemalarını yapan genç ve yetenekli sinemacılara kapılarını açarken bu farklılığı seyirciye de taşıyor. Majestik, öyle görülüyor ki, sinema izleyicilerinin, sinema öğrencilerinin yeni buluşma noktası.
Nitelik ve nicelik sorunu
Alkazar'daysa her zamankinin aksine, bu kez , "G.O.R.A."yla birlikte sinemaya yılda bir, "düşünmek değil de eğlenmek için gelen" seyirci profili egemen oluyor. Entelektüel eğlence aracı olarak sinemayı seçenler "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak"a; zaman geçirmek, eğlenmek için film seçenler "G.O.R.A."ya yönelirken, sinema mekanlarının kültürel anlamları da başkalaşıma uğruyor.
Sinema elbette kitlesel bir eğlence aracı. Bunu yadsımak olası değil. Bu anlamda sinemanın amaçladığı kodlamaları algılayan, şifreleri çözebilen seyirci potansiyelini, "Ahmet Uluçay'ın "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filminin sayısal sonucunda görmek olası. Elbette "G.O.R.A."nın rekora giden seyirci sayısı, sinema aşkıyla yapılan bir filmin seyircisi, sayısıyla karşılaştırılamaz. Burada söz konusu olan nitelik ve nicelik sorunu.
Neyse ki, sinema tarihi filmlerin değerini seyirci sayılarıyla tartmıyor. (AD/YS)