Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesini değerlendiren KCK yürütme konseyi başkanı Murat Karayılan, bunun bir kişiye karşı alınmış bir karar olmadığını belirterek, "Parlamentodan anayasal çözüm beklentimize vurulmuş bir darbedir" dedi.
Fırat Haber Ajansı'na (ANF) konuşan Murat Karayılan, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) kararını Kürt sorunuyla ilgili bir karar olarak değerlendirdi. Karayılan, 12 Haziran Genel Seçimleri'nin Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için çok önemli sonuçlar ortaya çıkardığını söyledi. Ancak YSK kararının inkar politikasının devam ettiği anlamına geldiğini ifade eden Karayılan, "Bu savaş ilanıdır" dedi.
"Kararı YSK tek başına almadı"
Hatip Dicle'ye ilişkin alınan kararın bir kişiye karşı alınmış bir karar olmadığını, Dicle şahsında Kürt halkına ve özgürlük hareketine karşı alınmış bir karar olduğunu söyleyen Karayılan, sözlerine şöyle devam etti:
* Bu karar devlet içindeki bir kurumun, YSK'nın, kendi başına aldığı bir karar değildir. Siyasi ve darbe niteliğinde bir karardır.
* Daha önce Hatip Dicle'nin adaylığı 'milletvekili vasıflarına sahiptir' biçiminde onaylamış olmasına rağmen, seçime üç gün kala bir ceza almış olduğu ortaya atıldı. Mademki ceza almış, seçime girmesi engellenebilirdi ama engellenmedi.
* Biz bunu bir siyasi müdahale olarak görüyoruz. Sonuçlar ortaya çıktıktan sonra müdahale edilmiş olması oldukça anlamlıdır. Bu müdahale, yükselen siyasal iradenin önüne set çekmek ve onu kontrol altına almaya dönük yapılmış bir müdahaledir.
İki AKP
* Bülent Arınç ve Mehmet Ali Şahin kısmen yumuşak konuşarak bir çözüme gidilebileceğini belirttiler. Ancak anlaşılıyor ki, bu, daha çok onların bireysel görüşleridir.
* Onlardan birkaç saat sonra daha resmi bir biçimde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adına açıklama yapan Bekir Bozdağ tüm kapıları kapattı. Belli ki Erdoğan'la ilişki kuruldu, Erdoğan'ın görüşleri çerçevesinde Bekir Bozdağ'ın, bir heyetle beraber bu açıklamayı yapması ihtiyacı duyuldu.
* Onların esas politikası Hatip Dicle şahsında Kürt siyasetine bir müdahale yapmak ve gelişen süreci kendi kontrollerine almaya dönük bir girişim geliştirmektir. Bu açıdan bana göre belirleyici olan Arınç ve Şahin'in konuşması değil, Bozdağ'ın konuşması olacaktır.
"Meclise gitmeme kararı en doğru karar"
* Bu karar, Kürt siyasetini iradesizleştirme ve hizaya çekme kararıdır. Yani Kürt halkına ve iradesine karşı bir saygısızlık ve halkın iradesini hiçe sayma olduğu gibi, esas olarak Kürt siyasetine onursuzluğu dayatmaktır. Bu açıdan dün Blok vekillerinin gerçekleştirdiği toplantıda DTK'nin de çağrısını dikkate alarak oy birliğiyle almış oldukları karar, çok doğru ve yerinde bir karardır.
* Bundan başka bir şey de yapılamazdı. Somut bir adım atılıncaya kadar meclise gitmeyeceklerini açıklamaları Kürt siyasetinin de onurlu bir duruşu sürdüreceğinin kesin kararlılığıdır.
"1990'lardaki siyaset devam ediyor"
* Bilindiği gibi Kürt siyasetinin ilk kez, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile birlikte parlamentoya girip, bağımsız bir grup olarak bir duruşu geliştirdiği 1990'larda da devlet tahammül göstermeyip müdahale etti.
* Devletin Kürt siyasetini tanımayacağını gösteren o tutumu aslında bugün de farklı bir biçimde devam etmektedir. O gün parlamentonun kapısında yakasından tutulup tutuklanan ve haksız yere 10 yıl içeride tutulan Hatip Dicle'nin vekilliği bugün de reddedilerek aynı siyasetin devam ettiği ortaya konulmaktadır.
* Mahkeme mahsuplaşma temelinde eski cezasının yok sayılacağının kararını vermedi mi? Hukuk diyorsanız bu da hukuk değil mi? Sürekli milli irade diyenler nerede? Hatip Dicle'ye onay verdiniz, seçime girdi; Diyarbakır halkı, 80 bin civarı gibi rekor bir oyla vekil seçti, siz onu veto ettiniz, yerine başka birini vekil yaptınız. Bu ne kadar ahlakidir, ne kadar meşrudur.
"Karar düzelmezse bu savaş ilanıdır"
* Biz, Kürt sorununda silahların tümden devre dışı bırakılması ve barışçıl, demokratik yöntemlerle sorunun tartışılarak çözülmesi için üstümüze düşen sorumlulukları yerine getirdik ama üzerinden üç gün geçmeden devletin Kürt siyasetini boyunduruk altına almaya yönelen bu politikası devreye konulmuştur.
* Eğer önümüzdeki yakın günler içinde Türk devleti ve hükümeti bu büyük haksızlığı ortadan kaldıran bir girişim geliştirmez ve düzeltmezse, bu, halkımıza karşı resmen bir savaş ilanı anlamına gelecektir.
* Türkiyeli birçok yazar ve siyaset çevresi de Başbakan'a çağrı yapıyor; Başbakan'ın suskunluğunu gidererek, düzeltici bir girişim başlatmasını istiyor. Bütün bunlar karşısında AKP'nin kendi bildiğini okuması, baskıcı siyasetini sürdürmesi tasfiye politikasında ısrar anlamındadır. Dolayısıyla bu yeni bir savaş sürecinin başlatılmasıdır. Kürt halkı, AKP'nin sorumluluğundaki parlamentodan Kürt sorunu konusunda çözüm bekliyor. Bunun yerine baskı ve şiddetin dayatılması, bu süreci tümüyle heba edecektir.
"Şiddet duracaksa karşılıklı durur"
* Pratik adımlara ihtiyaç vardır. Bunların birincisi, Türk devletinin bu konuda siyasetini değiştirmesi, ikincisi kendi geçmişiyle yüzleşmesidir. Kendi geçmişiyle yüzleşmeden gerçekleri topluma dosdoğru açıklamadan Kürt sorununun çözülmesi mümkün değildir. Üçüncüsü silahlı, fiziki güçleri kullanarak çözme yönteminden vazgeçmesi gerekiyor.
* Bu konuda bazı çevreler bizi eleştiriyor: "Ya siyaset, ya silah; ikisi bir arada olmaz" diyorlar. Güzel de siz şiddeti kullanıyorsunuz; siz orduyu, polisi, çağın en gelişmiş tekniğini kullanarak insanları öldürme suretiyle etkisizleştirmeyi yürütüyorsunuz. Sizin kullandığınız şiddet, şiddet değil mi?
* Kürt halkının özgürlük mücadelecilerinin kendilerini savunmasına şiddet diyeceksin de dev bir şiddet organizasyonu olan ordunun katliamlarını şiddet olarak görmeyeceksin ve buna da demokrasi diyeceksin. Bu böyle olmaz. Eğer şiddet duracaksa karşılıklı durur. Onun için biz çift taraflı ateşkes diyoruz. (EKN)
* Röportajın tamamı için tıklayınız