Protesto fotoğrafları: AA
İlk defa Aralık 2019'da Çin'in Wuhan kentinde görülen yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgını özellikle ilk dönemlerde pek çok ülkede sıkı karantina ve sokağa çıkma kısıtlamalarını da beraberinde getirdi.
Bu dönemde bazı ülkelerde bildiğimiz anlamıyla sosyal ve ekonomik hayat o denli durma noktasına gelmişti ki sokaklarda eskisi kadar çok insan ve araç kalabalığı olmadığını gören pek çok hayvan şehirlerin sokaklarında özgürce dolaşmaya başladı.
İsrail'in Tel Aviv kentinde bir parkta etrafı izleyen bir çakal, New York'ta yoldan karşı karşıya geçen bir rakun, Arjantin'in başkenti Buenos Aires'te kaldırımda dinlenen bir deniz aslanı veya Londra sokaklarında gezinen geyikler özellikle pandeminin ilk aylarında neredeyse şaşırtıcı bir görüntü olmaktan çıkmıştı.
Fakat diğer yandan bu dönemde sokaklara çıkanlar sadece onlar değildi. ABD ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde insanlar salgın önlemlerinin demokratik olmadığından ve haklarını ihlal ettiğinden dem vurarak protesto gösterileri düzenledi.
Protestocuların "benim bedenim, benim tercihim" diyerek sokaklara döküldüğü ABD ve ABD'li iş insanı "Bill Gates'in Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte gizli bir sistem kurarak dünyayı yönetmeyi hedeflediği" gibi komplo teorilerini dillendirdiği Almanya bu ülkelerden sadece ikisiydi.
Türkiye'de herkes alınan önlemlerden pek hoşnut görünmese de bu dönemde -belki biraz da malum sebeplerden- karantina ve sokağa çıkma kısıtlamalarına karşı büyük çaplı protesto gösterileri düzenlenmedi.
Artan vaka ve ölü sayıları karşısında 25 Ağustos'ta İçişleri Bakanlığı'nın yayınladığı genelgeyle 14 ilde düğünlere kısıtlama getirilmesi üzerine Bursa'da düzenlenen gelinlikli protesto bu az sayıdaki tepkilerin belki de en ilginci oldu.
Peki, özellikle salgın hastalıkların 21. yüzyıla özgü bir durum olmadığını, aksine tarih boyunca milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine sebep olan pek çok salgın yaşandığını düşünürsek, yetkililerin aldığı karantina ve kısıtlama kararlarına karşı düzenlenen protestolar da bu yüzyıla özgü olmayabilir mi?
Tarihçiler geçmişin farklı dönemlerinde farklı coğrafyalarda salgın hastalıklara karşı alınan karantina önlemlerinin ve kısıtlama kararlarının protestolara, hatta zaman zaman isyanlara yol açtığını ortaya koyuyor. Başta yaşadığımız coğrafya olmak üzere bu salgın ve protestolara kısaca göz atalım...
"Karantina istemezük!"
Zamanın Konstantinopolis'i, günümüzün İstanbul'unda bilinen ilk salgın, 541 yılında ortaya çıkan, yaklaşık iki yüzyıl boyunca aralıklarla devam eden ve dönemin Bizans İmparatoru 1. Jüstinyen'in adıyla anılan Jüstinyen vebasıydı.
Osmanlı döneminde yaşanan ilk büyük veba salgını ise 1467 yılında ortaya çıktı. Bilim tarihçisi Prof. Dr. Nuran Yıldırım'ın Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda da belirttiği üzere, bu salgın öylesine şiddetliydi ve ölenler o kadar çoktu ki cesetler çoğu zaman gömülmeden kalıyordu.
Bu ve bunu izleyen dönemlerde ortaya çıkan veba salgınları sırasında insanlar hastalığı kapma korkusuyla olabildiğince evlerinden çıkmamaya çalışsa da dünyada ilk defa "Kara Veba" salgınından sonra 1377'de Venedik ve Dubrovnik'te yapılan karantina uygulaması Osmanlı döneminde ilk defa bundan ancak beş yüzyıl sonra, 1831 yılındaki kolera salgını sırasında hayata geçirildi.
Yine Nuran Yıldırım'ın Toplumsal Tarih Dergisi için kaleme aldığı "Karantina İstemezük!" alt başlıklı makalesinde de ifade ettiği gibi, Osmanlı Devleti'nde ilk karantina 2. Mahmud döneminde Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin önerisiyle Karadeniz'den gelen gemilere uygulanmaya başlandı.
Söz konusu karantina uygulamaları sadece gemileri kapsamıyor, insanların tecrit edilmesini, ölülerin muayene edilmesini ve hastalık yüzünden ölenlerin önlem olarak kireçle gömülmesini de içeriyordu.
Fakat tüm bunlar olurken bir yandan da halk arasında Müslümanların bir "Frenk adeti" olan karantinaya uymalarının caiz olmadığına dair söylentiler yayılıyor, özellikle Müslüman olmayan karantina hekimlerinin Müslüman kadınların ölülerini muayene etmesi ve ölülerin kireçle gömülmesi gibi uygulamalara itirazlar yükseliyordu.
Bunun üzerine devlet karantina kurallarını "şeriat açısından" ele almak için bir meclis topladı ve yapılan tartışmalar sonucunda karantina kurallarının "şeriata aykırı olmadığı" kabul edildi.
Hatta devlet bu kadarla da kalmayıp karantinaya şeriat üzerinden gelebilecek tepki ve olası isyanları önlemek için şeyhülislamdan karantinanın şeriata uygun olduğuna dair fetva alacak, dönemin resmi devlet gazetesi Takvim-i Vekayi'de karantinanın yararlarının anlatıldığı ve şeriata uygun olduğunun vurgulandığı bir de yazı yayımlatacaktı.
Fakat tüm bu "önlemler" 1800'lü yılların ortalarında Anadolu'nun farklı bölgelerinde "karantina isyanları" çıkmasına engel olamadı.
Amasya ve Adana'da "karantina isyanları"
Bu dönemde Osmanlı Devleti'nde yaşanan karantina isyanlarının ilki 1840 yılında Amasya'da meydana geldi.
Prof. Dr. Yıldırım'ın da makalesinde aktardığı üzere, söz konusu karantina önlemlerini "kendi yorumlarına göre şeriat hükümleriyle bağdaştıramayan bazı Amasyalı din ulemasının tahrikleri" bir öğle namazı sonrası karantina hekimi Dr. Paldi'nin linç edilmesiyle sonuçlanan olaylara neden oldu.
Yıldırım o gün yaşananları kısaca şu sözlerle aktarıyor:
"4 Ağustos 1840 Salı günü Amasya Bayezit Camii'nde kılınan öğle namazından sonra hocalar cemaatin dağılmamasını isteyip, şeriatta yeri olmayan karantinanın ve karantina hekiminin def edilmesi için bir dilekçe hazırlanacağını söylerler ve çarşıya adam gönderip Müslümanları camiye çağırtırlar.
"Ne olduğunu merak eden esnaf dükkânlarını kapatıp gelir. Reşitzade Hoca Mustafa Efendi'nin cami avlusuna çıkıp, yanında olan mollalara ve halka, 'Haydin şu kâfiri getürün' demesiyle harekete geçen ayak takımı karantinahaneye saldırır. Kaçıp Rum kilisesine sığınan Dr. Paldi, kilisenin kapısını kırıp içeri girenler tarafından öldürülür."
19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren tüm dünyada etkili olan kolera salgını, Osmanlı coğrafyasında ilk defa 1822 yılında görülmüş, 1912-1913 Balkan Savaşları sonrasına kadar da aralıklarla devam etmişti.
Kolera salgının Anadolu'da etkili olmaya devam ettiği 1845 yılında da Adana bir "karantina isyanı" ile karşı karşıya kaldı. O dönemde bölge yetkililerinin Hicaz'dan dönen hacıları tedbir olarak Adana dışında karantinaya almak istemesi üzerine karantinaya alınmak istemeyen yaklaşık 2.500 kişilik hacı grubu karantina binasını yağmaladı.
ABD, 20 Nisan, AA
İngiltere: "Kara Ölüm"den köylü ayaklanmasına
En azından tarihçilerin kayıt altına alabildiği, bugün izini sürebildiği kadarıyla, Osmanlı'daki karantina ve kısıtlama kararlarına yönelik itiraz, protesto ve ayaklanmalar daha çok din odaklı ve bugün çoğu insanın "gericilik" ile suçlayabileceği cinstendi. Fakat bu durum, dünyanın her yerinde böyle değildi.
Söz konusu protesto ve isyanlar her zaman salgınla aynı zamanda ya da doğrudan doğruya karantina önlemlerine karşı ortaya çıkmamış, dahası Osmanlı'daki tepki ve isyanlardan çok daha büyük ve uzun vadeli etkileri olmuş, toplumsal, siyasi ve ekonomik değişimlere yol açmıştı. Bu durumun en önemli örneklerinden biri de şüphesiz İngiltere'ydi.
Emma K. Atwood ve Sarah Williamson JSTOR Daily için birlikte kaleme aldıkları makalede özellikle 1349 yılındaki Kara Ölüm adıyla da bilinen veba salgınının 1381 yılında İngiltere'nin ilk büyük çaplı ayaklanması olan Köylü (Wat Tyler) Ayaklanması'na zemin hazırladığını savunur.
Mark A. Senn'in veba salgını sırasında İngiltere'de hayat ve hukuk üzerine kaleme aldığı kitabına atıfta bulunan Atwood ve Williamson, salgın dönemindeki karantina koşullarının var olan sosyal, ekonomik ve siyasi sorunları daha da derinleştirdiğini, tüm bunların sonunda büyük çaplı bir isyana dönüştüğünü şu sözlerle anlatır:
"Köylü Ayaklanması sırasında köylüler kraliyet üyelerini infaz etti, hapishanelerdeki insanları saldı ve kamu binalarını ateşe verdi. Salgın ve protesto aynı zamanda yaşanmasa da (ayaklanmanın kendisi Kara Ölüm Avrupa'yı kasıp kavurduktan 30 sene sonra meydana gelmiştir), Senn'e göre salgın hastalık Londra'da hali hazırda bulunan baskıcı koşulları daha da ağırlaştırmış, bu da sonunda ayaklanmaya sebep olmuştur. Özünde, artan ücretler ve vergiler, yüksek kiralar ve sabit ücretler gibi ekonomik şikayetler isyanın da temeliydi."
Tarihçi Susan Wade'e göre ise söz konusu isyanın bir sebebi daha vardı. 14. yüzyıldaki Kara Veba salgını sırasında Avrupa nüfusunun tahminen üçte biri ile yarısının hayatını kaybetmesi ortaya büyük bir işgücü eksikliği ortaya çıkarmış, bu da İngiltereli işçilerin emeklerinin değerini fark edip daha yüksek ücretler için baskı yapabilmesine olanak sağlamıştı. Fakat baskının karşısında geri adım atmayan devletin 15 sene içinde üçüncü nüfus vergisini getirmesi sonunda ayaklanmanın da fitilini ateşledi.
Karantinaya itirazların ekonomik sebepleri
Bundan iki yüzyıl sonra, 1500'lü yılların sonlarında diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte İngiltere de yeni bir veba salgınıyla karşı karşıya kaldı. Yine Atwood ve Williamson'ın aktardığına göre, Kraliçe 1. Elizabeth zaman kaybetmeden 1578 yılında resmi "Salgın Emirleri"ni yayınladı. Buna göre, hasta veya sağlıklı ayrımı yapılmadan tüm ev haneleri altı hafta veya kırk gün boyunca karantina altında kalacaktı.
Fakat yaşadığımız dönemden beş yüzyıl öncesinde de insanlar karantina önlemlerine uymaya pek gönüllü durmuyordu. Bu "katı emirler" İngiltere'deki pek çok kişi tarafından bir yük olarak görülüyor, hatta çoğu insan bu emirleri hastalığın kendisinden daha büyük bir bela olarak değerlendiriyordu. Bu da insanların bazen gizli gizli, bazen açıktan açığa karantina emirlerine karşı gelmesine yol açtı.
Berlin, 1 Ağustos, AA
Tam da burada önemli bir noktanın altını çizmekte fayda var. 16. yüzyılın İngiltere'sinde "zorba" salgın politikalarına karşı gelen insanların itirazları kaynağını günümüzdeki protesto ve itirazlara oldukça benzer bir yerden alıyordu.
Şöyle ki, uygulanan uzun süreli karantinalar devletten yardım alacak kadar fakir olmayan, fakat uzun süre çalışmadan hayatını idame ettirmesi de mümkün görünmeyen kesimlerin yaşam koşullarını zorlaştırıyor, bu da bu kesim arasında tepkilere sebep oluyordu.
Kira Newman'in konuyla ilgili kitabına atıfta bulunan Atwood ve Williamson bu dönemde yükselen itirazları kısaca şu sözlerle özetler:
"Hükümet bu katı önlemlerin yeni bir Kara Ölüm'ü önlemek için halkın iyiliği düşünülerek alındığını savunuyordu. Fakat, Newman'in de gösterdiği üzere, bu tarz katı önlemler orta sınıf arasında 'bir eşitsizlik ve cezalandırılma hissini' de beraberinde getirdi.
"Bunlar çoğunlukla 'herhangi bir geliri olmadan uzun süreli harcama dönemlerine dayanabilecek kaynaklara sahip olmayan at arabası imalatçıları, bakkallar, balıkçılar, terziler ve hancılar' gibi küçük işletme sahipleriydi.
"Orta sınıf statü ve geçim kaynaklarına yönelik şimdiye kadar görmediği bir tehditle karşı karşıya kaldı. Pek fazla hükümet yardımı alabilecek kadar fakir olmamakla birlikte şehirden kaçabilecek kadar varlıklı da değillerdi.
"Nispeten daha zengin olan Londralılar ise bu yükü pek hissetmiyordu. Şehirde kalmayı seçen varlıklı kişiler karantinadan daha az etkilendi. Kırk gün boyunca çalışmadan karantina altında kalmaya maddi olarak güçleri yetiyor, geniş evlerinin korunağında hastalık emarelerini saklayıp bu sayede karantinayı tamamen geçiştirebiliyorlardı."
Son olarak, insanların karantina kararlarına itiraz etmesinin dinsel bir boyutu da var gibiydi. Buna göre, pek çok İngiltereli "yardıma muhtaç komşularına yardım eli uzatmanın dini bir vazife olduğunda ısrar ediyor," bu da Kraliçe'nin ilan ettiği karantina emirlerine karşı gelmelerine sebep olabiliyordu.
İspanyol gribi ABD'de: Maske protestoları
Dünya'nın COVID-19 pandemisinden önce yakın dönemde karşı karşıya kaldığı en büyük salgın 1918-1920 yılları arasında yaklaşık 50 milyon kişinin ölümüne sebep olduğu tahmin edilen İspanyol gribiydi.
ABD'de ilk İspanyol gribi vakası Mart 1918'de Kansas'ta bir askeri üste görüldü. Daha sonra aynı üste 100 kadar askerin daha hastalığı taşıdığı anlaşılacak, grip bundan sonraki dönemde İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya'sının attığı kurşun ve bombalar yüzünden hayatını kaybedenlerin on katı kadar ABD vatandaşının ölümüne sebep olacaktı.
İngiltere'nin The Guardian gazetesi için kaleme aldığı makalesinde Peter Lawrence Kane'in de ifade ettiği gibi, İspanyol gribinin o dönemde en çok etkilediği ABD şehri San Francisco'ydu. Hastalığa karşı getirilen maske takma zorunluluğuna karşı yapılan en geniş çaplı itiraz ve protestolar da yine burada "Maske Karşıtı Birlik" çatısı altında yükseldi.
1918 yılının ilk yarısında San Francisco'da da etkisini göstermeye başlayan İspanyol gribinin ilk dalgası aynı yılın sonbaharında hafiflemeye başladı. Vaka sayıları Ekim ayında yeniden yükselişe geçince yetkililer maske kullanımını zorunlu hale getirdi. Fakat bu zorunluluk sadece dört hafta sürdü ve 21 Kasım tarihinde kaldırıldı.
Bunu takip eden dönemde salgının bittiğinin de açıklanmasıyla San Francisco şehri yeniden açılma dönemine girdi. Birinci Dünya Savaşı'ndan ve 1906 yılında şehri vuran deprem ve yangından bezen halk yeniden hayata karışmaya başladı. Bu da -gayet tahmin edilebilir bir şekilde- ikinci bir hastalık ve ölüm dalgasının şehri vurmasına sebep oldu.
San Francisco bu yeni dalgayla mücadele etmeye çalışırken bir yandan da maske kullanımının hastalığı engelleme konusunda ne kadar etkili olduğu sorgulanıyor, maske takmanın zorunlu olup olmaması tartışılıyordu.
Tam da bu noktada, Ocak 1919'da vaka sayısı 600'ün üzerine çıktığı bir dönemde, muhafazakârlar ve ekonomik hassasiyetler ile hareket eden bir grup insan "Maske Karşıtı Birlik" çatısı altında birleşip maske takma fikrine itirazlarını dile getirmeye başladı.
Bu esnada hekimler maskeleri "dönemin modasına uygun bir çeşit aksesuar" olarak sunup insanları maske kullanmaya ikna etmeye çalışadursun, Maske Karşıtı Birlik "bir insanı burnunu ve ağzını kapatmaya zorlamanın özgür bir toplumun ilkelerine yönelik Anayasa karşıtı bir saldırı" olduğunu savunuyordu.
Berlin, 29 Ağustos, AA
Bundan sonra olanları Kane'in kaleminden dinleyelim:
"San Francisco Denetim Kurulu yine de 17 Ocak 1919 tarihinde maske takma zorunluluğunu geri getirdi. Maskesiz yakalanan kişiler 5 ile 10 dolar arasında ceza ile karşı karşıya kalıyor, bu para sonrasında Kızıl Haç'a bağışlanıyordu. Yasağı küçümseyip uymayı reddeden küçük bir grup insan da kısa süreli hapis cezalarına çarptırılmıştı. Bir vakada, oldukça heyecanlı bir halk sağlığı memuru şehir merkezindeki bir caddede üç kişiyi vurdu.
"Denetim Kurulu harekete geçtikten sadece bir hafta sonra yaklaşık 4.500 Maske Karşıtı Birlik üyesi (yani Nisan 2020'de Sacramento veya Lansing'de toplanandan çok daha fazla kişi) zamanın Dreamland buz pistinde bir araya geldi. Bu güç gösterisinin ardından Birlik Başkanı E. C. Harrington San Francisco Denetim Kurulu'na halkı 'bir an önce' bu 'külfetli' zorunluluktan kurtarma çağrısında bulundu."
Fakat tüm bu çağrı ve protestolara rağmen Denetim Kurulu geri adım atmayacak, salgın bittiğinde ise toplam 45 bin kişinin İspanyol gribine yakalandığı şehirde 3 bin kişi hastalık yüzünden hayatını kaybedecekti.
Protesto ediyorlar, peki ama neden?
Salgınlar, kısıtlamalar, isyanlar... Bu kısa tarihçede de görüldüğü üzere, tüm dünyayı etkisi altına alan salgın hastalıklar da farklı dönemlerde, farklı coğrafyalarda uygulanan karantina ve önlemlere karşı yükselen itiraz, protesto ve isyanlar da -sebepleri her ne olursa olsun- günümüze özgü bir durum değil.
Bu noktada, alınan önlem ve kararların halk sağlığı için ne kadar elzem olduğunu unutmadan, fakat aynı zamanda protesto ettikleri için yalnızca insanları suçlama kolaylığına kaçmayıp söz konusu kesimlerin karşı karşıya kaldığı toplumsal, siyasi ve ekonomik zorlukları sürekli göz önünde bulundurmak, bu insanların neye, niçin itiraz ettiğini anlamaya çalışmak alınabilecek en makul tutumlardan biri gibi görünüyor. (SD/AÖ)