Çeşitli ülkelerden, toplam 50 insan hakları savunucusunun (Dorfman, kitabında insan hakları savunucularından "militan" diye söz ediyor) deneyimlerinin aktarıldığı oyunun galası 19 Eylül 2000 tarihinde, Washington D.C'deki Kennedy Center'da yapıldı.
Oyun en son 14 Ocak 2005 tarihinde, Martin Luter King onuruna düzenlenen anma gecesinde sahnelendi. Tıpkı galada olduğu gibi, 14 Ocak'ta, Atlanta Ebenezer Church'teki oyun sırasında da, insan hakları savunucuları, kendilerini canlandıran oyunculardan sonra sahneye çıktı...
Bu, insan hakları savunucuları için olduğu kadar, "Hayatım boyunca bu seslere aracı olma fırsatını beklemiştim" diyen Dorfman için de unutulmaz bir andı.
Çünkü bu insanlar, sokaklarda hırpalanan öğrenciler, yasaklanan diller, cinsel tercihleri yüzünden aşağılanan, nefret edilen kadınlar, derisinin veya görüşlerinin rengi yüzünden öldürülen insanlar, harabeye çevrilen ormanlar, sansürlenen kitaplar, işkenceye uğrayan dostlar, kölelere dönüştürülen delikanlılar gördüler ve hiçbir karşılık beklemeden onların savunuculuğunu yaptılar.
Yazarın kendisi de Şili'deki diktatörlük sırasında çok sayıda arkadaşını yitirmiş, kendisi de uzun yıllar boyunca sürgünde yaşamış. Buna karşın Dorfman, "nutuk çekmeden", "birşeyi kanıtlamaya çalışmadan da" insan haklarının savunulabileceğini göstermeye çalıştığını ve oyunu yazarken buna özellikle özen gösterdiğini söylüyor.
Uğursuz bir ses
Dorfman'ın "Başka Bir Dünya İçin Manifesto"sunda canlandırılan iki Türkiyeli insan hakları savunucusu da var: Avukat Sezgin Tanrıkulu ve Şenal Sarıhan.
Çünkü Şenal Sarıhan, "Türkiye'deki çocuk mahkûmların yanı sıra, siyasi mahkûmları da bıkıp usanmaksızın savunmuş bir avukat. Hapishane duvarları dışındaki hayatın bir gün nasıl olabileceğini hatırlasınlar diye, şafak sökmeden yatağından kalkar, çiçekler toplayıp küçük mahkûmlara götürürmüş..."
Sezgin Tanrıkulu da, Güneydoğu'daki insan hakları ihlallerine karşı, canı pahasına mücadele etmiş, korkmadan, us(l)anmadan, işkencecilerin gözlerinin içine bakmış ve tekrar gözlerinin içine bakmış ve onlardan daha cesur olduğunu hissetmiş.
Tahmin edileceği gibi, dünyanın başka yerlerinde, çok daha dramatik ama aynı zamanda cesaret verici deneyimler de aktarılıyor kitapta. Oyunda, Meksika'nın Veracruz şehrinden Digda Ochoa'nın dediği gibi, "Eğer bunu biz yapmasak, kim yapacak?".
Ve Ürdün'den gazeteci Rana Hüseyni'nin dediği gibi, "Cesaret tek bir sesle başlar..."
Oyunda, insan hakları savunucularını canlandıran ünlü oyuncular Kevin Kline, Alfre Woodard, Hector Elizonda, Sigourney Weaver, Giancarlo Esposito, Rita Moreno, John Malkovich, Julia-Louis-Dreyfus'un yanısıra, devleti, daha doğrusu iktidarı temsil eden ve Dorfman'ın "Adam" ismini verdiği karakteri erkek bir oyuncu, Alec Baldwin canlandırıyor.
Dorfman, iktidarı bir "Adam" tarafından canlandırmasının gerekçesini kitapta şöyle açıklıyor:
"Dramatik bir hasım yaratmak zorundaydım; kurtuluş arayışını reddedecek bir karakter, insan hakları savunucularıyla seyircilere tüm bu olanlardan gerçekte kimin sorumlu olduğuna dair fikir verebilecek, daha iyi bir dünya yaratma arzumuzla alay etme ve ona zarar verme konusunda sonsuz yeteneklere sahip güçleri temsil eden biri, (...) devasa aygıtları hatırlatacak, uğursuz bir ses olmalıydı bu..."
"Militanların" sesi
Oyun boyunca, insan hakları savunucularının gerçek yaşamda karşılaştıkları deneyimler aktarılıyor. Her türlü baskıya, yıldırma politikasına karşın, ellerine silah almadan, kendi ülkelerindeki iktidarın insan hakları ihlallerini önlemek için çaba sarfeden, canları pahasına mücadeleden vazgeçmeyen, kimsenin tanımadığı, bilmediği kahraman "militanlar"ın sesini duyurmak için bu oyunu yazdığını söylüyor Şilili yazar Dorfman.
Çünkü kendisi de daha genç yaşlarda ülkesinin diktatörlük tarafından ele geçirilişine, arkadaşlarının zulme uğrayıp katledilişine tanık olmuş, sürgünde yaşamak durumunda kalmış.
"Adam" karakteriyle canlandırılan iktidar veya muktedirler, söz alan ve deneyimlerini aktaran "insan hakları militanlarını", yalancı, suçlu vs, olarak göstermeye çalışır.
Fakat kendilerine yapılan işkencelerin "gerekçesini" anlatan Adam'ın tepesindeki ışık, oyunun sonlarına doğru tamamen sönerken, insan hakları savunucuları "aydınlıkta" kalır.
Söz alan her oyuncu, önce canlandırdığı insan hakları savunucusunun adını, hangi ülkeden olduğunu söyler ve bu sırada sahnedeki ekranda ismi görünür. Ardından da ismi görünen "insan hakları militanının" yaşadığı zorluklar, karşılaştığı işkenceler, tanık olduğu olaylar, kısa da olsa aktarılır ve sözü başka birine verir.
Aslında bu vesileyle, tıpkı geçtiğimiz aylarda Türkiye'de düzenlenen "Uluslararası İnsan Hakları Taktikleri Sempozyumu" sırasında olduğu gibi, dünyanın çeşitli yerlerindeki insan hakları savunucularının, iktidarın insan hakları ihlallerine karşı neler yaptıklarını, ne tür direniş taktikleri uyguladıklarını öğreniyoruz.
Uzaklara gitmeye gerek yok, bizim ülkemizde, Diyarbakır'da yaşadıklarını aktaran avukat Sezgin Tanrıkulu'nun söyledikleri, bu "taktikler" için yeterince çarpıcı bir örnek olsa gerek:
Kitaptan
"Birinci Ses (Erkek):
Benim adım Sezgin Tanrıkulu. (Adam bir hareket yapar ve ekranda Sezgin Tanrıkulu ismi belirir)
Ben bir avukatım. Burada, Türkiye'de, mahkemede işkenceyle suçladığım insanlarla göz göze geldiğim zaman, onlar gözlerimin içine baktığında ve ben gözlerimi kaçırmadığımda, onlar gözlerimin içine baktığında ve ben gözlerimi kaçırmadığımda, onlar gözlerimin içine baktığında ve ben gözlerimi kaçırmadığımda, onlardan daha cesur olduğumu hissederdim.
Doğal olarak evimin kapısından dışarı adım attığım her sabah takip ediliyordum. Bu durumla eğlenmekten başka yapılacak bir şey yoktu. İnsanlar genellikle arkalarından sıkılan tek bir kurşunla öldürülürler.
Bizim insan hakları örgütünde, omuzlarımıza ayna yerleştirme fikri üzerine espriler yapardık, böylece arkamızdan gizlice yaklaşanları görebilirdik. Böylece bizi öldürmek için arkamızdan gizlice yaklaşanları görebilirdik..."
* Ariel Dorfman, "Başka Bir Dünya İçin Manifesto: Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler", Agora Kitaplığı, 51 sayfa .