İlk romanı “Devridaim” ile 2022 Turgut Özakman İlk Roman Ödülü’nü ve 2024 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazanan Ezgi Tanergeç, İthaki Yayınları etiketiyle yayımlanan yeni kitabı “Geç Kalanlar Kümesi”yle tekrar okurun karşısında.
Aidiyet, yalnızlık, istismar, dostluk, utanç, zıtlıklar, zaaflar gibi insanlığın kadim hallerini vicdanın gölgesi altında, “yeni nesil tehditler” eşliği altında ele alan Tanergeç’le, romanının merkezini, günümüzün gizli personalarını, birer arzu nesnesi haline gelen başka insanların hayatlarının yansımalarını konuştuk.
Olasılıklar
İlk romanınız Devridaim ile ilgili Gönül Ekici’ye verdiğiniz demeçte, “Yaptıklarımızı yapmasaydık ya da yapmadıklarımızı yapsaydık bugün nerede olurduk?” sorusunun ya da “Bir başkası bundan nasıl etkilenirdi?” sorusunun kesin bir cevabı yok. “Fakat olasılıklar çok çeşitli,” diyorsunuz. “Geç Kalanlar Kümesi”nde de bu cevabın romanın ama zeminini oluşturduğunu düşünüyorum. Katılır mısınız buna?
“Devridaim” kadar olmasa da “Geç Kalanlar Kümesi”nde de dönüp dolaşıp böyle bir soruya ulaşabiliriz elbette. Çünkü bu romanda da karakterlerin eylemleri birbirini etkiliyor. En büyük fark “Devridaim”de bu etki çok daha dolaylı. Bazen yaptıklarımız bazen yapmadıklarımız, bazen aklımızdan geçirip harekete geçiremediklerimiz, bazen bambaşka hedeflerle yola çıkıp hiç ummadığımız şekilde son bulan kararlarımız etkiliydi.
“Geç Kalanlar Kümesi”nde ise karakterler birbirlerini doğrudan hedef alabiliyorlar, niyetleri kötü olmasa da bir şekilde “bilinçli” olarak harekete geçiyorlar. Karşılaştırma yaparsak bu karakterlerin davranışlarındaki sorumlulukların daha büyük olduğunu düşünebiliriz.
Kitabın sonunda, Yasemin’in babası, “Başkalarının hayatını bu kadar merak eden, kendi hayatından kaçıyordur,” diye bir cümle kullanıyor. Bunun, romandaki tüm karakterler ekseninde, yukarıda soruda belirttiğim görüşü desteklediği düştü aklıma. Ve devamında da kitabın arkasında yazan “yeni nesil tehditler” tanımı… Bunların hepsini toparlayınca meramınızın günümüz sıradan insanının, sıradan dertlerini kendi çapında büyüterek kendine ayrı bir önem atfetmesiyle ilgili olduğu üzerinde durdum. Günümüz insanının var olma çabası sizce de kendini dev aynasında gösterdiğini zannettiği dertlerden oluşmuyor mu? Ve bu durumu “Geç Kalanlar Kümesi” üzerinden nasıl değerlendirirsiniz?
Bahsi geçen yeni nesil tehditleri, hem sizin yorumladığınız gibi düşünmek hem de teknolojinin “başkalarının hayatına” ulaşmadaki pervasızlığı tetiklemesi ve yapay zekânın insan ilişkileri ve sağlığı üzerindeki etkileri olarak ele almak mümkün.
Bir açıdan baktığınızda Yasemin’in babasının dediği gibi başkasını hayatını kendi hayatından kaçmak için didikliyorsa kişi, bunu da bireyin mutsuz ve tatminsizleşmesiyle ilişkilendirebiliriz. Yeni nesil tehditler böyle düşününce elbette aynı zamanda kendini var etme çabasının bir uzantısı. Çünkü kişinin teknolojiyi ne şekilde kullandığı ve yapay zekânın bu şekilde belirleyici olmasını da kişinin bu motivasyonu etkiliyor. Bakalım okuyucu da Yasemin’in babasıyla aynı fikirde mi, göreceğiz.
Bir gruba ait olma
Enteresan bir kurgusu var romanın. Çıkış hikâyesini sizden dinlemek isterim…
Romanda insanlık hallerini bu kez dört arkadaş üzerinden anlatmak istedim. Hangi insanlık halleri derseniz, pek çok şey… Bir gruba ait olma, yalnızlık, istismar, dostluk, utanç, farklılıklar, zaaflar… Dört karakter de farklı şeyleri simgeliyor. İnsanı anlamak için de mutlaka geçmişe bakmak gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden geçmiş ve günümüz arasında gidip gelen bir kurgu yarattım.
Böylece kahramanlarımıza günümüzde ilginç, küçük bir macera yaşatırken, geçmiş yıllardaki hikâyeye ise benzer bir ortaklığın o dönemin şartlarıyla şekillenen başka bir versiyonunu yerleştirdim. İki dönemin hikâyesi de eş zamanlı olarak birbiriyle kesişiyor ve öyle bir yerde tamamlanıyor ki iki dönem de aynı anda final yapmış oluyor.
Artık hepimiz ikili hayatlar yaşıyoruz ve bunların hangisi gerçek hangisi değil, bilmiyoruz ya da görmezden gelmek daha çok işimize geliyor. Hangisinde daha çok “varsak”, o hayat daha çok “bizim” oluyor. “Geç Kalanlar Kümesi”nde de, yıllar sonra bir araya gelen dört arkadaş, bu tuhaf personanın altında kalmış ruhlar değil mi? Birbirilerinin ciğerini bilen dört kişi, hâlâ müthiş bir hırsla gerçek ve gerçek olmayan hayatlarından ortama uyanını seçip o “kartla” masaya geçiyorlar. Belki Anıl’ı bu parantezin biraz dışında tutabiliriz. Zamanında büyük bir paranoyanın esiri olarak birer sırdaş olan karakterler, şimdiki zamanda sanki o olaylar hiç yaşanmamış gibi birbirlerinin karşısına çıkıyorlar. Bu iki paradoksu, yine günümüz insanının haybeden dertleriyle kendini gösterme çabası olarak algılamamız mümkün mü?
Yerinde bir tespit… Dördü arasındaki bazen çekişmeli bazen rekabet eden bazen yerini empati ve şefkate bırakan ilişki türü, günümüz ilişkilerinin bir sembolü aslında. İnsanlar birbirine kendini kayıtsız şartsız teslim edemiyor, hep bir tetikte olma, gardını alma çabası. Ortama uygun “kartı” açma konusunda ben Anıl’ı bile aynı kefeye koyabilirim. O bile farklı yaratılışı buna elverişli olmamasına rağmen bir şekilde hayatla mücadele ederken ortama uyum sağlamış görünüyor. Yaptıklarına da hep başka bir makul amaç yükleyip onları “akla yatkın” hale getirmeye çalışıyorlar. Bunun sebebi nedir? Kendini gösterme çabası mı, kaçma çabası mı, yoksa her ikisi de mi, bunun nihai yorumunu da okuyucuya bırakıyorum.
Sırlar
“Vicdan” kör göze parmak hesabı olmasa da arada kendini gösterip sonra geri kaçan bir öğe gibi dolanıyor romanda. Nasıl bir “vicdan”dan söz edebiliriz “Geç Kalanlar Kümesi”nde?
“Geç Kalanlar Kümesi”nde vicdan, dediğiniz gibi kör göze parmak şeklinde, duygu sömürüleri, gözyaşları halinde değil, insanı bir anlığına kendine baktıran, içinde belli belirsiz bir sızı bıraktıran, yaptığını sorgulatan bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Karakterlerin -ama anlatıcı karakter olduğu için en çok Yasemin’in- vicdanıyla zaman zaman yüzleşmeleri mevcut. Yasemin vicdanına empatiyle ulaşıyor, bazen minik vicdan azaplarından ders almadığını görsek de finalde durum biraz değişiyor.
Yukarıdaki soruyla ilintili olarak “vicdan”, bir “hesap” üzerinden devam eden dostluğun gölgesinde geziniyor bence. Karakterlerin sırları, çıkarları, kendilerini ispat çabaları olmasaydı, “vicdan”dan da bahsedemezdik sanırım kitapta. Siz neler söylemek istersiniz?
Karakterlerin sırları, çıkarları olmasaydı bu sefer karakterlerin vicdanla ilgili başka türlü kesişimleri olurdu. Çünkü öyle ya da böyle “vicdan”a dikkat çekmeliyiz bence. Günümüz insanına karşıdan baktığımızda gördüğümüz o çıkarcı, kaypak, yüzeysel güruhun içinden birey ancak vicdanıyla sıyrılabilir diye düşünüyorum. Romanda ayna olma mevhumu var. Dört arkadaş birbirlerine tuttukları aynada kendilerini görüp vicdanlarıyla da yüzleşiyorlar. Karşılaştıklarında hissettikleri ama adını koymadıkları gerginliğin sebebi vicdanları. Kişinin belirleyicisi en çok vicdan oluyor günün sonunda. (BS/TY)