Bu yıl 12’incisi düzenlenen Karaburun Bilim Kongresi 6-10 Eylül tarihleri arasında İzmir’in Karaburun ilçesinde gerçekleşti.
Kongrede 20 oturumda çeşitli konular tartışıldı.
106 akademisyen görev alırken, 67 bildiri üzerine tartışıldı. 19 davetli konuk sunularını yaptılar.
Kongre hiyerarşik bir işleyiş olmadan samimi ve sıcak bir ortamda gerçekleşti; gülümseten güzel paylaşımlar yaşadık.
Şimdi oturumlara bir göz atalım...
Korur-Fincancı: Mücadele devam etmek durumunda
6 Eylül Çarşamba günü açılış oturumu yapıldı.
Özcan Gülhan başkanlığında düzenlenen A1 oturumuna Sungur Savran, Murat Sevinç, Şebnem Korur Fincancı ve Korkut Boratav katıldı.
Korur-Fincancı'nın konuşmasından satırbaşları şöyle:
“17’den 17’ye insan hakları dediğimizde öncelikle yaşadığımız topraklarda 1915 Ermeni soykırımının ardından yaşananları sıraladığımızda dahi ne denli ağır bedeller ödendiği görülebilir.
“Zorla yerinden edilmelerin tarihi 1926 ile başlasa da 80’ler 90’lar bir yana 2015’ten bu güne 500 bin insanın zorla yerinden edildiğini, geçmişten bu güne 34 Trakya Pogromundan, 38 Dersim Katliamına, Çorum Maraş katliamlarına geçen süreçte, 80’leden bu yana da Kürt illerinde yaşanan çatışmalarda yeniden genç ölümlerin hızla arttığını görüyoruz.
“İnsani değerlerin çöküşte olduğu bu dönemde biz insan hakları eylemcilerine düşen insan hakları için mücadeleye devam etmektir.
“Bugüne dek kazanılmış haklar için yürütülen mücadele hız kesmeden devam etmek zorundadır.”
Özoğlu: Camiler mekânsal anıtlar olarak kullanılıyor
Bir sonraki gün, Zerrin Kurtoğlu başkanlığındaki A3 oturumunun başlığı “Cami, Siyaset ve Toplumsal Değişme” idi.
Oturuma Serpil Özoğlu, Yücel Demirer, Fuat Ercan, Deniz Parlak, Süleyman Şavlı, Örsan Karasakal ve Ceren Günbatar katıldı.
Oturumda söz alan Serpil Özoğlu'nun konuşmasından notlar:
“Türkiye’nin neo-liberal ekonomik sistemle küresel anlamda bütünleşmesinde inşaat sektörünün payı büyük.
“Bu sürecin parçası olarak, ön planda kentsel ve mekânsal dönüşümleri görmekte, bu dönüşümler aracılığıyla neo-liberal İslami söylemin mekanlaştırılmasına tanıklık etmekteyiz.
“Söylemin hem kendisi hem de mekansallaşması bir çok konuda toplumsal gerçekliklerin önüne perde gibi çekilmekte, gündeme gelmesini ya da derinlemesine tartışılmasını geri plana itmektedir.
“Neo-liberal İslamcı siyasi erk söylemini mekansallaştırıken ibadet yerlerini, yani camileri mekânsal anıtlar olarak kullanıyor.
“Bu mekânsal politika camileri farklı ölçeklerde kentsel simgelere dönüştürerek şehirlerimizi donatmakta, yani dokusunu değiştirmekte. Böylece mekanla doğrudan ilişkili olan toplumsal belleğimizi yeniden kurgulamaya çalışırken İslamın yalnızca Sünni pratiğine atıfta bulunarak toplumu tek tipleştirmeyi hedefliyor.
* 2014’te Resmi Gazete’de yayınlanan Mekansal Planlar Yapım Yönetmenliğine göre (….) Her 250 metrede bir küçük dini tesis cami, her 400 metre de bir orta büyüklükte dini tesis cami ve hareketli nüfusa göre her 150 metrede bir mescit yapılması öngörülmüştür. (Kaynak: “Kaçak Saray, Kibir, İsraf Hukuksuzluk”.
* Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’nin cami haritasını çıkardı. Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre Türkiye’de 84 bin 684 cami bulunuyor.
“Ekim Devrimi bugün dahi aşılmamış bir eşik”
Cuma günü A7 oturumunda Erkin Başer başkanlığında “100. Yılda Ekim Devrimi” konuşuldu.
Oturumda Özlem Özkan, Çetin Erer, Dilan Canan Çelik, Hülya Osmanağaoğlu, Eylem Şen ve Çağdaş Yazıcı konuştu.
Eylem Şen ve Çağdaş Yazıcı'nın sunumlarından satırbaşları şöyle:
“2017’den 1917’yle bağ kurmak için, Ekim Devrimini kazanımları dağılan bir devrimin hatıraları olarak değil içinden geçtiğimiz tarihsel kesitin bir parçası ve süregiden mücadelelerin referansı olarak ele almak gerekir.
“2017’nin şu günlerinde herkesin kabuğuna çekilme eğiliminde olduğu günlerde, Ekim Devrimine tam da bu açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü anlatılan senin hikayendir ya da senin hikayenin tüm bu anlatı ile bağını görmek ve kendi içine bakarken şahsiyetlerin de içinden geçtiği tarihle birlikte yaratıldığını hatırda tutmak ve şahısların mazisini tüm bu tarihilik içinde görmek ve değerlendirmek gerekir.
“Marx, Feurbach’ı tarihsel süreçten uzaklaşmak ve soyut bir insan bireyi varsaymakla eleştirir: Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün gizemler, ussal çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaşılmasında bulurlar.
“Bu pratikten kasıt Komünist Manifesto’da ifade edildiği üzere sınıf mücadeleleridir.
“Ekim Devrimi bu gün dahi aşılmamış bir eşiktir. Devrimin kazanımlarını ve derslerini evrenselleştiren Komünist Enternasyonal ve onun tezleri bugün hala politikanın en temel meselelerine ışık tutuyor.”
Özbenli: Faşizm, insanların gördüğü en korkutucu tehditlerden biri
“Bireyden İktidara Faşizmin Kurumsallaşması” oturumuna Atilla Göktürk başkanlık yaptı, Taner Özbenli, Cihan Cinemre ve Şebnem Oğuz konuşmacı olarak katıldı.
Taner Özbenli'nin konuşmasından notlar:
“Faşizmi anlamak onun nörolojisini de anlamayı gerektirir. Otoriter liderlerin davranış ve tepkileri faşizmi destekleyenlerin ve baskıcı yönetim altında yaşayan bireylerin geliştirdiği mental ve davranışsal özellikler sinir sistemindeki biyolojik ve fizyolojik değişmelerle yakından ilişkilidir.
“Bu çalışmada faşizm ve faşistlerin baskısı altında yaşayanların nörolojik durumlarına analitik olarak yaklaşılarak neden-sonuç ilişkisi kurulmaya çalışılacaktır.
“Günümüzde faşist sözcüğünün değişik totaliter uygulamalar için de kullanılabilen, anlamı genişlemiş bir kavrama karşılık geldiği görülüyor.
“Hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın faşizmin, insanların gördüğü en korkutucu tehditlerden biri olduğu konusunda kuşku yok.
“Faşizm gibi korkutucu birolay yaşandığında insan bedeninde bir takım değişiklikler olur. Geleneksel görüşe göre böyle bir durumda insan beyin korteksinde korku üreten bilinçli bir duygusal deneyim yaşanır. Yaşanan duygusal deneyim kalp kan damarları böbreküstü ve ter bezlerini etkiler.
“Faşizmin temel özellikleri ve nörolojik arka planında, gelenek tutkusu; farklılık korkusu; entrika takıntısı; zayıfı aşağılama; maçoluk; silahlanma ve şiddet; kahramanlık kültü ve mistisizm bulunur.” (GY/EKN)