*Fotoğraf: Pixabay.
Daha küçüçük insan yavrularıyken bitkileri dilediğimizce koparabileceğimiz, hayvanlara canımızın istediği gibi davranabileceğimiz öğretildi bize.
Misal, kurbağaları şişirip şişirip patlatmayı bir oyun olarak görüp büyük bir keyifle oynadık o meşum oyunu. Bana kalırsa tam da orada başladı - başlatıldı her şey.
Parçası olduğumuz doğa ve paydaşı olduğumuz diğer canlı türleriyle aramızda özne - nesne ilişkisi kurulmuş oldu zihin dünyamızda: Onlar nesne, biz özneydik! Doğa-mızdan kopartılarak kendimize yabancılaşmanın zehri zerkedilmiş oldu böylece minik zihinlerimize.
Özne - nesne ilişkisi bir kez içselleştirildikten sonra gerisi çorap söküğü gibi geliyor; "özne"nin kendi başına ördüğü bir çoraptır bu aynı zamanda. Kendinden güçsüzü nesneleştiren bir bilincin akışı, o yöne doğrudur artık; güçlüyü -de- özne olarak kabul etmiş olmak!
Nitekim, paydaşlar arası simbiyotik ilişkilere dayanmayan, ahengini çoktan yitirmiş; aynı anda hem özne hem nesne olunan, hatta nesnelerin dönüp özneyi nesneleştirdiği ucube ilişki formlarının (mikro ve makro düzeyde) egemen olduğu dünya-ları-mızda, özne ve nesnenin gittikçe tekleştiği bir düzenle yönetiliyoruz artık. Sermayenin biricik özne olduğu, insan dahil geriye kalan her şeyin ise nesneleştiği koca bir kara delik: Küresel kapitalist düzen.
Hikayemizin bir kurbağa ile başlaması ne tuhaf!
Yirmili yaşlarımda gördüğüm bir rüyayı hiç unutamadım.
Rüyayı anlatacağım ama önce gerçeklerden söz edeyim biraz. Yine feci halde işsiz ve evsiz olduğum günlerdi. Geçici bir süreliğine yurt dışına çıkan bir tanıdığın evinde, bakımını üstlendiğim Kara ile kalıyorduk.
Kara ile kısa sürede sıkı ahbap olduk. Birlikte bahçeye iniyor, birlikte yiyip içiyor, birlikte yatıp kalkıyorduk. Bir süre sonra karanlık kadar zifiri olan Kara'nın, karanlıkta varlığının daha az fark edildiğini fark ettim; gözlerinin feri silikleşiyordu sanki.
Başınızı ağrıtmayayım. Kara'yı veterinere götürmeye karar verdiğimde bir banknot olsun param kalmamıştı.
Kitaplarımı işportada neredeyse yok pahasına satmak zorunda kalışım, para yetmediği için almam gereken göz damlalarını alamayışım, veteriner ve eczacıyı öfkeli kafamın içinde binlerce kez haklayarak eve döndüğüm caddenin uğultusu; eve döndüğümde karalama defterime "bir kere kendi haline acıyarak ağlamışsa insan, iflah olmaz bir öfkeyle yaşayacaktır artık." yazışım... Hepsi an gibi aklımda.
Olsun, yarın bir hal çaresine bakardım...
Eve döndüğümde bahçedeki en koyu gövdeli ağacın altında yatarken buldum onu, her defasında beni karşılamasına rağmen, o gün yüzüme bile bakmadı. Ben de bakamadım...
Kara kedi öyle dedi
Eve çıktım, uzandığım yerde uyuya kalmışım. Aynı ağacın altında uzanmış olan Kara şöyle diyordu bana, "şu insan türünü binlerce yıldır tanırım ben.
Biri yaralandığında, hastalandığında ilaç yapmayı bilenler, onu iyileştirecek ilaçlar yapardı. Doğadan yalnızca ilacı yapmaya yetecek kadar bitki alırlardı.
Fazlasını alıp stoklamak ya da ilaç yapıp hastalara satmak; acıyı, sızıyı ranta çevirmek kimsenin aklına gelmezdi. Çok uzun süre önce bir gün, biri-leri-nin aklına geldi ve ben şimdi kör oldum!"
Kara kedi öyle dedi.
Kan ter içinde uyanıp bahçeye indiğimde Kara yerinde yoktu ve günlerce aramama rağmen onu bir daha hiç göremedim.
Kavram ve terimlerin havada uçuştuğu yazıların çokça yazılıp okunduğu şu acayip günlerde, hafıza kuyuma dalıp kurbağa ve kedilerden söz etmemi, derdimi bu şekilde anlatmaya çalışmamı yadırgamayın lütfen.
Hastalanan her yetişkin bir miktar çocuklaşır zira.
Gezegenimizin akıbeti
Gezegenimizin ve türümüzün akıbeti hakkında endişe duyan bizler, günlerdir ne anlatıyoruz birbirimize, neler konuşuyoruz?
Aslında hemen hepimiz farklı biçimlerde de olsa aynı şeyleri söylüyoruz.
Sınırsız bir iştahla sömürüp talan ettiği, dengesini bozduğu doğanın duvarlarına tosladı kapitalizm. Bu duvar aynı zamanda kapitalist düzenin kendi (genişleme-şişme) sınırlarını belirleyen duvardı da. Nesne-leştirilenin sınırsız olmadığı bir denklemde "özne"nin genişlemesi de sınırsız ve sonsuz olamazdı elbette. Olmadı da!
İklim krizi, savaşlar, mülteci buhranı, küresel mutsuzluk, yığınsal yalnızlık, virüsler... Welhasıl gezegenin çanları çalıyor!
Şu karantina günlerinde evine tıkılan yaşlı adam şöyle diyebilir; "tabiatın dengesini bozdular, dünyanın içine ettiler o da şimdi bizim ağzımıza ediyor!" Ya da şöyle söyleyebilir genç bir işsiz; "dünyanın çivisini çıkardık, şimdi o çivi bir yerimize batıyor!" Bir düşünür de aynı düşünceleri bambaşka bir biçimde uzun uzun anlatabilir.
Ki öyle de oluyor; aklı başında herkes benzer gerçekleri kendi meşrebince dile getiriyor günlerdir.
Kara Kedi de kendi meşrebince benzer şeyler söylemişti hatırlarsanız. Fakat tek farkla; bizim kapitalizm dediğimize, "insan türü" demişti o.
İnsan pandemik bir virüs mü?
Haksız da sayılmaz. Kapitalist çarkın endüstriyel dişlileri arasında her sene milyarlarcası ağır işkencelerle öldürülen; hayvanat bahçeleri, sirkler, petshoplar, kürk ve deri çiftlikleri, yunus parkları, balık çiftlikleri ve akvaryumlarda tüm varlıkları lime lime edilen hayvanların gözünde, insan türünün pandemik bir virüs olmadığını kim iddia edebilir?
Nitekim insanların sağlığını ve yaşamını tehdit eden bir virüs üzerinden (COVID-19) mevcut düzenin insan türü açısından da artık sürdürülemez olduğu birçok kesim tarafından fark edilmeye başlandı.
Bir avuç azınlık dışında kimsenin kendini güvende hissetmediği bir dönemde; araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirdiği ekonomiyi her açıdan anti-ekonomiye dönüştürmüş, çarkları sadece kâr amaçlı dönen, ve bu talancı karakteriyle hem kendi haddini hem de doğanın hududunu zorlayan sistemin krizini fark etmemek büyük bir körlük olur-du zaten. Mesele, biraz da kendi payımızı fark etmekte galiba.
İster 'doğal', ister yapay olsun koronavirüsü bize şunu hissettirdi: Hepimiz pamuk ipliğine bağlıyız!
Kimileri, sistemin bu ve benzeri hislerimizi ve açığa çıkan-çıkarılan panik havasını; yasaklayıcı, kısıtlayıcı politikalar aracılığıyla daha otoriter bir küresel düzen oluşturmak için kullandığını, hatta korku atmosferi oluşturarak toplumu buna gönüllü hale getirmeye çalıştığını iddia ederken; kimileri de, kapitalizmin nihai ve büyük krizini yaşadığını ve bu krizden (koşulların zorlamasıyla da olsa) daha dayanışmacı bir dünyanın çıkacağını savunuyor.
İhmal edilen soru
Nedenler ve sonuçlar üzerinden çokça konuşulduğu bir dönemde, epeyce ihmal edilen bir soru var: NASIL?
Küresel kapitalist düzen ölümcül bir kriz yaşıyor olsa bile başka bir dünya düşü olanlar, o "başka dünya"yı nasıl inşa edecek? Soruları çoğaltabiliriz:
Muzdarip olduğumuz düzenin alternatifini inşa edebileceğimize dair somut emareler var mı?
Panik ve korkunun saltanatı altında sırf hayatta kalabilmek adına edilgen, hatta itaatkar mı davranıyoruz; yoksa -tedbirlerimizi de alarak- kriz karşısında pozisyon mu alıyoruz?
Evrensel iletişim ağlarının bu denli açık ve yaygın olduğu bir çağda, devletlerin enformasyon yoluyla oluşturduğu ideolojik hegemonyaya ve büyük oranda yarattığı bilgi - veri tekeline karşın; araştırma, inceleme ve tartışmalarla gerçekleri açığa çıkarıp ona uygun çözüm önerileri üretmeyi ve toplumları doğru bilgilendirmeyi hedefleyen alternatif platform ve ağlar oluşturmak çok mu zor?
Yeryüzünde bu tür çalışmalar yapabilecek on binlerce yetkin insan ve kuruluş varken hem evrensel bazda hem de tek tek ülkeler bazında bu kadar insiyatifsiz olunması nasıl açıklanabilir?
Salt sistemin yaşadığı krizden ve çöküş senaryolarından çözüm ummamız kendi dinamiklerimize güvenmeyecek kadar çaresiz durumda olduğumuzu göstermiyor mu zaten?
Yalnızca hayatta kalmaya odaklanarak yaşamı mı ıskalamaya başlıyoruz acaba?
Soruları çoğaltıp tartışmakta yarar var.
"Kaynayan kurbağa deneyi"
Kurbağayla başladık kurbağayla bitirelim. "Kaynayan kurbağa deneyi" hepimizin malumu. Suyumuz epeyce ısındı artık. Şimdilerde kendini o meşhur deneydeki kurbağa gibi hisseden bizlerin, haşlanmamak için ciddi bir sıçramaya ihtiyacı var. Artık kendi sınırlarına toslamış bulunan kapitalist düzenin yeni çıkışlar aradığı bu çağda; doğayla (kendimizle) yeniden barışabileceğimiz ve bütün canlılarla ahenk içinde yaşayabileceğimiz yeni bir yaşamın yollarını aramamız her zamankinden daha yakıcı bir ödev olarak önümüzde duruyor.
Patlattığımız kurbağalardan, "virüsü" konumunda olduğumuz milyarlarca hayvandan ve parçası olduğumuz doğadan (aslında kendimizden) pratikte özür dileyerek başlayabiliriz dengeleri değiştirmeye. Kendimiz ve çevremizle kurduğumuz mevcut sorunlu ilişkiyi güçlü bir sorgulamaya tabii tutmadan, bizi ve yuvamızı harap eden düzene karşı doğru konumlanmamız mümkün olmayacaktır.-
Tahakküm, kibir ve sömürü içeren özne - nesne ilişkilerinin tümünü reddetmeden hiçbirimizin özgür ve güvende olmayacağını anlamak için koşullar her zamankinden daha uygun.
(HS/PT)