Dizi, mayıs ile kasım 1967 arasında yaşanmış ve 36 yıl karanlıkta kalmış savaş suçlarını gün ışığına çıkarıyordu. 100'ü aşkın eski asker ve Vietnamlı ile röportajlar yapılarak hazırlanan (web sitesinde ses kayıtlarının bazıları var) dizide, 45 "elit asker"den oluşan özel Amerikan birliği "Tiger Force"un ("Kaplan Kuvveti") yedi ay boyunca Vietnam köylerinde sivilleri nasıl katlettiği ayrıntılarıyla anlatılıyordu.
327. Piyade Taburu'na bağlı özel birliğin askerleri, yedi aylık dönemin sadece son 10 gününde, 10 Kasım 1967'de başlayan son "operasyon"da, komutanları yarbay Gerald Morse'dan gelen "327 ölü istiyorum" talimatı üzerine 327 Vietnamlı öldürmüşlerdi. Tiger Force'un yedi ayda toplam kaç sivil öldürdüğü hâlâ bilinmiyor ve büyük bir ihtimalle hiç bilinmeyecek. Ama çukurlara gizlenen kadın ve çocukları askerlerin el bombalarıyla nasıl öldürdükleri, yaralıların iniltilerini gece boyunca nasıl dinledikleri tanıklar tarafından anlatılıyor: 38 kalibre tabancasını canlı bir hedef üstünde denemek isteyen er Colligan'ın, Chu Lai yakınlarında yaşlı bir adamı nasıl öldürdüğü.. Er Ybarra'nın ayağındaki spor ayakkabıları almak için bir genci nasıl öldürdüğü.. Ayakkabılar küçük gelince ölünün kafa derisini yüzüp tüfeğine nasıl astığı.. Teğmen Hawkins'in yaşlı bir köylüyü nasıl başından vurup öldürdüğü.. Boynundaki kolyeyi almak için bir bebeğin başının nasıl kesildiği..
Tiger Force'un bölgeden ayrılmasından dört ay sonra, 16 Mart 1968'de, Charlie bölüğüne bağlı 11. takımın My Lai köyünde yaptığı katliam ise ne zamandır biliniyor. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve tek bir günde, en ufak bir çatışma yaşanmamasına rağmen, 500'den fazla köylünün öldürülmesiyle sonuçlanan katliamı ortaya çıkaran gazetecilerden Seymour M. Hersh, 3 Kasım'da The New Yorker'a yazdığı makale de büyük medyanın Toledo Blade'in haberine ilgisiz kalışını eleştirdi: "Dört ana televizyon ağının biri bile (CBS ve NBC, Toledo Blade ile iş yapan kuruluşlar oldukları halde) haberi kullanmadı. Çoğu büyük gazete ya haberi görmezden geldi ya da Associated Press'in geçtiği özete küçük bir yer ayırmakla yetindi..."
Tiger Force'un 1967'deki katliamı, son birkaç yılda ortaya çıkarılan üçüncü büyük Amerikan savaş suçu. 1999 yılında da bir grup Associated Press muhabiri, Temmuz 1950'de Amerikan askerlerinin Kore'deki No Gun Ri köyü yakınlarında yaptıkları katliamı ortaya çıkarmıştı. Katliamdan kurtulanlardan biri AP muhabirine o gün yaşadıklarını şöyle anlatıyordu: "Bir teğmen çıldırmış gibi, 'herşeye ateş edin, hepsini öldürün' diye bağırıyordu. Çocuklar.. orada çocuklar vardı. Kim olduğu önemli değildi. Yediden yetmişe.. Körmüş, topalmış, deliymiş, hepsini vurdular.."
Bir de, tanık olduğu bir görüntüyü, dehşet içindeji bir kız çocuğunun görüntüsünü hafızasından söküp atamamış bir askerin anlattıkları vardı: "Çocuk bize doğru koşuyordu. O küçük kızı öldürmeye çalışan askerleri görmeliydiniz. Makinalı tüfeklerle.."
Tiger Force dosyasını kapatan Rumsfeld
Tiger Force haberini yayınlayan Toledo Blade'in yazıişleri müdürü Ron Royhab, haberi yayınlama kararlarının Irak'taki gelişmelerle ilişkilendirilmemesi gerektiğini söylüyor. Ama birbiri ardına düşürülen helikopterler ve baş döndürücü bir hızla artan asker kayıplarının ardından Irak'taki direnişe karşı "dişlerini gösterme" kararı alan ve yerleşim bölgelerini F-16'larla bombalamaya başlayan Amerikan güçlerinin sivillere karşı savaşın başından beri devam eden ve dozu giderek artan gaddarlığı, ilişkilendirmeyi zorunlu kılıyor.
12 Kasım'da başlatılan " Demir Çekiç Operasyonu "yla Bağdat'taki hedeflere helikopterler ve bir AC-130 uçağıyla düzenlenen saldırıların çapı ve nereye kadar gidebileceği bilinmiyor. Son olarak 17 Kasım akşamı BBC, Amerikan güçlerinin direnişçilerin bulunduğu bir bölgeye (Kerkük'ün 25km batısında) "ileri teknoloji roketler", savaş uçakları ve helikopterlerle saldırı düzenlediği haberini geçiyor.
Tarih nerede başlar, dün nerede biter? Bugün nerede başlar? 20 yıl arayla Kore ve Vietnam'da yapılan sivil katliamlarının ardından, bugün Irak'ta yaşananlar ve yaşanabilecekler, "dün" ve "bugün" olarak birbirinden ne kadar ayrılabilir? "Dün" gerçekten "tarih"te mi kalmıştır? 1971'de açılan ve ABD tarihinin en uzun süren askeri soruşturmasının ardından herhangi bir cezaya gerek görülmeden kapatılan Tiger Force dosyası görüşülürken ABD Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld, bugün de ABD Savunma Bakanı. O gün Beyaz Saray'ın kurmaylarını yöneten Dick Cheney, bugün ABD Başkan Yardımcısı.
25 Şubat 1969'da Vietnam'ın Thang Phong köyünde, emrindeki askerlerle birlikte çoğu kadın ve çocuk bir grup köylüyü öldürdüklerini aradan 32 yıl geçtikten sonra itiraf eden Bob Kerrey, Vietnam'dan döndükten sonra önce Nebraska valisi oluyor (Demokrat Parti'den), ardından üst üste iki dönem Nebraska senatörü olarak ABD Senatosu'na giriyor. "Dün"ün savaş suçlusu Kerrey "bugün", New York'daki New School Üniversitesi'nin başkanı.
4 Kasım 2003 tarihli Independent haberine göre ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin vatandaşlarını yargılayabileceğini kabul eden ülkelere askeri yardımı keseceğini bildirdi. Haberde Beyaz Saray'ın ateşli şahinlerinden, dışişleri bakan yardımcısı John Bolton'un açıklamasına yer veriliyor ve Bolton'un Avrupa Birliği'ni, Uluslararası Suç Mahkemesi'nin otoritesini zayıflatmamaları için üyelerine baskı yaparak "haksız bir seçim" empoze etmekle suçladığı belirtiliyor.
"Tarih"te bir ara, savaş suçlularının yargılanması için "Nurenberg mahkemeleri"ni kuran devletler arasında ABD de vardı. ABD "dün", işlediği savaş suçlarının benzer mahkemelerde yargılanmasını öyle ya da böyle engellemeyi başardığı gibi "bugün" de Uluslararası Suç Mahkemesi'nin ölü doğmuş olması için çabalıyor. "Dün" Nazi vahşetinin kurbanı olan ve cellatlarının Nurenberg'de yargılanmasını izleyen Yahudiler tarafından kurulan İsrail devleti, "bugün" Filistin halkına karşı izlediği ayrımcı, militarist politikalar nedeniyle kendisini eleştiren, İsrail taraından savaş suçları işlendiğini söyleyen Birleşmiş Milletler'e ateş püskürüyor.
5 soruda Irak direnişi ve direnişçileri
Tarihinde cephe savaşı pratiği pek az olan ve son 100 yılda daha çok işgal ettiği ülkelerde (Filipinler, Vietnam) gerilla birlikleri ile savaşan ABD açısından bu dengesiz savaşlarda yoğun olarak sivilleri hedef almak, gerillaların içinde saklandığı ve içinden çıktığı halka saldırmak bir devlet geleneği. Vietnam savaşının ilk üç yılında uğradığı kayıplardan daha fazlasına şimdiden Irak'ta uğrayan Amerikan ordusu, bu geleneğine rağmen bir kez daha "kendini konumlandırma" güçlüğü çekiyor. Savaşını meşru kılabilmek için "düşman"ı tanımlamaya çalışırken, manipülasyonlarla gerçekler arasında savrulup duruyor. Önce meşruiyet adına "bir avuç Saddam artığı ile yabancı teröristler" diyor, çatışmaların yaygınlığı ve şiddetinin artması üzerine de "basbayağı Iraklılar" demek zorunda kalıyor. Farklı ama her biri referans oluşturan kaynaklardan Irak'taki direniş ve direnişçilerin portresi şöyle:
* Irak'ta ABD için düşman kim?
12 Kasım tarihli Washington Post haberinde, Beyaz Saray'ın daha önceki "yabancı teröristler" vurgusundan farklı olarak "Irak'taki düşmanların çok ağırlıklı olarak Iraklı olduğu" görüşüne, Irak'taki komutan Ricardo Sanchez'in "Suriye, Mısır, Yemen ve Sudan'dan belki birkaç yüz yabancı savaşçı vardır" sözlerine yer veriliyor.
* Irak'ta düşmanın kuvveti ne?
13 Kasım tarihli haberlerde Washington'dan sızan CIA raporundan, raporda, Irak'taki direnişçilerin sayısının 50 bin olarak tahmin edildiğinden söz ediliyor.
* "50 bin direnişçi" ne demek?
Scott Ritter'ın Christian Science Monitor'daki 10 Kasım tarihli makalesinde, Irak'taki direnişin yabancı kaynaklı olmadığı ve iyi örgütlendiğine dikkat çekildikten sonra, uzmanlar tarafından bu tür durumlarda her 100 direnişçi için 1000 ilâ 10,000 "aktif destekçi" hesaplandığı belirtiliyor. Bu, CIA raporuyla birleştirildiğinde, Irak'ta 500 bin ilâ 5 milyon "aktif destekçi" demek.
* Destekçiler kim?
13 Kasım tarihli Reuters haberinde, yolun kenarındaki bir bombanın patlaması ile devrilen ciplerinden savrupan iki yaralı Amerikan askerine koşan Iraklı gençler anlatılıyor. İçlerinden 15 yaşındaki Ali Kais'in, "Direnişe katılacağım. Amerikalılar ölmeli" dediği aktarılıyor.
* Direnişçilere "direnişçi" demeli mi dememeli mi?
Irak'taki direnişin giderek havayı ısıttığı günlerde, 7 Kasım'da Reuters, Los Angeles Times'ın gazetedeki haber ve makalelerde Iraklı direnişçiler için "direniş savaşçıları" ifadesinin kullanılmasını yasakladığı haberini geçmişti. Bu konuda Amerikan basınında tam bir bölünme hakim. "İsyancılar" ("insurgents"), "direniş savaşçıları" ("resistance fighters") ve sadece "savaşçılar" ifadeleri kullanılabiliyor. Çok seyrek olarak "teröristler" dendiği de görülüyor.
El Kaide bağlantılı şirkete Irak ihalesi
Amerikan ordu birliklerinin yıllarca saklanan savaş suçları yıllar sonra ortaya çıktığında büyük medya oralı olmuyor. Savaş suçlarının bugün işlenmemesi için kurulan bir uluslararası mahkemenin ABD tarafından boğazlanmaya çalışılmasında da..
Ne de bugün Irak'ta, savaş meydanlarında değil, yaşadıkları evi yerle bir eden bombalarla, mermilerle ölen savunmasız insanlar, ABD'nin Vietnam'da olduğu gibi bu ülkede de giderek sivilleri daha fazla hedef alıyor olması büyük televizyonları, gazeteleri ilgilendiriyor. Ne ABD'de, ne de Türkiye'de.
Ama İstanbul'daki sinagoglarda bombaların patlamasıyla hepsi canlanıyor. Robot ağızlardan "El Kaide", "terör" kelimeleri püskürüyor. Bu büyük medya kuruluşlarını, ancak aradan belirli bir süre geçtikten sonra, "dün" Amerikan hükümetlerinin Taliban'a "gaflet içinde" verdikleri destek ilgilendiriyor gibi görünse de, "bugün"ün başka ilişkileri gene sayfalardan, ekranlardan uzak tutuluyor.
Ruth Rozen The Nation'daki 23 Ekim 2003 tarihli makalesinde (" Strange Bedfellows ") Irak'taki büyük ihalelerden birinin Al-Bunnia Trading Company'e verildiğini yazıyor. Al-Bunnia'nın kurucu ortağı olduğu Malaysian Swiss Gulf and African Chamber (MIGA) şirketi ise, ABD Hükümeti ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin "El-Kaide'ye finansman sağlayan kuruluşlar" listesinde yer alıyor. MIGA, Ahmet İdris Nasrettin ve Yusuf M. Nada'nın denetimindeki 14 şirketten biri. "Dün", 22 Ağustos 2002'de ABD Hazine Bakanı Paul O'Neill, Nasrettin-Nada denetimindeki şirketlerin Usema Bin Ladin'e kaynak sağladığının, El Kaide'nin Yusuf M. Nada'dan destek olduğunun anlaşıldığını belirtiyor. "Bugün", hazine sözcüsü Taylor Griffin, "Al-Bunnia'nın MIGA'yla bağlantısı elbette önemli. Ama bir Amerikan şirketinin onlarla iş yapması kesinlikle hukuk dışı değil" diyerek Bechtel'in Al-Bunnia ile ortak aldığı Al Mat köprüsü ihalesini aklıyor.
Büyük medya kuruluşlarının başyazarları tarafından, bombaların patladığı ve insanların öldüğü günün akşamı gönül rahatlığıyla makaleler yazılıyor. Filistin, Irak, Suriye, İran, bilumum orta Doğu halklarının, ABD'nin ve İsrail'in karşısına dikilen herkesin "terörist"le özdeşleştirilmeye çalışıldığı, doğrudan halkların hedef alındığı bir ortamda, patlayan bombalarla ahenkli bir tonda, terörizm lanetleniyor.
Hürriyet'teki 16 Kasım tarihli makale sinde Oktay Ekşi, "Türkiye hukuk devletidir denir ama yakalarlarsa burada adamı fena yaparlar... Bizden söylemesi" diye hem teröristlere çok fena gözdağı veriyor, hem de bu vesileyle aklınca Türkiye'deki "hukuk devleti" ile ilgili ince gerçekliği dile getiriyor... (ŞA/EK)