Filipinli akademisyen, yazar ve aktivist Walden Bello'nun TerraVivo'nun editörlerinden Alejandro Kirk'e verdiği ve IPS'te yayınlanan söyleşiyi özetleyerek aktarıyoruz. Dün Belem'de başlayan Forum, 1 Şubat'a kadar sürecek. İlk defa 2001'de Porto Alegre'de toplanan Forum, sermayenin Dünya Ekonomik Forumu'na karşı başka bir küreselleşme önermek için çalışıyor.
Varolan küresel kriz bağlamına, WSF'nin en anlamlı görevi nedir?
Neoliberal kapitalizmin çözülmeye başladığı çok kritik bir tarihsel dönemeçteyiz ve bence WSF, hem küresel kapitalizmin olası tepkilerini öngörmek hem de alternatifler oluşturmak için ciddi tartışmaların yapıldığı bir alan sunuyor. Sosyal Forum'un işlevini gerçekten büyük küresel krizin bağlamına oturtmalıyız.
Dolayısıyla Belem toplantısı WSF'nin geleceği açısından belirleyici bir aşama mı olacak?
Evet, kesinlikle. Küresel sivil toplumun, bu noktada krize karşı Avrupa ve ABD'de gördüğümüz gibi istikrarı sağlamayı amaçlayan çözümlerin ötesine geçen cevaplar oluşturması önem taşıyor.
Kapitalist seçkinler birçok açından neoliberalizmin ötesine geçmiş durumda, dolayısıyla Belem'de kapitalizmin krizi konusunda bir mutabakata varmamız ve ötesine geçmek için çözümler önermek için ciddi tartışmalar yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sistemin içinden gelen –örneğin sosyal demokrasinin yaygınlaşması gibi alternatifleri aşmak zorundayız bence.
WSF nasıl böyle bir alternatif yaratabilir ve bunu nasıl hayata geçirebilir?
Belem'de yapılması gereken sadece neoliberalizmin değil kapitalizmin kriz içinde olduğunu belirlemek. Krizin köklerinin kapitalist üretim ilişkilerine kadar iniyor. Tepkimizi ve cevabımızı adalet, eşitlik, insanların gerçekten refahını sağlayacak alternatifler gibi ortak evrensel değerler etrafında örmeliyiz.
Bunların hayata geçmesi içinse gerçekten yaratıcı olmamız gerekiyor. Hareketimizi farklı ülkelerde somut biçimde bağlantılı hale getirmek, önerilen alternatiflerin tartışılıp sahiplenilmesini sağlamak gerekli.
Yazılarınızda Forum'un önüne koyacağı toplumsal yapıyı tarif ederken sosyalizm, devrim gibi klasik kavramları kullanmaktan kaçınıyorsunuz.
Daha çok alternatifin tanımını yapmaya çalışıyorum. Üretim ilişkilerinin sahipliğini demokratikleştirmeyi öngörüyoruz. Bunu sosyalizm, halk demokrasisi ya da demokratik sosyalizm diye de adlandırsanız bahsettiğiniz şey ekonominin demokratik kontrolüdür.
İçinde farklı sahiplik yapılarını bulunduran karma ekonomilerin geliştirilmesine bakmalıyız. Bu işin bir yüzü. Diğer yüzüyse ihracat pazarları yerine yeniden yerel ekonomiye; ulusal ekonomik kalkınmaya odaklanmak. Eşitliğin öneminden, güçlü gelir ve dağılım mekanizmalarından bahsedeceğiz. Ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir alternatiften. Sosyalizm kavramını kullanmıyorum çünkü belli bir anlam yükleniyor, Doğu Avrupa'da yaşananları akla getiriyor.
Bu bahsettiklerini şu an herhangi bir yerde geçekleşiyor mu?
Sanırım Bolivya, Ekvador ve Venezüella da dahil bazı ülkelerde şu an bu çizgide çabalar görüyoruz ama tabii ki her sürecin kendi özgünlükleri, dinamikleri var. Şu an krizin başlarında olduğumuzu düşünüyorum ve kriz derinleştikçe insanların mücadelelerinin halen yürütülen geleneksel istikrarlılaştırma mekanizmalarının ötesine geçtiğini görüyorum. Dolayısıyla kriz derinleştikçe demokratik kontrol ve katılım konusunda bu tip çabalar da yoğunlaşacaktır.
Bu süreçte kalkınmakta olan ülkeler öne geçerken sanayileşmiş Kuzey geride mi kalıyor?
Böyle diyemem. İnsanların kriz nedeniyle hala şaşkın olduğunu düşünüyorum, özellikle de ABD, Avrupa ve Japonya'da. Kriz oldukça hızlı ilerliyor, dünyanın bu bölgelerinde de halk hareketlerinin başlamayacağını söyleyemeyiz.
Öte yandan Fransa ve İtalya'da olduğu aşırı sağcı bir tepkinin oluşması riski de var.
Bu ciddi bir olasılık. Önümüzde üç seçenek göreceğiz: sola doğru bir radikalleşme, sağa doğru bir radikalleşme –bu Kuzey'de daha ciddi bir tehdit-, ya da sadece paraliz olmak. Dolayısıyla sadece ilerici alternatiflerin büyüyeceğinin bir garantisi yok. İlericiler, toplumsal bilgilerini ve stratejilerini kullanarak hegemonyayı ele geçirmek için mücadele etmeli.
Yakın geçmişte küresel güç dengelerinin Güney'e doğru kaydığını yazdınız.
Kastettiğim son 10 yılda geleneksel merkez ekonomilerin zayıflamasıydı. ABD'nin, Çin tarafından finanse edilen, tüketim ve finans odaklı bir kapitalizme gittiğini gördük. Çin'in açtığı kredi ABD ekonomisinin yürümesini sağladı.
Son 10-15 yılda Brezilya, Çin, Hindistan gibi ülkeler istihdam ve sermayenin kaymasıyla görece güçlü ekonomik aktörler haline geldi ve Kuzey'i kredilendirmeye başladı. Güç kayması derken bunu kastediyorum; yeni merkez hakline geldiklerini söylemiyorum. Hegemonik iktidar hala Kuzey'de, özellikle de ABD'de.
Bu durum sizin çağrısını yaptığınız mücadele açısından olumlu mu?
Duruma göre değişir. Genel olarak, Kuzey ülkeleri daha az hegemonik hale geldikçe, iktidar küresel sistem içinde yayılıyor ve bu olumlu bir gelişme. Öte yandan Güney'deki bu ülkelerde ekonominin kapitalist elitler tarafından kontrol edildiğini, bu elitin de çoğu zaman Kuzey'dekilerden daha az hesap verebilir durumda olduğunu görmemiz gerekli. Kuzey ve Güney'de mücadelenin gündemi aynı.
Bu bağlamda İsrail'in Filistin saldırını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her zaman WSF'nin güçlü bir duruş sergilemesi gereken başlıklar olduğunu savundum ve Filistin meselesi de bunlardan biri. WSF İsrail'i kınamak, Filistinlilerin şimdi İsrail olan yere dönmesi ve Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hakkı konusunda güçlü bir şekilde bastırmalı.
Açıkçası Forum'un sadece tartışma için bir çatı oluşturmakla yetinemeyeceğini düşünüyorum. Bu çeşit akademik bir duruşun Forum'un ruhunu ortadan kaldıracağını ve bunun bir ölçüde gerçekleştiğini düşünüyorum.
Bu tip bir yaklaşım kalıcı bir yapı gerektirir.
Evet, Uluslararası Konsey'in daha hesap verebilir bir yapı haline gelmesinin yollarını bulmalıyız. Şu an mücadeleyi ilerletecek etkin bir güce sahip olmaktan çok bir tartışma grubu olarak işliyor.(EÜ)