Futbol ve "ezeli rekabetler" aslında yan sektörleriyle beraber var. Şöyle örnekleyeyim: Aslında ben bir kulüp başkanı olarak Ronaldinho'yu Türkiye'ye getirsem ilk işim bir dolu tişört, forma, imzalı top vs. yaptırmak olur. Bir taraftan da oturur makineleri hiç susturmadan başka kulüp ürünleri yaptırırdım. Fincanından envai çeşit aksesuara, üzerine kulübümün amblemini basabileceğim her yere hiç durmaz, basardım. Kulüp simgesi bulunan kol düğmesini de Ronaldinho formasının hemen yanına koyardım ki, ikisini aynı anda satabileyim.
Futbolun vergi dışı global döngüsü
Kulüp yönetimi mantığı global ticaretin döngüsüne girince taraftarlık artık renklerin yarattığı aidiyet hissi olmaktan çıktı. Tüketim kültürü tribüne hakim oldu. Seyirci takımının "lisanslı ürününü" almak zorunda hissediyor. Böylece aslında ortalama birey üzerinde "kulübe katkı" yapma bilinci oluşturuluyor. Eskiden olduğu gibi formalar, şapka, eldiven, atkılar seyyar satıcılardan değil, tribünlerin hemen altına açılan "store"larda satılıyor.
Üzerinde "filanca kulübün lisanslı ürünü" yazan bu giysi ve malzemeler, bir sonraki sezon alınacak star futbolcu için taraftarın maddi katkısı olarak görülüyor. Kısacası artık kuru kuruya takım tutma devri bitti. Sevdiğiniz kulübe maddi katkıda bulunduğunuz kadar saygınsınız. Hatta bir ara BJK İnönü Stadyumu'nda takıma sponsor olan bira firmasının ürettiği biraları tüketilmesi gerektiği anons edildi: "Ey taraftar, sponsorumuzu destekleyelim".
Kapitalizmin buyurduğu gibi parayı nizami ölçütler içerisinde harcayınca sponsora, bir kaç tekstil firmasına para kazandırma, onu yatırım yapmaya teşvik etme, böylece istihdam olanaklarını artırma gibi, malum çarkın dönüşünü hızlandıracak ekstra katkıyı sunma şansı var. Üstelik kulüp üzerinden gerçekleşen bu işlemler kayıt dışılığın olamayacağı, vergisi ödenen kazançları garanti etmekte!..
Ancak kulüp biletleri satarken gelir vergisini mümkün olduğu kadar düşük tutabilmek için bir dolu oyun çeviriyor. Gidip bugün bir maç bileti alın. Sözgelimi 15 YTL ödeyeceğiniz biletin üzerini dikkatle okursanız maç bedeli için 1 YTL yazdığını, kalan 14 YTL'nin "temettü" olarak alındığını göreceksiniz.
Homo futbolicus
Her neyse, futbol, kapitalist çarkın dönüşüne azami katkıyı sağlıyor. Bunun tersi yönündeki ilişkiyi de doğru varsaymak lazım tabii. Futbolu kapitalizmsiz, kapitalizmi de futbolsuz düşünmek artık mümkün değil. Ekonominin en önemli fatktörü de pek tabii insan. Dolayısıyla bir "homo economicus" olarak futbol izleyicisi, sadece bilet parası harcayarak değil, aynı zamanda yan sektörlere katkıda bulunarak "futbol ekonomisi "ni ayakta tutan önemli bir etken.
Örneğin bugün Fenerbahçe stadyum gelirlerinin büyük bir kısmını "kombine bilet"lerden sağlıyor. Kombine bilet hepimizin bildiği gibi, yıl boyunca tüm maçlara bir daha para ödemeden girebileceğiniz "toptan bilet" sisteminin evrensel adı; taksit taksit ödenecek bilet bedeli yerine kulübün eline bir defada teslim edilen sıcak para. Böylece ara transferde alınacak futbolcuların ederi kadar para çoktan bulunup, kara geçmenin yoluna bakılıyor. Sıradan tribünlerde oturup izlemek yerine loca sahibi olmak da mümkün tabii. Ancak bunun için yüklü miktarda gelir sahibi olmak gerekir. Zira locadaki pofuduk koltuklarda viski yudumlayıp, gerekirse televizyondan pozisyon tekrarlarını izleme rahatlığı taktir edersiniz ki çok ucuz bir hizmet değil. Bu yüzden "Business class seyirci" kulüplerin vazgeçilmezi.
Futbolun matematiği ve artı değer
Bir de işe küçük esnaf ve alt ekonomik gruplar açısından bakalım. Eğer asgari ücretle çalışan ama takımıma tutkuyla bağlanmış bir fanatik olsaydım formamı, atkımı kesinlikle "store"dan alamazdım. Ama asıl önemlisi bağlandığım renkler olduğuna göre işportacı tezgahı biçilmiş kaftan. Tamam ürün pek kaliteli değil, belki üç ay sonra giyilemeyecek hale gelebilir. Ama forma hem "çubuklu" hem ucuz. "Store"da satılanlar ile arasındaki kalite farkı hemen ayırt edilebiliyor. Ancak her iki formanın üretimi sırasında şunu unutmamak lazım gelir: Kalitesiz formanın üretildiği küçük bir atölyede sigortasız ve asgari maaşın altında ücretle çalışan işçi ile büyük fabrikalarda çalışan işçinin aldığı para hemen hemen aynı.
Sistem sömürü üzerinden beslendikçe iş Ronaldinho'dan çıkıyor kısacası. Ama yeşil sahanın büyüsü, futbolun matematiği, diagonal paslar, çapraz koşular, topsuz oyunlar, kulüp başkanlarının polemikleri ve medya derken oyunun ekseni değişiyor. Kulüplerin renkleri değişiyor ama "artı değer"in sahipleri aynı, emekçi aynı, sistem aynı, saha ve dolarlar ise hep yemyeşil...
Ne kadar ekmek o kadar köfte!..
Beşiktaş İnönü Stadı'ndaki büfecinin feryadını duyunca, küçük esnafın da takımdan beklentisinin hiç değilse "şerefli ikincilikler" olduğunu anlamak zor olmuyor. Yarım ekmek köfteyi kağıda sarıp verirken, takımın kötü gidişinden sorumlu tuttuğu futbolculara savurduğu tumturaklı küfür, futbol-ticaret ilişkisinin ne derece girift olduğunu ortaya koyuyordu. Takım kötüye gidince her hafta biraz daha azalan seyirci sayısı, tüketilen köfteye bire bir yansıyor. Büfeci; futbolcu, teknik adamlar ve yönetimin başarısızlıkları yüzünden zarar gördükçe uğradığı ekonomik kaybın sorumlusu olarak gördüğü her kimse, onu bir kaşık suda boğabilir. Küçük esnafın derdi de takımınki ile aynı: "Ne kadar ekmek, o kadar köfte"...
Kapitalist sistemin sahaya fiili müdahalesi
Futbol ana akım medyanın zorlaması, kulüp başkanlarının ihtirası ile koskoca lig maratonunda tek maça indirgenebiliyor. Bu haftasonu oynanancak Fenerbahçe - Galatasaray müsabakası öncesi gerilen sinirler, aslında sportif rekabeti paraya tahvil etmenin aracı. Maçı kazanan şampiyonluk yolunda büyük bir merhaleyi kat etmekle kalmayacak, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi kulüp mamüllerinin satışında patlama yaşanacak. Üstelik Galatasaray'ın bu fazladan gelire acilen ihtiyacı var. Adnan Polat'ın Galatasaray için toplamaya çalıştığı paralar olası şampiyonluk halinde katlanarak büyüyecek.
Şiddet de bu rekabetin bir parçası olarak "sahaya fiili müdahale" şeklinde yansıyacak. Bu arada seyircinin akıl almaz kin ve öfkesi arasında birileri dünya kadar para kazanacak. Çark böyle dönmeye devam ederken, sıradan futbol izleyicisi renklerin rekabeti sarmalında esas gerçekliği asla önemsemeden taraf olmaya devam edecek. Kapitalizm ise bu karmaşa içerisinde golü hep penaltıdan, kolay bir vuruşla atmaya devam edecek. (BD/EK)