19 milyon 109 bin çalışabilir durumdaki kadından 11 milyon 700 bini ev kadınıdır. Yani mutfak işleri ve çocuk bakımına zincirlenmiş, başkasının eline bakar durumdadır.
5 milyon sigortalı çalışanın sadece 600 bini kadındır ve 7 milyon civarında çalışan kadından yaklaşık 4 milyon 200 bini tarım kesimindedir, ezici çoğunluğu ücretsiz aile işçisidir. Bunların tamamına yakını ve kentlerdeki 2 milyon 800 bin kadın ise sigortasız ve sendikasız çalışmaktadır.
Bütün kapitalist ülkelerde hatta en demokratik olanlarında bile, kadınlara vaat edilen eğitim, kültür, medeniyet ve özgürlük gibi tüm cafcaflı sözlere, erkeğe ayrıcalıklar tanıyan, kadınları aşağılayan ve küçük gören yasalar eşlik eder.
Pek çok burjuva cumhuriyeti, aile ve evliliği düzenleyen yasalardaki iki yüzlü eşitsizliği ortadan kaldırmaya cesaret edememiştir. Sözde kadınları "kurtaracak ve kollayacak" bütün yasalara rağmen kadın, ev kölesi olmaya devam eder. Bu işler onu mutfağa ve çocuk bakımına zincirler.
Kadın, emeğini hiçbir biçimde üretken olmayan, sinir bozucu, aptallaştırıcı işlerde harcamaya mahkum edilir. Sermaye ihtiyacı olduğu dönemlerde dışarıda çalışmaya çağırdığı kadını bir an önce ait olduğu yere (!) yani dört duvar arasına gönderme çabasından hiçbir zaman vazgeçmez.
Çünkü kapitalizmde, emekçi sınıfların kadınları iki kere ezilir. İşçi ve emekçi kadın hem evde hem dışarıda ezilir. Hem ait olduğu emekçi sınıfların bir parçası olarak sömürülür hem de ezilenlerin ezileni olarak. . . En demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bazı haklardan mahrumdur, çünkü hukuk onu erkeklerle eşit tutmaz.
Bütün bunlar kapitalizmin genel olarak kadına biçtiği rolün ve onu, toplumsal yaşamda nereye koyduğunun basit bir özetidir.
Yeni dünya düzencileri ve küreselleşmeciler kadınların eşitsiz durumunu ve çilekeş yaşamlarını daha da çekilmez hale getirdi ve getirmeye devam ediyor. Özelleştirme, sendikasızlaştırma, sosyal güvenlik kurumlarının tasfiyesi, sosyal yardım kurumlarının tasfiyesi, sosyal yardımların kısıtlanması, kadınlara ve çocuklara yönelik sosyal programların yürürlükten kaldırılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi vb. dünya çapında bütünlüklü bir saldırıya dönüşen tüm bu uygulamalar bir yanda işsizlik ve yoksulluğu derinleştirirken öte yandan işçi sınıfının dişe diş mücadeleyle elde ettiği tüm haklara karşı görülmemiş bir saldırı başlattı.
Özellikle sosyal güvenlik alanında ciddi gerilemelere yol açan bu saldırılar en fazla kadınları vurdu. Kazanılmış haklar ve sosyal güvenceler büyük ölçüde tırpanlandı.
Benzer bir süreç bizde de işliyor. Eğitim ve sağlığın adım adım paralı hale getirilmesi, emeklilik yaşının yükseltilmesi, iş yasalarında yapılan değişikliklerle, insanca çalışma ve yaşama hakkının emekçilerin elinden alınacağını ilan ettiler. Elbette tüm bu saldırılar en çok kadınları etkiliyor.
Devletin çocuk bakımı ve eğitimini üstlenmemesi nedeniyle bu iş tamamen kadının sırtındadır. Sağlık gibi parayla satın alınır hale gelen kamu hizmetleri, giderek daha fazla kadın tarafından evlerde karşılanır olmuştur.
Aynı şey yaşlı ve hastaların bakımı için de geçerlidir. Eğitimin paralı hale getirilmesi kız çocuklarının eğitimlerini yarıda bırakmalarına neden olmaktadır. Özelleştirme sonucunda ve kriz nedeniyle işten önce kadınlar atılmakta, işini kaybeden kadınlar toplumsal yaşamın dışına itilirken, işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede kadınların iş bulma şansları elbette daha düşük olmakta, emeklilik yaşının yükseltilmesi sigortasız çalışmayı teşvik etmekte bu da kadınları kayıt dışı çalışmaya yöneltmektedir.
Kadının bugün içinde bulunduğu durum aslında, hem erkeği hem de kadını cinsiyetsizleştiren, ne kadın ne de erkeği karşı cinsle eşit ve özgür bir ilişki kuramaz hale getirirken her iki cinsi dolayısıyla insanlığı utanç verici biçimde alçaltan ve aşağılayan bir durumdur.
Peki bu durumdan çıkarı olan kim? Kadınların pek çok haktan mahrum bırakılması ve toplumsal yaşamın dışına itilmesi, bu duruma boyun eğmesi veya kayıtsız kalması kimin işine geliyor? Ya da daha doğru bir ifadeyle hangi sınıfın işine yarıyor?
Şüphesiz bu durum doğrudan doğruya ezen sınıfın ekmeğine yağ sürüyor ve işçi sınıfı mücadelesini baltalıyor.
Peki o zaman kadınlar hem kendi kurtuluşları hem de ezilenlerin toplumsal kurtuluşu için mücadele etmek gerektiği fikrini nasıl kazanacak?
Kadınlar yasal ve toplumsal bakından sınıfın en mağdur üyeleridir, yüzyıllardır baskı altına alınmış, sindirilmiş ve zulme uğramışlardır. Kadınların aklını ve yüreğini harekete geçirmek için özel bir yaklaşım ve özel bir çalışma gerekmektedir.
Kadın emeğinin özel olarak korunması için çağdaş ve yasal önlemlerin alınması,
Anne ve çocuk için sigorta hakkı, ev kadınlarının sosyal güvenceye kavuşturulması,
İsteyen her kadına iş olanağının sağlanması, eşit işe eşit ücret hakkının tanınarak kadınların ucuz iş gücü olmaktan çıkarılması,
Hamile ve emzikli kadınlar için uygun koşulların sağlanması ve kreş hakkı,
Medeni Kanun vb. yasalarda ayrımcılık içeren tüm hükümlerin değiştirilmesi,
Fuhuş ve çocuk ölümlerine karşı mücadele edilmesi,
Konutların iyileştirilmesi,
Hayat pahalılığına karşı mücadele edilmesi vb
Özgün talepler etrafında mücadeleye çekilmesi gerekir.
Ezilen sınıfın kadınları, bir yandan kadın ve anne olarak ihtiyaç ve talepleri ortaya koyarken
Bir taraftan da sınıfın ortak davası için mücadele etmektedir.
Her kim ki her türlü sömürü ve baskı ortadan kalkmadan ezilen cinse eşitlik ve özgürlük vaat ediyorsa iki yüzlü ve yalancıdır!
2- Çalışma Yaşamında Kadına Yönelik Ayrımcılık ve Kamu Sektöründe Kadın Sorunları
Kamuda çalışan kadın da ülkede yaşayan tüm kadınlarla aynı kaderi paylaşmaktadır. Ne kadar okumuş yazmış olursa olsun, o da evinin ücretsiz kölesi, çoğu yerde işyeri kreşi olmadığı için aklının bir köşesi çocuklarının bakımı problemiyle dolu olarak işyerine gelen bir annedir.
İşyerinde kendisiyle aynı kariyerdeki bir erkek amirin emrinde çalışmak zorunda bırakılır. Görevde yükselme yönetmeliklerinde resmen yer almasa da sanki bu yönetmelikler kadının yükselmesini engelleyen hükümler içeriyormuş gibi uygulanmakta kadınlar hayatın bu alanında da mağdur edilmektedir.
3- Sendikal Örgütlenme ve Kadın (Örgütlülük düzeyi, sendikal örgütlenmede karşılaşılan sorunlar, olumlu eylem ve güçlendirme politikaları)
Kadınlar, sendikalara üye olmakta gösterdikleri ataklığı ne yazık ki sendikal organlarda yer alma konusunda pek fazla gösterememektedir.
Bunun altında yatan sebeplere baktığımızda; ev işleri-çocuk bakımı, eşin-çevrenin-din ve törelerin baskısı-özgüven eksikliği gibi pek çok sebep karşımıza çıkıyor.
İnsanların, kendisini kuşatan tabular ve zincirlerden kurtulması çok da kolay gerçekleşebilecek bir şey değildir. İnsanlar kendi sorunları eksenli verilecek bir mücadelenin içerisinde yetkinleşirler.
Kamu çalışanı kadınlar da diğer kamu çalışanları ile birlikte, ortak taleplerine ilaveten kadın olmaktan doğan talepleri doğrultusunda verilecek mücadelenin içerisine çekilebildikleri ölçüde özgürleşecek ve sorunlarına, dolayısıyla da sendikalarına daha çok sahip çıkacaklardır.
Yönetimlere girmek isteyen kadınlar ise erkek ağırlıklı listelere girme savaşı vermek zorunda kalıyor. Sendika tüzüklerine kadın üye sayıları ile orantılı kadın kotaları konması faydalı olacaktır.
4- KESK ve Kadınlar (toplu sözleşmelerde ve temel belgelerimizde kadın talepleri, kadın sekreterlikleri ve kadın komisyonlarının işlevi, sorunları, eşitlik için mekanizmalar)
KESK ve bağlı pek çok sendikada kadın sekreterliklerinin çalışması (özellikle de kadın üye sayıları çok olan Eğitim-Sen, SES, BES gibi sendikalarda ) daha sağlıklı yürütülebilmektedir. Sendika yönetimlerinde yer almak konusundaki çekingenlik kadın komisyonlarında yer almak konusunda da kendisini hissettirmekte, şubeler platformunda oluşturulan kadın komisyonlarında şube yönetimlerindeki kadın üyeler yer almak zorunda kalmaktadır.
Toplu sözleşmelerde ve temel belgelerimizde kadın taleplerinin yer almasının sonuçları olan işyerlerinde pantolon giyilmesi serbestisi ve doğum izinlerinin artırılması iki güzel kazanım olarak yer almıştır.
Komisyonlarda yer almadaki gönülsüzlük de ancak sendikal mücadele içinde kadına özgü sorunların daha çok yer almasıyla aşılabilecektir.
5- Kadına Yönelik Şiddet (Aile içi şiddet, işyerinde şiddet ve cinsel taciz, militarizmin kadınlar üzerindeki etkisi, kadına karşı şiddete karşı politikalar, yasalarda kadına şiddet)
''Şiddet'' her kesiminde her bireyin karşı karşıya kaldığı bir sorundur.
Kadın aile içinde baba, erkek kardeş, eş, hatta eşinin ailesi tarafından şiddete maruz bırakılıyor. Üstelik aile içi şiddetin kırsal kesim ve varoşlarla sınırlı olmadığı pek çok akademisyen kadının da şiddetten payını aldığını yapılan araştırmalar gösteriyor.
Kadının iş yerinde de kaderi değişmiyor. Kadın çalışanını taciz eden pek çok işveren olduğunu biliyoruz. Kadın çalışanların yanında özellikle argo konuşmalar ve anlatılan açık saçık fıkralar da tacizin bir boyutu. Kadınların çoğu yaşadığı şiddeti gizliyor.
Pek çok kadın ekonomik özgürlüğü olmadığı için katlanmak zorunda kalıyor. Pek çok eş de kadının çaresizliğini bildiğinden, ya da ''tapusu bende değil mi ister döverim ister severim'' mantığını din ve kültürel çevresinin verdiği bir ''hak'' olarak gördüğünden aile içi şiddet devam edip gidiyor.
Aile müessesesini korumak adına, kadına şiddete boyun eğmesi emrediliyor. Zaten sayıları çok az olan kadın sığınma evleri de aynı mantıkla kapatılmak isteniyor.
Şiddete maruz kalan kadının gidip şikayet edebileceği bir çok merci tabi ki var, ama sokak ortasında polisin gözü önünde eşi tarafından defalarca bıçaklanan hemcinsine yardım edilmediğini bildiğinden susuyor.
Kadın cinsel tacizle de küçük yaşta ailesinde tanışır, çoğu zaman. Bazen üvey baba bazen başka bir akraba tarafından taciz edilir, kimi genç kız ensest ilişki yaşar ama sesini çıkaramaz. İlk önce kendisinin suçlanacağını bilir. Tecavüze uğrayan kadın, kimse duymamışsa sineye çeker, şikayetçi olursa tecavüzcüsü ile evlendirilerek ''namusu'' kurtarılır. Kadın eğer ''hayat'' kadını ise tecavüzcüsü ceza indiriminden yararlanır.
Aile içi şiddetin en uç noktası da töre-namus cinayetleridir. Aile kızlarının tecavüze uğrayarak ''alınlarına kara çaldığını'' öğrenirse İstanbul un göbeğinde ya da ülkenin başka bir köşesinde töre-namus cinayetine kurban gitmektedir kadınlar. Töre emrediyor diye 14 yaşındaki kızının boğazını kesebiliyor babalar. Aslında her ikisi de kurban olan baba kızın katili de sistemdir.
Yasalarda da kadınlar aleyhine pek çok madde yer almaktadır. Bir erkek kendisini aldattığından ''şüphelendiği'' eşini öldürdüğünde, ağır tahrik altında suç işlemekten 4 yıl gibi bir cezaya çarptırılırken, kendisini sürekli döven eşini öldüren kadına 24 yıl gibi büyük bir ceza verilebiliyor. kadının fiili ağır tahrik altında suç işlemek sayılmıyor. Pek çok kadın hala töre ve namus cinayetlerine kurban gitmektedir ve ceza kanunundaki ilgili hükümler bu suçları teşvik eden bir anlayışın eseridir.
Ceza kanununa kadına yönelik şiddete karşı ağır cezai müeyyideler konması caydırıcı olabilir ama tabi ki tek başına yasa maddeleri yeterli olmayacaktır. Kadınların tümünü aydınlanma sürecinden geçirip hakları konusunda tüm bilgilerle de donatsanız yine de yetmez. Haklarını kullanabileceği sosyal çevre ve koşullar oluşmadığı için, ezilmeye devam edecektir. Kapitalizmin yansımaları olan din, töre ve erkek egemen toplumun baskısı devam ederken kadın özgürleşemez.
6- Kadın ve Siyaset
Kadınları eve bağlayan çocuk ve hasta bakımını ve ev işlerini kadının sırtına yıkan gerici iş bölümü, çalışma hayatına ve sendika yönetimlerine olduğu gibi siyasete katılımın da istenilen düzeyde olmasını engellemektedir. İşsizlik ve yoksulluk arttıkça bu gerici iş bölümünün kadınlar arasındaki köreltici ve yok edici etkisi de o derece artmaktadır. Orta sınıftan kadınlar bu işlerden, bakıcı, kreş, temizlikçi gibi, daha alt sınıftan kadınlara kısmen de olsa havale edip, siyasette yarışma sansını elde edebilmektedir.
Ancak milyonlarca yoksul kadının önünde hem yoksulluğun getirdiği, hem de evdeki adaletsiz iş bölümünün engelleri nedeniyle yarışma sansını bulamamaktadır. Bu yüzden yoksul- emekçi kadınların kitlesel mücadelesi ile kadının eşitsizliğine dair engelleri kitlevi bir çabayla temizlemekten başka çaresi yoktur.
Kadının siyasete katılımının önündeki bir diğer engel ise erkeği üstün hak sahibi, kadını ise ''eksik''gören gerici-cinsiyetçi egemen anlayıştır. Tüm diğer engelleri aşmış bile olsa, erkek dünyasının oluşturduğu bu egemen anlayışı aşamamaktadır. Özellikle taşrada liberal-muhafazakar-sosyal demokrat partilerin yönetim ve adayları belirleme yöntemlerinin, içkili toplantılarda kotarıldığı bilinmektedir.
İşte bu anlayışı kırmak için yüzyıllardır ezilen ve eve hapsedilen kadınlar lehine devletin kimi zorunlulukları içeren, olumlu ayrımcılık içeren düzenlemeler yapması gereklidir.
Ancak kota sihirli bir değnek değildir ve toplumdaki öteki koşullar değişmedikçe, kadının siyasete katılmasının önündeki engelleri kaldıramaz.
7- Kadın ve Kültür (Dilde cinsiyetçilik, ana dil, farklı kimlik ve kültürlere sahip kadınlar, geleneksel değerlerde cinsiyetçilik)
Dilimiz toplumun kadını küçük gören ve aşağılayan bakışını sergileyen kadın aleyhine cinsiyetçilik içeren söz ve deyimlerle doludur;saçı uzun aklı kısa, eksik etek, kaşık düşmanı, peygamber tavuğu vb. Kültürümüzde kadın ancak, ''anne'' statüsü kazanırsa bir nebze (dilde) saygınlık kazanabilir. ''Anne hakkı ödenmez''gibi. Sözde övgülerde bile bir aşağılama vardır; ''erkek gibi kadın'', ''kadınlar bize tanrının emanetidir''.
Erkeğin kadına duyduğu aşkı anlatan sözlerde de kadın kimliği ve özgür iradesini yok sayan ve şiddet içeren pek çok motif vardır; ''ya benimsin ya toprağın'', ''ölesiye, öldüresiye sevmek''
İnsanların ana dilini özgürce kullanması ve ana dilde eğitim-öğretim her bireyin en temel hakkıdır ve bu hak devlet tarafından güvence altına alınmalıdır.
Farklı kimlik ve kültürlerin kadınları, diğer hemcinsleri gibi açlık, işsizlik ve yoksullukla boğuşurken, bir yandan da göçe zorlandıkları yeni kentlerde ana dilini ve kültürünü özgürce kullanamamanın sıkıntısını yaşamaktadır.
Bir taraftan yeni ve kendisine yabancı bir kültürde yaşamak zorunda bırakılan, üstelik bu kültürün insanları tarafından çoğu zaman istenmeyen ve potansiyel suçlu olarak görülen kadın bir taraftan kimlik savaşı verirken yakılan, yıkılan köyüne geri dönüşü düşlemektedir
Bölgede barış ortamı sağlanarak, insanca yaşamlarını sürdürebilecekleri koşullar oluşturulduktan sonra isteyenlerin köye dönüşü sağlanmalıdır.
Töre-namus cinayetlerini engellemek ve kız çocuklarının okula gönderilmemelerini önlemek için ceza yasalarına caydırıcı müeyyideler koymak, ''haydi kızlar okula''kampanyaları başlatmak elbette ki doğrudur ama yeterli değildir Yoksulluk ve işsizlik ortadan kalkmadıkça ''ev geçindirme mecburiyeti var''diye düşündüğü erkek çocuklarını okula gönderemeyen aileler kızlarını okula yine gönderemeyecektir. İşsizlik ve yoksulluğu yok etmenin kadının ve erkeğin ''yazgısını''değiştirmenin yolu ağalık sisteminin kaldırılmasında ve toprak reformunun gerçekleştirilmesindedir.
8- Kadın ve Medya
Medya, kadının kapitalist sistem tarafından ne kadar aşağılandığının ve metalaştırıldığının göstergeleriyle doludur. Kadın cinsel bir meta durumundadır. Medya onu cinsel bir obje olarak afişe eder.
En erotik pozları çektiren, insan onurunu iki paralık eden en iğrenç görüntülerde yer alan, gece hayatının uyuşturucu dumanları arasında bedenini pazarlayan kadın medyada baş köşeye oturtulur.
Kadın kendisi olmaktan çıkarılır, medya istediği için en olmaz şeyleri söyler, en olmaz yerlerde en olmaz kişilerle görünür, medya istediği için sevgili tutar, sevgiliden ayrılır, medya istediği için evlenir, boşanır.
Tüm topluma verilen mesaj zenginliğin yolunun buralardan geçtiğidir. Çoğu zaman yoksulluk kimi zaman da bu cafcaflı yaşama duyulan özenti sonucu pek çok kadınının önce fuhuş sonra da uyuşturucu batağına sürüklenişini getirmiştir.
Kadın cinselliği aynı zamanda reklam sektörünün de ana malzemesi durumundadır. Tüm ürünlerin reklamında o kadar çok kadın cinselliği kullanılmakta dır ki pazarlananın ne olduğunu düşünürsünüz ister istemez.
Yine medya eliyle erkeğin birden çok kadınla evlenmesinin ne kadar doğal bir hak! Olduğunun mesajı topluma ve özellikle de kadınlara diziler yoluyla verilmektedir.
9- Yerel Yönetimler ve kadın
Yerel yönetimler, kadınların daha rahat çalışabilmesi ve yaşayabilmesi için bazı önlemler almalı, kadına has hizmetler de sunmalıdır;
- Her semtte Ana-Çocuk Sağlığı Merkezleri açılmalıdır,
- Kadınlara eğitim ve becerilerini geliştirecekleri, ana çocuk eğitimi verebilecek ücretsiz kurslar düzenlenmeli, bu kursları bitirenlere iş olanakları sağlanmalıdır.
- Ana-çocuk sağlığı taramaları köylere kadar götürülmeli ilaç, gıda temininde yardımcı olunmalıdır.
- Kadınların işe gidiş dönüş saatlerinde ücretsiz seferler konulmalıdır.
- Belediye hastaneleri kurulmalı, yoksul ana ve çocuk ölümleri engellenmesine katkı konulmalıdır.
- Her semtte çocuk oyun alanları ve parklar yapılmalıdır.
- Yine yerel yönetimlerde çalışan kadınların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmaları engellenmelidir.
10- Siyasal İslam ve Kadın
Toplumun geleneksel kültür yapısı içindeki kadının yeri ve ona biçilen rolü, siyasal İslam'ın, özünde de dinin kadına bakışı belirlemiştir.
Kadına biçilen rol, kadının yaratılış amacının ''erkeğin hizmetini görmek'' olduğu ön kabulü ile şekillenmiştir. Bu ön kabul nedeniyledir ki kadına, ev işleri ve çocuk bakımı gibi hiçbir üretkenliği olmayan görevler yüklenmiş, örtünmesi ve kocasına itaat etmesi gerektiği yüzyıllardan bu yana kabul ettirilmeye çalışılmış ve bunda da ciddi anlamda başarılı olunmuştur.
Örtünen pek çok kadın bunu, dinin kadını korumak için emrettiğine inandırılmıştır. Oysa dinde kadına örtünmesi erkeği günahtan korumak için emredilmiştir.
Toplumda gerginliği tırmandırmanın aracı olarak kullanılan türban, siyasal İslam'ın baş malzemesidir. Kadınlar bir yandan inançları nedeniyle siyasal İslam'ın malzemesi olurken bir yandan da başka kesimlerce kadın bedeni üzerinden bir bardak suda fırtınalar kopartılmakta, ülkenin laik bir ülke olup olmayacağı neredeyse bir metre beze dolayısıyla da kadın bedenine endekslenmektedir.
Yine toplumun azımsanamayacak büyük bir kesiminde görülen çok kadınla evlilik de pek çok kadına, dinin erkeğe vermiş olduğu bir hak olarak kabul ettirilmiş ve pek çok kadın da ya bir başka kadının üzerine ''kuma''olarak gitmiş ya da üzerine ''kuma''getirilmesine sessiz kalmıştır.
Siyasal İslam a göre yine kadına yönelik şiddet(dayak) da dinin erkeğe verdiği hak durumundadır. Buna göre'' hata'' yapan kadın kocası tarafından önce uyarılacak, ''hata''nın tekrarlanması durumunda da kadın dozu giderek artırılarak dövülebilecektir. Üstelik de bunun ''aile müessesesini korumak'' adına yapılacağı iddia edilmektedir.
Dolayısıyla din ve dinin siyasal İslam tarafından kullanılması, geleneksel kültür içerisindeki erkek egemen anlayışı ve buna bağlı olarak da kadının konumunu belirlemektedir.
11- Savaş ve Kadın
Bütün dünyada kadınlar ve çocuklar savaşların yıkıcı etkisini en çok yaşayanlardır.
Savaşlarda kadınlara ve kız çocuklarına sistemli olarak tecavüz edildiği bilinmektedir. En son Sudan'da yaşayan kadınların durumu kamuoyuna yansıdığında olayın boyutları ile savaşın vahşi ve iğrenç yüzü bir kez daha görülmüştür.
Dünyada yaşanan tüm savaşların en büyük mağdurları olan kadınlar, bu savaşlarda eşleri ve çocuklarını kaybetmenin acısıyla birlikte yine savaşların derinleştirdiği yoksulluk ve açlıkla da savaşmak zorunda kalmaktadır.
Bu yüzdendir ki ''barış'' konusunda ''savaş karşıtlığı''konusunda çok duyarlıdır.
Ülkemiz kadınları da tüm savaş karşıtı platformlarda yerlerini almalı, sınıf kardeşleriyle birlikte tüm dünyada savaşa karşı barış talebini en yüksek sesle haykırmaya devam etmelidir. (NY/BA)
* Nevin Yılmaz, ESM Bursa Şube
Yılmaz'ın çalışması 22, 23, 24 Ekim tarihlerinde Ankara'da gerçekleştirilecek Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Kadın Kurultayı'na sunulacak ESM tebliğleri arasından alıntılandı.
ESM'nin kurultaya gönderdiği diğer tebliğler:
* Küreselleşme ve Çalışma Yaşamında Kadın; Emel Emre
* Kadına Yönelik Şiddet; Merih Çalışkan - Nihal Kocakuşak
* Medya ve Kadın; Emine Bulut - Selma Peksöz
* Türkiye'de Kadın Mühendisler; Emel Emre