Bu çoğunlukla, iktidarın "düzeni koruma" kaygısından kaynaklanmakta, en sağlam argümanın toplumsal fayda olması da onun kullanılmasını gerektirmekte. Suç işleyenler/suça itilenler için dillendirdiğimiz toplumla bütünleşme, topluma yeniden kazandırma kavramları da bu duruma netlik kazandırmakta.
Bireyin suç işlemeden önceki halini toplumun bir parçası olarak, suç işledikten sonraki halini ise tekrar topluma uyum diye algıladığımızda, her haliyle toplumun suçsuz olduğu sonucu ortaya çıkar. Bu durumda suça karışan kişi bir müddetliğine toplumsal unsurlara/normlara uyumsuzluk gösterdiği için cezalandırılmaya tabi tutulmaktadır.
Suça karışanın çocuk olması bu konuda bir farklılık yaratmaz. Hem "yaramaz" çocuklar suçlarla büyür, topluma uyumsuzluk için çocuksu duygularıyla ayak diretir oldular iyice. O yüzden ne zamandan beridir gözlerimiz yollarda suça karışan çocuklara verilecek cezaları bekliyoruz!
Çocuklar hırsızlık, gasp olaylarına karışarak, uçucu madde kullanarak (tiner, bali vs.) toplumun rahatını kaçırır/topluma "uyumsuzluk" gösterir oldu. Modern yaşamların bizi hapsettiği evlerimizde, küçük bedenlerin hırsızlık yaptığını görmekte, bin bir zorlukla -belki bankadan kredi isteyerek- aldığımız arabayı sabah kalktığımızda park ettiğimiz yerde bulamamakta, sokaklarda bali çeken ve her halinden "zararlı" olabilecek çocuklar görmekte, bizden bir mendil alması için arkamızdan gelen çocuklarla cebelleşmekte, köşe başlarına tünemiş, sokakta yaşayan çocuklar yüzünden akşamları dolaşamamakta olanlarımız günden güne artmakta.
Çocuğun suça karışması, topluma kazandırılmayı hemen aklımıza getiriyor ama suçun işlenmesinde toplumun nasıl bir etkisi olduğu bizi fazla düşündürmüyor. Peki, toplumu her şeye karışma, her şeye yön verme cüretinde bulunan medyadan ve özellikle de televizyondan ayrı düşünebilir miyiz? Veya toplumu iktidardan, iktidarın uygulamalarından ayrı düşünebilir miyiz?
İktidarın gölgesindeki toplumsal baskının, ekonomik yoksunluğun, sosyal dışlanmanın neticesinde oluşan isyankar tutumun sonuçları hırsızlık, gasp vb. pek çok suç olabilmekte. Fromm, isyankâr tipin toplumun baskıcı ağırlığını hissettiğini, ancak onun gerçek doğasını kavramayı başaramadığından bütün otoriteye karşı başkaldırdığını ve kendi yanılsaması içinde, sık sık faşist konuma düşerek, otoriteryenliği destekler duruma geldiğini belirtir. Bugün karşımızda duran umutsuz, anlaşılmaz görünen manzarayla ilgili açıklayıcı bir öneme sahip bu tespit. Çoğu dar gelirli aile sosyal yardımlaşmadan veya sosyal hizmetlerden aldığı cüzi yardım karşısında "devletimize zeval gelmesin" demekte, günlerce yardım alabilmek için koşuşturmakta ve kendilerine lütufta bulunur tarzda yardım veren görevlilere "muhtaç" olduklarını kanıtlama gayreti içindeler.
Aynı şekilde suça karışan birey gene de vatanına, milletine yararlı olma gayretindedir çoğu zaman. Çünkü içinde olduğu durum karşısında iktidarlık bir şey görmez.
Bugünlerde, popülerliğini koruyan konulardan biri, çocukların suç ve şiddet olaylarına karışma sıklıklarıdır. Bu olaylar karşısında adeta "nasıl oluyor da bunlar olabiliyor" şaşkınlığı var çoğumuzda. Aslında yaşananlar artık görmekten kendimizi alıkoyamadığımız ve yavaş yavaş hepimize zarar vermeye başlayan olaylar olduklarından beridir daha çok konuşulur oldu.
Elbette ki şu aşamada konuşulması gereken bununla nasıl başa çıkılacağı. Hem nedenlerden önemli görünen, bir an önce bu olayların önünün alınması bu yaramazlara hadlerinin bildirilmesi değil mi!
Üzülme hakkınla istismar ediliyorsun
Suça sürüklenen çocuklarla ilgili yasal düzenlemelerde de buna benzer bir yanılsama var. Kanunlar, suça itilme hususunda hayatın gerçekliklerini göz önünde bulundurmalı, oysaki kanunların çocuklar için öngördüğü haklar, çocukların karşısına istismar edici unsurlar olarak çıkabiliyor.
Bu durumda kanunlar çocuk haklarının ruhuna aykırı bir biçimde çocukların istismarını doğurabilecek sonuçlara neden olabiliyor. Çoğu zaman korsan CD tezgâhlarına çocuklar sahip çıkmakta. Madde kullanan çocuklarla ilgili basında pek çok haber çıkmakta. Hep zarar verme gayreti içinde oldukları verilmeye çalışılmakta bu haberlerde.
Bazen de "duyarlı" vatandaşların bu kendini bilmezleri ellerine geçirdikleri sopa vb. şeylerle dövdükleri anlatılmakta görüntüler eşliğinde. Hırsızlık ve gasp olaylarında sürekli artış görülmekte ve bazı çocuklar bu işler için çeteler tarafından aranır hale geliyor.
Bu durum beraberinde diğer pek çok suçun da tetikleyicisi olabilmektedir. İyi de bu hususların çocuk mevzuatıyla nasıl bir ilgisi olabilir? Çocuklarla ilgili mevzuata göre, çocukların "suçları" yetişkinlerinkiyle bir tutulamaz. Bu doğrultuda, suç hususunda 0-12 yaşın cezai sorumluluğu olmadığı, 12-15 yaşının suç fiili yüzünden sınırlı sorumlu tutulabileceği ve 15-18 yaşın sorumlu ama işlenen suç fiili için indirim öngörüldüğü ifade edilmektedir. Engelliler için de özel hususlar var.
Bunlar, Çocuk Hakları Sözleşmesi bağlamında öngörülen haklar ve çocuğa özgü adalet sisteminin bir gereğidir. Ancak uygulamada, korunma ihtiyacı olan ve/veya suça sürüklenen çocuklar için yeterli hizmet sunulmaması kanunda öngörülen hakların istismar edici unsurlar olarak kullanılmasını doğurmaktadır.
Örneğin; çeşitli suçlarda çocuklar kalkan olarak kullanılabilmekte ve suç unsuru taşıyan pek çok husus çocuklara yaptırılmaktadır. CD, kitap, hırsızlık, gasp vb. olaylarda çocukların bu kadar sık görülmesi de bundan ötürüdür. Hırsızlık, gasp vb. suç olan fiiller özellikle çocuklara yaptırılmakta ve çocuklar bu suçları işleme konusunda kazandıkları "deneyim" boyutunda çetelerin istismarına uğramakta veya buna karşı savunmasız kalmaktadırlar.
Bunun en somut örneği ise pek çok çocuğun yaşından fazla mahkeme dosyasına sahip olmasıdır. Bu durumu körükleyen önemli unsurlardan biri, konuyla ilgili koruyucu, önleyici hizmet sunmaya odaklı çalışmaların olmamasıdır. Çocuğa özgü adalet sisteminin önemi, çocuğa yönelik sosyal refah uygulamalarının geliştirilmesini gerektirmesidir.
Çocuğu güçsüzleştirmek, iktidar karşısında nesne konumuna getirmek ve çocuğu çeşitli haklara sahip birey olarak algılamamak çocukları ceza adalet sistemiyle ve baskıcı uygulamalarla sindirmek anlamını taşımaktadır. Ne yazık ki karşımızdaki manzara da bundan farksız değil.
Sen bakamıyorsan al benden de o kadar!
Korunma ihtiyacı olan çocukların durumuna baktığımızda manzara yukarıdakinden farksız. Bu konuda yetkili resmi kurum Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK). Konuya ilişkin pek bir şey söylemeye gerek yok gibi; son günlerde gündemde olan SHÇEK, korumakla yükümlü olduğu çocukları sokakta çalışırken toplamakta, bazılarının suça karıştığını ve yakalandığını öğrenmekte, bazılarının akıbeti hakkında da habersizdir.
Her iktidar değişikliğinde değişen SHÇEK genel müdürü, genellikle konuyla ilgili meslek elemanları arasından seçilmiyor. Sosyal hizmetlerden sorumlu bakan, korumakla yükümlü olunan çocuklarla ilgili yaptığı açıklamalarda etiketleyici, ayrımcı bir dil kullanmakta sakınca görmüyor. Ne demek bunlar?
Bir taraftan kanunlar çıkmakta ve çocukların yararı doğrultusunda ifadeler taşımakta; diğer taraftan çocukları korumakla yükümlü resmi kurum olan SHÇEK kimi zaman aileleri tarafından istismar edilen çocukları korum bakımına almakta ama nedense istismar ve ihmal kurumda da sürmekte.
Bu tutum, bu alanda çalışan sosyal çalışmacı, psikolog, çocuk gelişimci vb. meslek elemanlarının da çalışmalarına sekte vurucu bir nitelik taşıyabilmekte. Çünkü bu konuya gerektiği gibi hassasiyet gösterilmemesi, mesleki boyut ve yaklaşımlardan çok siyasi iradenin baskın olması, yapılan mesleki çalışmalara engel olabilmekte veya zarar verebilmekte. Bu husus, yukarıda sözü edilen mesleklerin iktidar tarafından nasıl algılandığını/yönlendirildiğini göstermesi açısından da büyük bir önem taşıyor.
Kanunlar, çocukların yararı için haklar öngörüyor ama bu doğrultuda hizmetler sunulmadığı için çocuklar, istismar ediliyor. Karşımızda duran bu kötü manzaranın sebebi çocukların cehaleti veya hırçınlığı değil. Aksine gerekli hizmetlerin sunulmaması nedeniyle çocuğun mağdur duruma düşürülmesi, dışlanması, etiketlenmesi ve suça yönlendirilmesi.
Bu durum, kaos olarak görünmesiyle iktidarın, elini güçlendirmekte; baskıcı uygulamaların önünü açmakta; ayrıca, çocukları, baskıcı uygulamalarla sindirerek, güçsüzleştirerek gönlünü ferahlatmakta. Toplumun bu manzara karşısındaki tutumu sorunları algılamak ve çözüm için harekete geçmek şeklinde değil; körlük ve kayıtsızlık.
Bu da sindirilmiş ve tepkisizleştirilmişlikten kaynaklanıyor. O halde iktidarın bizi içine sürüklediği yanılsamaya düşmeden, topluma kazandırmanın değil de toplumun kazanılması gerektiğini söyleyemez miyiz? Herhalde aksi durumda kanunların hışmına uğrayan çocuk sayısının artmasını onamış, destek vermiş olacağız.(SA/EÜ)