Ayşecan Terzioğlu, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu ile Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı'nın ortaklaşa düzenlediği II. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi'nde, "Kadın Bedeni Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler: Kanserli Kadınlar Rahim ve Meme Kaybı Süreçlerini Nasıl Anlatıyor?" başlıklı bir sunuş yaptı.
"Kadın kanser hastalarının sesleri benim için tıp alanında cinsiyetçiliğin en net görüldüğü yerdi" diyen Terzioğlu, sunuşunda özetle şunları söyledi:
Kadın hastalar anlatıyor
Araştırmam sırasında meme, rahim, rahim ağzı kanseri hastası kadınlarla görüştüm. Gördüm ki, hastalar tıp alanında ve kendi çevrelerinde ötekileştiriliyorlar. Kadın hastalar iki kere ötekileştiriliyorlar. Onların sesleri benim için tıp alanındaki cinsiyetçiliğin en net görüldüğü yerdi.
Hastalık tuhaf bir olgu. İnsanın varlığı kadar eski ama günün toplumsal dinamikleriyle karşılıklı etkileşiminden dolayı güncel. Bütün insanların başına geldiği ve bütün toplumlarda bulunduğu için evrensel ama hasta olan kişiyi etkilediğinden kişisel ve öznel bir deneyim olarak da yaşanıyor. İstatistiklerle de anlatılarla da ifade ediliyor.
Kanserli kadınlar rahim ve meme kaybı süreçlerini nasıl görüyor ve yaşıyor; hastalık ve tedavi deneyim ve anlatılarını ne derece paylaşabiliyor?
Memesi ya da rahmi alınmış kanserli kadınlar deneyimlerini anlatırken, tıptaki cinsiyetçi bakış açısını ve bu bakışın beden algısına, cinsellik, toplumsal cinsiyet gibi konulara yansımasını bize gösteriyorlar.
Görüştüğüm meme, rahim ve rahim ağzı kanserli kadınların çoğu tedavileri sürecinde doktorlarla beden, doğurganlık, cinsellik gibi konularda zoraki yakınlığa girdiklerini anlattılar.
Doktorlara güvendikleri için özel alanlarına girmesini normal karşılıyorlar ama bu kendilerini ve bedenlerini doktorlara ve tıbba kayıtsız şartsız teslim ettikleri anlamına gelmiyor.
Beden ve toplumsal cinsiyeti yeniden tanımlamak
Hastalar, hastalıklarının bedenlerine ve yaşamlarına etkisini mümkün olduğunca kontrol etmek istiyorlar.
Foucoult'un bilmek ve güç sahibi olmak arasındaki yakın ilişkiye dikkat çekmiş olmasının biri örneği olarak, birçok kanser hastası, hastalıklarının yaşamlarına ve bedenlerine etkilerini kontrol edebilmek için mümkün olduğunca çok şeyi bilmek ve açıklayabilmek istiyorlar.
Bu çerçevede hasta - doktor ilişkisi, hastanın verdiği bilgiler karşılığında doktorun mahrem alanına girmesine izin verdiği bir alışverişe dönüşüyor.
35 yaşında, meme kanseri hastası anlatıyor:
"Eh, doktor soyun derse soyunacaksın. Muayene etmek için de istediği yeri elleyecek. Hasta olarak rahatsız olmamak lazım ama insan bunun karşılığında açıklama, bilgi bekliyor. Şurana bakıyorum, bunun için desin isterdim."
Teşhis konulduğunda doktorlardan "hastalıklarının sebebi" ve "tedavinin ne derece etkili olacağı" konusunda açıklama bekliyorlar. Doktorun çoğu zaman net yanıt veremeyip olasılıklardan söz etmesi, sürece ilişkin istatistik vermesi, beklentiyi karşılamıyor.
Hastalığın yol açacağı değişiklikler konusunda bilinmeyenler, hastaların, yaşamlarına etkisini kontrol etmesini engelliyor. Tıbbın dolduramadığı boşlukları, hasta, kendi yorum ve bilgileri doğrultusunda dolduruyor.
Hastalar bedenlerini ve toplumsal cinsiyetlerini yeniden tanımlayıp pasif nesne olmakla bedenlerine sahip olmak konusunda yeni bir denge kurmaya çalışıyor.
"10 kişinin yanında soyunmamı söyledi"
Görüşmelerim sırasında ortaya çıkan bir başka bulgu da mahremiyete yeterince saygınlık gösterilemediğine ilişkin.
Okmeydanı'nda eski SSK hastanesinde muayene olan meme kanserli bir kadın anlatıyor:
"Giyiniyordum ki paravanla kapalı bölüme üzerinde önlüğü olmayan bir adam girdi. Göğsümdeki kitleyle ilgili sorular sormaya başladı. Anlamadım, rahatsız oldum. Bu sırada doktorum geldi, 'Arkadaşım da doktor ama izinli. Kitleni gösterecektim' dedi. Doktorum bir başka doktorun geleceğini önceden bir söyleseydi keşke..."
Tıbbı otorite ve güvenle pekiştirilmiş mahrem ilişkinin bozulması, muayenehanede de olabiliyor. Pansuman için doktor muayenehanesine giden bir hasta anlatıyor:
"İçeride doktorun 10 tane öğrencisi vardı. Onların yanında üzerimi çıkarmamı söylediğinde, şaka yaptığını sandım. Ciddiydi. O halde öğrencilerin beni görüp yaramı tek tek ellemesi, hoş değildi. Utandım. Doktora niçin çağırdığını sordum. Öğrencilerin bu tip bir ameliyatı, daha yeni yapılmışken muhakkak görmeleri gerektiğini anlattı."
Kayıp ve acının sembolu: Yara
"Yara", memesi ve rahmi alınmış kadınların çok kullandığı, psikolojik güçlüklerini çok güzel anlatan bir kelime. Kaybı ve acıyı sembolize ediyor:
"Bir zamanlar çocuklarımın evi olmuş, onları doğmadan korumuş, saklamış rahmimin yerinde şimdi sadece yara var."
Hastalar, hastane ortamında kabul görebilmek için mümkün olduğunca sağlık çalışanlarından öğrendikleri tıbbi terimlerle konuştuklarını ama anlatıları sırasında kendi kelimelerini kullanmayı tercih ettiklerini anlatıyor.
Susan Sonntag, "Kanser, mahrem beden kısımlarıyla özdeşleştiği için de rahat konuşulamaz" der.
Özellikle yaşı 55'in üzerinde olan yüksek sosyo ekonomik kesimden gelen meme kanseri hastası kadınlar, "meme" kelimesinden kaçınıyor:
"Hastanede o kadar çok 'meme' lafı kullanıyorlar ki, yüzüm kızarıyor duyunca. Ben kolay kolay 'göğüs' bile diyemem ama hastanede böyle değil. Genç hemşireler, koca adam olmuş doktorlar 'meme' deyip duruyorlar. Bu da benim çok garibime gidiyor."
Kelimelerden kaçınma çabası yüzünden de 'yara' kelimesi anlatılarda 'alınmış meme' ya da 'alınmış rahim' anlamına da geliyor.
Yüzleşme ve başa çıkabilme
Hastaların hastalık ve tedavi süreçleriyle yüzleşme ve başa çıkabilmeleri de farklı zorluklar içerebiliyor.
Görüşmelerim sırasında bu süreçle daha rahat başa çıktığını söyleyenler, 55 yaşın üzerinde düşük sosyo ekonomik kesimden gelen kadınlar. Birbirlerine ve -böyle bir talebim olmadığı halde- bana yaralarını gösteriyor, yaralarının büyüklüğünü ve şeklini ayrıntılı bir şekilde birbirleriyle karşılaştırıyorlar:
"Aman memem alındı da ne oldu. Çocuklarımı emzireli yıllar olmuş, işi bitmiş. Kolumu alsalar daha fena olurdu. İş yapamazdım."
55 yaşın üzerindeki sosyo ekonomik konumu yüksek kesimden kadınlar içinse yüzleşmek daha zor:
"Yıkanırken aynada kendi bedenime bile bakamıyorum. Otobüste kazara bakan birini görsem, göğsümün alındığını fark etti mi, diyorum. Kırk yıllık eşimin yanında geceliğimi giyerken rahat edemiyorum."
22-55 yaş arasındaki kadınlar, meme ya da rahim kaybıyla daha erken yüzleştikleri için cinsellik ve doğurganlık arasında sıkı bağ kurup hastalıklarını 'kendilerine yapılmış bir haksızlık' olarak nitelendiriyorlar. Özellikle evlenmemiş ve çocuğu olmayan kadınlar, kayıplarının etkisini daha derinden yaşayarak doğurganlık ve cinselliği yeniden tanımlıyorlar:
32 yaşındaki bir kadın, evlenip çocuk sahibi olmadan önce ekonomik bağımsızlığını kazanmayı hedeflediğini, ancak bunun karşılığında rahmi alındığı için hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacağını söylüyor.
Şiddetli ağrıları olduğu halde evlilik öncesi cinsellik yaşamadığı için jinekolojik muayeneye gerek duymayan ve bu nedenle hastalığının teşhisi geciken ve rahmi alınan bir kadın, annelik keyfini yeğenleri üzerinden yaşadığını anlatıyor. Anlatısında biyolojik annelik yerine toplumsal özelliklere vurgu yapıyor.
Hastalık anlatısı oluşturmak ve paylaşmak, hastalıkla başa çıkmakta önemli bir adım.
22-55 yaş arası kadınlar, meme ya da rahimlerinin alınmasını güzelliğin ve cinsel çekiciliğin azalması olarak yorumluyor. 30 yaşında, meme kanseri hastası bir kadın anlatıyor:
"İki yıllık evliyim. Son altı ayım ameliyat ve radyoterapilerle geçti. Bana ve eşime haksızlık olduğunu düşünüyrum. Kendimi eskisi kadar güzel ve çekici hissetmiyorum. Eşim bütün ömrünü tek memeli bir kadınla geçirecek diye de üzülüyorum."
Aynı hasta devam ediyor:
"Kanser tedavimden önce neredeyse hiç makyaj yapmazdım. İşe gitmediğim günler ne giydiğimle ilgilenmezdim. Şimdi her sabah aynanın karşısına geçip yeni aldığım kıpkırmızı rujumu sürüyorum. Ayna karşısında kendimi iyice beğenene kadar oyalanıyorum. 'Göğsümün yerinde yara var ama yine de güzelim' diyorum."
Meme konstrüksüyonu düşünülmüyor
Görüştüğüm kadınların hiçbirinin meme rekonstrüksüyonunu düşünmemesi, pahali ve gereksiz bulması ilginç. Çoğu kadın, meme kaybını da rahim kaybı gibi sürekli görüyor.
Doktorlar: Boş bir patates çuvalı ya da çöp torbası
Kanserli kadınların bu mücadele ve iç hesaplaşması, doktrolarıyla iletişimine nasıl yansıyor?
Doktorların birçok ifadesi, kadınları ve mücadelelerini olumsuz etkiliyor:
"Artık rahmin zaten bir işe yaramaz. Boş bir patates çuvalı gibi. Alalım, kurtul."
"Bu meme çöp torbası gibi olmuş. Daha çok hastalık üretip yayacak."
Bu tip ifadeler, hastaların doktorlarla bedenleri üzerinden kurdukları yakınlığın zorakiliğini pekiştiriyor.
Sıklıkla görüyoruz ki, doktorlar, hastalarla iletişim kurarken meme ve rahim kaybının kadınlar için ne anlama geldiğini düşünmüyorlar. Böylece hastaların meme ve rahim kaybıyla başa çıkmasına destek olmak yerine kişisel ve mahrem alanlarına zoraki müdahale eden tıbbi otorite haline geliyorlar.
Oysa meme ya da rahmin alınması, aynı zamanda hastanın kendi bedeninden bir kısmın kaybı demek. Doktorların, tıbbi olarak kaçınılmaz bir müdahalenin hastada nasıl bir yaraya yol açtığını sorması, düşünmesi ve bu yaraya ona göre yaklaşması gerekiyor. (BB)