İstanbul’un doğası kadar kültürü de sarsıcı bir dönüşümle karşı karşıya.
“Çılgın Proje” adıyla kamuoyuna duyurulan Kanal İstanbul Projesi, başlangıçta deniz trafiği güvenliğini artırma ve yeni bir su yolu açma iddiasıyla tanıtıldı. Ancak aradan geçen yıllarda proje, çevre uzmanlarından arkeologlara, kent plancılarından hukukçulara kadar birçok uzman tarafından eleştirildi.
Özellikle kültürel miras alanında, proje güzergâhında yer alan çok katmanlı tarihî alanların kaderi, bilimsel verilerden çok, imar planları ve inşaat takvimleri doğrultusunda şekilleniyor.
Europa Nostra Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Arkeolog Yiğit Ozar’a göre, “Kanal İstanbul, Yarımburgaz Mağarası’ndan Osmanlı çiftliklerine, II. Dünya Savaşı koruganlarından kırsal peyzajın bütününe uzanan kültürel mirası geri dönülmez biçimde tehdit ediyor. Kazı çalışmaları, yoğun yapılaşma baskısı ve ekolojik tahribat, bu köklü coğrafyanın bütünlüğünü parçalayacak ölçüde risk taşıyor.”
Gazeteci Çiğdem Toker ise, projenin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunda kültürel varlıklara dair Hasankeyf örneğinden hareketle taşıma önerisinin yer almasını eleştirdi.
Tehlike altındaki kültürel alanlar
Kanal güzergâhındaki kültürel varlık alanları da projenin en tartışmalı yönlerinden biri.
Özellikle Küçükçekmece, Başakşehir ve Arnavutköy bölgelerinde yoğunlaşan bu alanlar, aynı zamanda birçok tescilli ve tescilsiz kültür varlığına da ev sahipliği yapıyor. Bunlar arasında Yarımburgaz Mağarası, Azadlı Baruthanesi, Odabaşı Köprüsü gibi yapılar bulunuyor.
Kanal İstanbul’un güzergâhı, sadece İstanbul’un değil, aynı zamanda Anadolu’nun ve Avrupa’nın tarih öncesi dönemlerinden bugüne uzanan çok katmanlı bir kültürel geçmişe ev sahipliği yapıyor. Ancak bu zenginliğin önemli bir kısmı, yapılması planlanan kanal kazısı, inşaat faaliyetleri ve çevresel değişiklikler nedeniyle geri dönüşsüz biçimde yok olma riskiyle karşı karşıya.

Yiğit Ozar, Kanal İstanbul Projesi nedeniyle tehdit altında olan kültürel miras alanlarını şöyle açıklıyor:
“Kanal güzergâhı ve çevresindeki rezerv alan boyunca Yarımburgaz Mağarası, Küçükçekmece Lagün Havzası çevresindeki arkeolojik alanlar (‘Bathonea’ çevresi), Spradon, Resneli Çiftliği, Azadlı Baruthanesi, Dursunköy yakınlarında keşfedilen antik yerleşim alanı gibi bölgenin arkeolojik bağlamda bütünüyle kritik bir önem taşıdığını gösteriyor. Yarımburgaz Mağarası’nın 400 bin yıl öncesine tarihlenen buluntularıyla bölge, ilk insanın Afrika’dan yayılışına dair tartışmalarda kritik ipuçları barındırıyor. Mağara’nın Neolitik katmanları, Neolitik kültürün Avrupa’ya geçişine ilişkin önemli veriler sunuyor. Yine MÖ 2. yüzyılda inşa edilen Via Egnatia’nın bu coğrafyadan geçmesi, bölgenin Antik Çağ’dan itibaren Asya–Avrupa arasındaki etkileşimlerde nasıl stratejik bir rol oynadığını gösteriyor. Paleolitik dönemden Osmanlı’ya uzanan bu uzun tarih içinde bölge; doğal kaynakları, tarım ve mera alanları, tarihi köyleri ve çiftlikleriyle hem kültürel hem de biyolojik çeşitliliği iç içe barındıran bir biyokültürel peyzaj oluşturuyor. Paleolitik dönemden Erken Cumhuriyet dönemine uzanan çok katmanlı bir kültürel birikim sunuyor.
“Kanal İstanbul, Yarımburgaz Mağarası’ndan Osmanlı çiftliklerine, II. Dünya Savaşı koruganlarından kırsal peyzajın bütününe uzanan kültürel mirası geri dönülmez biçimde tehdit ediyor. Kazı çalışmaları, yoğun yapılaşma baskısı ve ekolojik tahribat, bu köklü coğrafyanın bütünlüğünü parçalayacak ölçüde risk taşıyor. Projenin ağır inşaat süreçleriyle birlikte henüz keşfedilmemiş arkeolojik potansiyelinin yok olma ihtimali, güzergâh üzerindeki kültür varlıklarının Hasankeyf örneğinde olduğu gibi başka alanlara taşınarak özgünlük ve anlamlarını yitirmesi, kültürel mirasın korunması açısından ciddi tehlikeleri oluşturuyor.”
Küçükçekmece Gölü kıyısında yer alan Bathonea Antik Kenti de benzer şekilde tehdit altında.
MÖ 2. yüzyılda inşa edilen antik kent, Roma ve Bizans dönemlerine ait mimari kalıntılar, liman yapıları ve yollar barındırıyor. Bathonea’nın bulunduğu alan, uzun yıllar boyunca arkeolojik sit olarak korundu.
Ancak 1991 yılında 1. derece sit olarak ilân edilen 1156 hektarlık alanın yaklaşık 200 hektarı 2010’larda önce 3. dereceye düşürüldü, sonra da tamamen sit statüsünden çıkarıldı. Bu durum, yalnızca bu antik yerleşimin değil, çevresindeki tüm tarihi peyzajın yapılaşmaya açılmasının önünü açtı.

Azadlı Baruthanesi
Kanal güzergâhında yalnızca antik dönem kalıntıları değil, Osmanlı döneminden kalma çiftlik yapıları, endüstriyel tesisler ve askeri yapılar da bulunuyor. Resneli Niyazi Çiftliği, Azadlı Baruthanesi gibi yapılar bu çok katmanlı mirasın parçaları.
Kanal hattı boyunca kesilecek olan Roma dönemine ait su yolları ve Mimar Sinan imzalı Odabaşı ve Sazlıdere köprüleri de ciddi risk altında. Bu yapılar, sadece mühendislik başarıları değil, aynı zamanda İstanbul’un suyla kurduğu tarihsel ilişkinin sembolleri.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İstanbul Planlama Ajansı tarafından 4 Ocak 2025’te yayımlanan “Kanal İstanbul Bilgilendirme Toplantısı Raporu”nda projenin kültürel alanlara vereceği zarar şöyle ifade edildi:
“Proje, 14 milyon metrekare arkeolojik sit alanı, 850 bin metrekare doğal sit alanı ve 2 milyon metrekare karma sit alanını tehdit etmektedir. Kemerburgaz bölgesinde bulunan ve kültürel değer taşıyan bir mağara üzerine yol yapılması planlanmaktadır. Bu alanların yok edilmesi, İstanbul’un binlerce yıllık tarihi ve doğal mirasına ciddi ve geri dönüşü olmayan zararlar verecektir.”
ÇED Raporu: “Bilimsel olarak kabul edilemez”
Projenin ÇED raporu, 23 Aralık 2019 tarihinde yayımlandı ve onaylandı.
ÇED raporunda yalnızca 24 tescilli kültür varlığına yer verilmesini değerlendiren Ozar, bu yaklaşımın bölgenin gerçek arkeolojik yoğunluğunu tam anlamıyla yansıtmadığına, bilimsel olarak kabul edilemez bir yöntemsel eksikliği gösterdiğine dikkat çekerek rapora dair şu değerlendirmede bulundu:
“ÇED’e eklenen ‘Arkeoloji Raporu’ sadece tek bir uzman tarafından, literatür araştırması dışında yalnızca dört günlük bir saha çalışmasıyla hazırlanmış durumda. Geniş bir kronolojiyi içeren bu coğrafyada böylesine sınırlı bir inceleme, en temel teknik standartlara bile uymuyor. Nitekim, ÇED olumlu kararına ilişkin Danıştay davası kapsamında sunulan bilirkişi raporu da ÇED’in arkeoloji raporunu ‘eksik ve güvensiz’ olarak nitelendirmektedir.
“Ayrıca rapor yalnızca kanal hattını ele alıyor; kanalın çevresine inşa edilecek ‘Yenişehir’/rezerv yapı alanının kültürel mirası, arkeolojik potansiyeli tamamen dışarıda bırakılmış. Yarımburgaz Mağarası’ndan Roma su yollarına, endüstri mirasına, 2. Dünya Savaşı koruganlarına uzanan kültürel mirasın korunmasına yönelik somut bir plan ÇED raporunda yer almamaktadır.”

Ozar ayıca proje alanının yaklaşık 1700 hektarlık kısmının, arkeolojik, tarihi ve doğal sitlerden oluştuğuna; ancak bu sit alanlarının projede ele alınış biçimi ciddi soru işaretleri yarattığına dikkat çekti:
“Örneğin, rezerv yapı alanı içinde kalan arkeolojik sitlerin ‘arkeolojik park’ olarak düzenlenmesi öneriliyor; fakat çevresine getirilen yoğun yapılaşma kararları düşünüldüğünde, bu yaklaşımın gerçek bir koruma sağlaması güç. Sit sınırlarının hemen dışına planlanan Yenişehir yapılaşması, bu alanların özgün ortamını tamamen değiştirip adeta başka bir coğrafya yaratacak. Üstelik bölgedeki bazı sit alanlarının bir bölümün sınırları yıllardır farklı kurumların müdahaleleri ve çeşitli yasal düzenlemelerle koruma aleyhine daraltılıyor. Bathonea bunun en çarpıcı örneklerinden biri. 1977’de koruma altına alınan bu alan, 80’lerden itibaren ‘üniversite alanı’, ‘Olimpik Köy’, ‘fuar alanı’ gibi farklı işlevlerle hedef hâline getirildi. 1991’de 1156 hektar olarak ilan edilen 1. derece sit alanının tam 200 hektarı, 2010’da önce 3. dereceye düşürüldü, ardından tamamen sit statüsünden çıkarıldı. Dolayısıyla bölgenin bütünlüğünü koruyacak yasal çerçeve adım adım zayıflatılmış oldu.”
Gazeteci Toker: ÇED raporunda kültürel miras es geçilmiş
Gazeteci Çiğdem Toker ise şunları söyledi:
“Roma Su Yolu, tarihi Odabaşı Köprüsü proje alanı içinde. Bu kültürel yapılara dair projenin yaklaşımı ise ne yazık ki Hasankeyf’te olduğu gibi taşıma. Keza Rhegion, Spradon 1. Derece Arkeolojik SİT Alanları, Resneli Niyazi Çiftliği, Azatlı Baruthanesi. Sonra Yarımburgaz Mağarası… İşte bu alanlarda, korumaya yönelik olarak tampon bölge oluşturulması gerektiği vurgulanıyor. İnşaat başlarsa, yarma ve patlatma işlemleri yapılacak. Bu patlatmaların kültür varlıklarına zarar vermesi kaçınılmaz. Ama olası sorunları çözecek nitelikte öneriler ÇED’de yok. Umarız ki bu kültürel ve tarihi miras gözden çıkarılmamıştır.”

Bilirkişi raporu: Kültürel miras tehlikede
21 uzmandan oluşan bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan, 22 Eylül 2025’te tamamlanarak Danıştay 4. Dairesi’ne sunulan yaklaşık 400 sayfalık rapor, projenin hem çevresel hem de kültürel boyutta ciddi riskler içerdiğini ortaya koydu.
Raporda, Kanal İstanbul Projesi güzergâhında yer alan çok sayıda doğal ve kültürel miras alanının geri dönülmez biçimde zarar görebileceği vurgulandı. Bilirkişi heyeti, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından hazırlanan ÇED dosyasının “bilimsel ve teknik açıdan uygun olmadığını” belirterek, raporda yer alan çevresel, jeolojik, sosyal ve kültürel etkilerin eksik ve yetersiz analiz edildiği kanaatine vardı.
Bilirkişi raporunda, proje alanında yer alan başta Yarımburgaz Mağarası, Odabaşı ve Mimar Sinan Köprüleri, Rhegion Antik Kenti, Azatlı Baruthanesi ve Roma su yolları olmak üzere pek çok tescilli kültür varlığı için herhangi bir koruma planı sunulmadığı ifade edildi. Raporda ayrıca, bu yapıların kanal hafriyatı sırasında zarar göreceği, bazı yapıların ise doğrudan su altında kalma riski taşıdığı kaydedildi.

Kanal İstanbul: İstanbul için ekolojik felaket
Bilirkişi heyeti, projeye ilişkin ÇED raporunu şu ifadelerle değerlendirdi: “Rapor; yanlışlarla dolu, tutarsız, çelişkili, konunun uzmanları tarafından hazırlanmadığı izlenimi veren özensiz hazırlanmış bir rapor olup olumlu değerlendirmek mümkün değildir.”
Ozar ise arkeolojik veriler ışığında bakıldığında Kanal İstanbul Projesi’nin bugünkü şekliyle uygulanmasının kültürel ve doğal mirasın bütünlüğünü parçalayarak Türkiye’nin mirasında geri dönülmez bir boşluk yaratacağına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Yarımburgaz Mağarası gibi dünya ölçeğinde benzersiz bir Paleolitik alanın çevresinin bir kanal projesiyle köklü biçimde değiştirilerek ciddi bir risk altına sokulması, Küçükçekmece Lagünü’nün hem doğal hem de arkeolojik bir alan olarak tahrip edilmesi, İstanbul’un yüzyıllardır süregelen kent–kır arayüzü mirasının ve kentin su mirasının, sit alanlarının yapılaşmayla kuşatılması bunun en somut örnekleridir. Bu nedenle proje, sadece İstanbul’u değil, insanlığın ortak mirasını etkileyecek ölçekte bir tahribat riski taşımaktadır.”
Kanal İstanbul Projesi hakkında
Kanal İstanbul projesi, Türkiye’de şimdiye kadar önerilmiş en büyük altyapı ve şehircilik girişimlerinden biri. 2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Çılgın Proje” adıyla duyurulan bu yapay su yolu; Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştirecek şekilde, yaklaşık 45 kilometrelik bir kanal olarak planlandı. Ancak mesele yalnızca bir su yolu değil: Kanalın her iki yakasında kurulacak yeni şehirler, devasa altyapı projeleri ve ulaşım hatlarıyla birlikte düşünüldüğünde, bu girişim adeta İstanbul’un kuzeybatı hattında yepyeni bir mega kent yaratmayı amaçlıyor.
Hükümetin resmî gerekçesi, İstanbul Boğazı’ndaki deniz trafiğinin tehlikeli seviyelere ulaşmış olması. Özellikle tanker kazaları, petrol ve tehlikeli madde taşıyan gemilerin oluşturduğu risk iddiaları iktidarın Kanal İstanbul’un “güvenli bir alternatif geçiş güzergâhı” söyleminin temelini oluşturdu.
Kanalın genişliği 275 metre, derinliği ise 20.75 metre olarak planlandı. Ayrıca, kanal etrafında kurulacak yerleşim alanında 500 bin yeni nüfusun barınacağı belirtiliyor. Bu da beraberinde çevresel, sosyolojik ve kültürel birçok problemi getiriyor. Yapılaşma baskısı, yerel tarım alanlarını, su havzalarını ve en önemlisi kültürel miras bölgelerini tehdit eder hale geliyor.

(AK/TY)











