Doğrusu o günler için o kodda konuşan bir siyasetçiye karşı tam tersinden muhalefet etmek belki de parlamentodaki muhalefet güçleri için kolay ve arzulanabilir bir şeydi.
Aslında bir nevi "Al gülüm, ver gülüm" politikasıydı. Yani statükonun korunmasıydı bir anlamda esas olan parlamento muhalefeti açısından.
Ama bugün yani 4 ay sonra ezber bozuldu. Adeta resmi söylemin ezberi bozuldu 1998 yılında kendi partisinin hazırladığı raporda da "Kürt Sorunu" ifadesini kullanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) birden bire Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) ve Başbakan Erdoğan'a karşı "Bölücülük yapıyor" diye kükremeye başladı.
Daha düne kadar Susurluk meselesinin üzerindeki kapkara leke halen duruyorken bugünün "Demokratı" kesilen Doğru Yol Partisi (DYP) Başkanı Mehmet Ağar da Recep Tayip Erdoğan'a Diyarbakır konuşmasını gerekçe göstererek ateş püskürmeye başladı.
Elbette bu salvolardan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi (ANAP) da geri durmadı. Onlar da benzer tepkileri göstermede ısrar ettiler.
Bütün bunların kökeninde yatan ise elbette beklenmedik bir anda alışılmış düzeni alabora eden Başbakan'ın tabir uygun düşerse "oyun bozuculuğuydu".
Başbakan oyunu bozmuş, diğerlerinin kozlarını ellerinden almıştı. Dolayısıyla da oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi ağız birliği etmişçesine hep beraber "Ama, bölücülük yapılıyor" telaşına düşmüşlerdi.
O sebepledir ki parti olarak kuruluşlarının dördüncü yılı kutlamalarında konuşan AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan "Kan üzerinden politika yapıyorlar" diyordu.
Bununla da yetinmeyip "Siyasi ahlaksızlık yapıyorlar" sözlerini de politik rakiplerine ulaştırmadan durmuyordu. Çünkü belki de deneyimleri kendisine öğretmişti ki; yasaklama ve engelleme kimlik taleplerine ve çatışmalarına yanıt ya da çözüm olmuyordu.
Bir başka yönüyle de daha dört ay önce, düşünmezsen konuşmazsan yoktur söylemiyle yetinmeyip "Yabancılar neden Diyarbakır'a gidiyorlar da ülkemizin diğer şehirlerine gitmiyorlar?" da diyordu.
Demek ki Diyarbakır'ın bir önemi ve cazibesi vardı ki Başbakan da Diyarbakır'a daha önce iki kez ertelediği seyahatini yapmak zorunda hissediyor. Ve politik kariyerinde 10 ve 12 Ağustos öncesi ve sonrası denebilecek bir dönemece varıldığını önemli bir çıkartmayla hissettiriyordu.
Daha Ağustos'un hemen başında Erdoğan'ın Diyarbakır'a yapacağı seyahat konuşulurken hemen herkes ağız birliği etmişçesine "Gelip de ne konuşacak? Bölgelerarası dengesizlikten, ekonomik olarak yeterince kalkınmamışlıktan söz edecek. Başka da bir şey beklememek gerek," gibisinden laflar edivermişlerdi.
Hatta bu beklenti içinde olan Kongra Gel yönetimi de Diyarbakır halkını protestoya davet etmişti.
Ama ne olduysa Diyarbakır seyahatine iki gün kala 10 Ağustos günü Başbakanın Aydınlarla Buluşmasında değişti.
Erdoğan ilk defa net ve anlaşılır bir şeklide sorunun adını koyarak: "Kürt Sorunu" dedi. Ardından çözümü de ekleyerek "Demokrasinin sınırlarını genişletmek gerek" dedi.
Ve bu söylemi, siyasetin ve sivil toplumculuğun önünün açılmasına ortam hazırlarcasına ilk kez böylesine siyasal ve kültürel söylem geliştiren bir sivil oluşum grubunu kabul edip onlara söylediklerini deklere ederek adeta bir Diyarbakır öncesi çıkış yaptı.
Diyarbakır'a iki gün kala böylesine bir çıkış bir anda ülkede bir çok şeyin hızla tartışılmasını beraberinde getirdi. Demokratik Halk Partisi (DEHAP) belediye başkanları, Başbakanın konuşmasını cesaret verici bulduklarını ve heyecanla karşıladıklarını ifade ettiler.
Yurt dışından Diyarbakırlıları daha önce protestoya davet eden Murat Karayılan Koma Komelen Kurdistan adına protesto kararından vazgeçtiklerini açıkladı.
Ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan Diyarbakır'a gelerek iki gün önceki aydınlar buluşmasında yaptığı konuşmayı adeta teyit etti. Aslında teyit etmekle yetinmeyip eklemeler de yaptı. Mesela "geçmişin hatalarını kabul etmek gerekliliğinden" söz etti.
Mesela "cesaretle yüzleşmekten", mesela "Bütün alt kimliklerin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığından" söz etti.
Diyarbakır ölçeğine göre "Tek devlet, tek bayrak, tek millet" bir miktar konuşmanın çerçevesi ile örtüşmese de ona da eyvallah edilerek dengelerin korunması siyasetine bağlandı.
Sonuç da Diyarbakır, siyasiler açısından gelecekteki siyasal kariyerleri için çok önemli bir onay merkezi. Siyaset yapan bir dolu beni adem Diyarbakır'ın siyasal onayını almak zorunda.
Buna bir yönüyle Avrupa Birliği süreci içerisinde yabancı siyasetçiler de son bir kaç yıldır müdahil oldular.
Sayın Erdoğan eleştirse bile o da Diyarbakır seyahatini o denli önemsemiş olacak ki, bir dolu yurt dışı seyahatinden daha çok Diyarbakır seyahatine hazırlık yaptığının ipuçlarını Diyarbakır'da ve iki gün öncesinde de aydınlarla buluşarak Ankara'da verdi.
Şimdi artık "Demokratik Cumhuriyet" de diyen sayın Başbakan'ın "mesele"ye dair bundan sonraki icraatları görmeye kaldı. Haydi hayırlısı. (ŞD/BA)